1. Haberler
  2. Analiz
  3. Hem kel hem fodul

Hem kel hem fodul

featured

Öniz Özsoy yazdı…

Hamuruna üzüm konulan bir kurabiyenin, fırından mucizevi bir şekilde çikolatalı olarak çıktığına hiç tanık olmadım. İnsan da bir gününü, günlerini hangi uğraşlar ile geçiriyorsa, zihnini neler ile meşgul ediyorsa, başka bir ifade ile kendi hamuruna ne koymuşsa, koyuyorsa ona dönüşür, ötesinde bir şeye değil. 

“Artık doktor dövebiliyoruz. / 6 yaşındaki kız çocuğu evlenebilir. / Hamile kadın sokakta yürüyemez. /Kadınları sahiplendireceğiz.” gibi, toplumda, Orta Çağ mezarlığından hortlamış hayaletlerle muhatap oldukları duygusunu uyandıran karanlık sesler sebebi ile cehalet tanımı da bağlamından son derece kopuk, sığ ve epeyce acıklı bir tanıma geriledi.

Demem o ki, kabaca, temel birtakım insani değerlere sahip olan, edep adap bilen, bunları yaşam biçimine yedirmiş, belirli bir öğrenim derecesine erişmiş, belki bir yabancı lisan bilen, belki az çok yurtdışını görmüş olanlar “Ben bir günümü, günlerimi nasıl geçiririm? / İnsanın varoluşuna, amacına ilişkin bir felsefeye sahip olma uğraşım oldu mu? / Düşünmenin elzem araçlarına sahip miyim, hiç bu konu üstüne düşündüm mü, dirsek çürüttüm mü? / Kavramlara ilişkin bir bilgim var mı? Bir kavramın budanmışını, çarpıklaştırılmışını, yozlaştırılmışını ayırt edebilecek kadar aslına hakim miyim? Bu bilgiyi kimleri okuyarak, eleştirerek süzdüm ve içselleştirdim? / Ben günde kaç gazete okurum? / Ben bir ayda kaç kitap okurum? Kitap okurum da ne okurum? Okuma tercihlerimi ne belirler? Arkadaş tavsiyeleri mi? Çok satanlar mı? / Felsefe, tarih, sanat, bilim üzerine herhangi bir yayın takip eder miyim? / Bildiğim yabancı lisanı bugüne kadar hangi amaçla kullandım? Dış basını takip eder miyim örneğin? Yahut şu yazarı kendi ana dilinde okuyabilme fikri beni hiç heyecanlandırdı mı? / Ben bir günümü, günlerimi nasıl geçiririm? Bu uğraşlar günümün, ömrümün kaçta kaçına tekabül eder? / Dürüstçe yapılmış bir özeleştiri neticesinde, ben günümü, günlerimi pek de bu uğraşlarla ve sorgulamalarla geçirmiyorsam, kendimi cahilden saymamamın dayanağı ne? / Beni cahil kılmayan niteliği nereden aldım? Hapı var da onu mu yuttum? İğnesi var da onu mu oldum? Düşünme kabiliyeti ve bilgi bana vahiy yoluyla gökten mi indi?” sorularını hiç sormadan, düşünmeden, kendilerini otomatik olarak cahil sınıfından çıkardılar.

Oysaki cehaletin en temel unsurlarından biri ne ölçüde niteliksiz olduğunu kavrayamamak ve bir diğeri de niteliği, nitelikli olanı ayırt edememektir. Yukarıda kabaca özetlediğim soruları kendine yöneltmekten vazgeçmiş bir insanın ne ölçüde niteliksiz olduğunu kavrayabilmesi de mümkün olmaz.

