Mustafa Özgür Sancar yazdı…
Mehmet Nusret Nesin, bilinen adıyla Aziz Nesin bana göre Türk yazınının en üretken ismiydi.
GEÇMİŞİ ARAMAK
İnsan çoğu zaman geçmişe gitmeyi ister. Ben bu istence sahip olduğum dönemlerde, elle tutulur biçimde ulaşabileceğim bir şeyler üzerinden geçmişi aramayı tercih ediyorum.
Belki de bu nedenle son günlerde Aziz Nesin’in videolarını izlemeye başladım. Televizyon programları, konferanslar, panel ve açıklamaları… bir de seslendirilmiş öyküleri…
BENZER DUYGULAR
İnsan belleği derin ve güçlü; bir çağrışım bulmayıversin, hemen, yıllar öncesine ait olanı bugünmüş gibi yaşatıyor.
Aziz Nesin’i izlerken, 90’ların ilk bölümünde söylediklerinden farklı bir Türkiye’de yaşamadığımızı düşünmeye başladım. Ne tuhaf, izlerken düşündüklerim, ne bir eksik ne bir fazla, olduğu gibi hatırıma geldi. Benzer duygular geçti içimden.
Belki sözleriyle pek çoğunu kızdırdı; ama hiç korkmadı. Doğru bildiğini söylemekten bir saniye bile imtinâ etmedi. Erdemli insan ölçütü içerisinde sayılabilecek ne kadar değer varsa; bence bunların hepsini kişiliğinde barındırıyor.
KENDİNİ ANLATIRKEN, SINIFINI ANLATMAK
Aşılması zor güçlüklerle dolu ömründen bir gün bile şikâyet etmeyen bir mücadele adamından söz ediyoruz. Fakirlik, geçim sıkıntısı onu yıldırmadı. Gerçek bir mücadele insanı oldu.
Dürüst ve tutarlı. Bilimi kendisine rehber edinen tam bir Aydınlanma devrimcisi.
Yüzlerce öykü, romanlar, tiyatro oyunu, anı kitapları, mektuplar, çocuk kitapları, oyunlar, şiirler, gezi notları ve değişik mecralarda yayımlanan sayısız yazılar… tüm bunlar onu ülkemiz yazın dünyasının en üretken ismi hâline getiriyor. Sadece niceliksel açıdan bir üretkenlik değil Aziz Nesin’ninki. Gerçek bir nitelik ustası. Topluma ait bütün duygular olanca gerçekliğiyle eserlerinde yer buluyor.
Anlama, anlatma ve kavrama gücü, gülmece gibi son derece zor bir tür içerisinden, paha biçilmez değerde hikâyeler çıkarmasını sağlamış.
Tutarlı bir politik çizgiyi içeren mizah ve sanat anlayışı, birey ve toplumcu düşünce arasında kurulabilecek en sağlam ilişkiyi anlatıyor.
“Her zorluk, her acı çeken ille de mizahçı olmaz elbet, ama bu ağır koşullar kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir… Mizahçının yetişmesi için gerekli bireysel koşuldan da anlaşılacağı üzere, mizah, bir yıkıcılıktır. Mizahçı kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını, bilinçli bir biçimde gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, bir olumlu yıkıcı olur… Sınıfsal bilinci olan her yazar, ister istemez güdümlü olduğunu, kendi kendini güdümlediğini bilir.Sınıfsal bilince sahip bir yazarı, bir sanatçıyı güdümlü kılmak hiçbir politikacının hiçbir yönetmenin haddi değildir… Sanatın işlevi?… Bu konuda başkalarınınkine uymayan düşünceler içindeyim… Sanatçının kendini, kendi sınıfıyla özdeşleştirmesi koşuluyla, sanatın işlevi, sanatçının kendini dışlaması, varlaması, ortaya koyması demektir. Sınıfıyla özdeşleşmiş olduğundan, kendini anlatırken sınıfını anlatmış olur.”
MİZAH VE POLİTİKA
“Sınıfıyla özdeşleşen yazar, sanatçı kendini anlatırken, sınıfını anlatır.” Pek az söz, insanın özgürleşme mücadelesini bu kadar bütünlüklü ve yalın biçimde anlatabilir.
Bilmiyorum kaç kişi Aziz Nesin’in maruz kaldığı baskılar ve sataşmalar karşısında soğukkanlı kalabilir. Hepsiyle ayrı ayrı, tükenmek bilmeyen bir mücadele tutkusuyla başetmeyi başardı. Bunu yaparken en önemli dayanağı mizahtı. Zaten bir insanın ne kadar zeki olduğunu mizah gücüne bakarak anlamaz mıyız?
Beyefendi üslûbu ve kibarlığı, onu en koyu tartışmalardan başarıyla çıkartırken, neşelenerek izlediğimiz söyleşi programlarının ya da bir sevinçli yaz festivalinin en hatırlı konuğu yapmıştır.
Ne güzel Aziz Nesin’in mizah ve neşeyle örülü kitaplarının içerisinden yaşama bakmak. Ne güzel çocukken olduğu gibi, bugün de bu kitaplarla toplumu anlayabilmek…
Gerçekten çok güzel lçok keyifli bir yazıydı ve evet bir insanın ne kadar zeki olduğunu anlamamız için mizahi gücüne bakmak yeterli!Aziz Nesin unutulmaz!