İnsanlığın ileriye doğru attığı her adımın can suyu, mertçe, eleştirel düşünceyle ileri sürülmüş sorular, sorgulamalar olmuştur ve şüphesiz ki insan önce kendisini sorunun, sorgunun muhatabı kılmalı, ilkin kendi yakasına yapışmalıdır. O can suyunun damlalarından birine dönüşmek ancak böyle mümkün olur. Örneğin kime sorsanız, eğitim sistemimizi ezberci olmakla eleştirir. Ancak bu eleştiriyi yöneltenlerden ne yazık ki pek çoğu kendisinin de o sistemin ürünü olduğu gerçeğini yadsır. ‘Madem okul hayatımda ezber ettim, düşünmeyi hangi ara ve nasıl öğrendim? Bu gerçeğin farkında biri olarak ne yaptım?’ sorusunu kendine yöneltmez ki bu son derece hayati bir sorudur. Çünkü insanların düşünebilen varlıklar olması, düşünebildikleri anlamına gelmiyor. Düşünmek, kazanılan bir yeti ve o yeti olmadan, hasbelkader öğrenilenler bilgi niteliğini kazanamıyor; eleştirel düşünceyi beslemiyor; yol bulmaya, yön tayin etmeye yarayacak bir bilince, fikre dönüşemiyor. “Ebem eşeğe bindi, ayakları yerde kaldı!” diye bir söz vardır; o hesap işte. Görünürde, güya binilmiş bir eşek var ama beyhude, binenin ayakları hala yerde.

Seçimlerin ardından, şu son 10 gündür fazlasıyla maruz kaldım, kaldık. Kendi gerçeğini masaya yatırmadan, üstelik üç beş beylik cümle içine sıkışmış ‘fikirlerle’ (!), ‘Cahiller! / (Özür dileyerek) Bunlardan adam olmaz! / Beter olun!’ gibi daha da burada yazmaktan ar edeceğim türlü türlü ifadeler ile kendi milletlerinin yakasına yapışan bir acayip kitle var. Kıymeti kendinden menkul bu ‘alimlik’ dahi tek başına hal-i pür melalimiz hakkında çok şey söylüyor. İnsan düşünmeden de edemiyor: Allah korumuş da Kurtuluş Savaşı’na bu 11’le çıkmamışız.

Şunu da söylemem gerekir. Ben entelektüel tanımının dahi aydın tanımını tam olarak karşıladığını düşünmem. Çünkü aydın olarak tanımladığım insanların, ‘olmazsa olmaz’ olarak nitelediğim çok keskin bir özellikleri vardır: İnsanlığa, insana, insanlarına karşı bir an için bile elden bırakmadıkları sorumluluk duygusu. Bu duygu, onların omurgalarıdır; hiçbir koşulda eğilmez, bükülmez, sökülmez, satın alınamaz. Her aydın bir entelektüel olabilir ancak her entelektüelin bir aydın olduğunu söylemek mümkün değildir. Entelektüel sıfatına sahip olduğunu düşündüğümüz kimi insanlardan, mum gibi yalnızca kendi dibine ışık verenler de entelektüel birikimlerini kendi şahsi ikballerinin aracına dönüştürüp çulunu kâh o yana kâh bu yana sererek bir o kalıba bir bu kalıba dökülenler de hatta tüm bu birikimi insanlığın, insanların ve insanlarının böğrüne sapladıkları bir hançere dönüştürenler de çıkar.

Uzun lafın kısası o omurganın yokluğu, entelektüeli bile aydın sıfatından ederken, hele de cahil olmamayı, içeriksiz bir biçimden, boş bir kabuktan ibaret zanneden kıymeti kendinden menkul alimlerin (!) aydın olmaya soyundukları hal pek içler acısı oluyor. Ne güzel söyleyegelmişiz: Hem kel hem fodul.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 26 Mayıs 2023, 08:11

    Teşekkürler, önemli bir püf noktayı vurguladığınız için ,selam ve saygılar,

    Cevapla
  2. Çok yerinde ve güzel bir yazı, tebrik ve teşekkür ederim

    Cevapla
Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!