Prof. Dr. Ergun Türkcan yazdı…
Bir Açıklama ve Teşekkür:
Prof. Dr. Oktay Karatan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Ana Bilim Dalı Başkanıdır. Büyük siyasetçi, devlet adamı İsmet İnönü’nün öldüğü gün (25 Aralık, 1973, Salı) onun başında olan az sayıdaki insandan biridir. Kendisinin, lütfedip, bana bu bir “tarih tespiti” anlamındaki önemli röportajı verdiği için şükranlarımı sunarım. Bu röportaj, onun İbni Sina’daki odasında 17 Aralık 2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir.
Prof. Dr. Oktay Karatan: İsmet Paşa (İnönü) ile daha önce doğrudan bir görüşmem olmadı sadece, akrabam olan Mehmet Yüceler onun Gümrük ve Tekel Bakanıydı, sonra Ecevit Kabinesinde Tarım Bakanlığı görevi yaptı; ondan İnönü hakkında bazı bilgiler alırdık. İnönü’yü canlı olarak ilk kez ünlü Kayseri (Himmetdede) olaylarından sonra Kayseri İstasyon Caddesinde üstü açık bir arabada halkı selamlarken gördüm. O zaman ben Kayseri’de bir orta okul talebesiydim.
İnönü Aralık 1973 başında bir enfarktüs geçirmiş, kendi müdavi doktoru Prof. Dr. Zafer Paykoç (gastro-entrolog) başta olmak üzere, kardiyolog Prof. Dr Sabih Oktay, hematologlar Prof. Dr. Bekir Berkol, Prof. Dr. Orhan Seyfi Şardaş ve gerekirse, diğer uzmanlardan oluşan bir konsültan hekim grubu oluşturulmuştu. Bu kalp krizinden sonra ailesi, tedavinin evde yapılmasını istemiş, Pembe Köşk birinci katta büyük yatak odası bir tür hastane haline getirilmişti. O zamanın teknolojik özelliklerini içeren tıp teçhizatı arasında bir monitör, oksijen tüpü, elektroşok cihazı ve gerekli ilaçlar mevcuttu.
Her gün Ankara Tıp Fakültesinden bir asistan sabah gelip 24 saatlik bir nöbete giriyor, ertesi gün diğer arkadaşına devredip, gidiyordu. Hemşire nöbetlerini de Yüksek İhtisas Hastanesi sağlıyordu. Ben Ankara Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsünde (o zaman kürsü usulü vardı) Dr. asistan olduğum için 25 Aralık’ta nöbeti almak için Pembe Köşk’e gittim, arkadaşım Dr. Necmi Değer’den nöbeti devraldım. (Necmi halen Akdeniz Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesidir.)
Necmi ayrılırken, yatak başında, İsmet Paşa ile duygusal bir vedalaşma oldu. Paşa ona teşekkür etti ve bana ismimi sordu. Hastaya sol kolundan sürekli serum veriliyordu; aynı kolda Romen rakamlı bir kol saati takılıydı. Sürekli olarak saate bakmak istediğinden serumun damar dışına kaçmaması için, Necmi sol kolundaki saati Paşa’nın sağ koluna takmıştı. İsmet Paşa her uyandığında saate bakmak istediği için, sol koluna bakıp saatini göremeyince paniğe kapılıp, “saatim nerede?” diye soruyordu. Ben de, sağ tarafta olduğunu söyleyip, onu rahatlatıyordum. Sonra unutuyor, yine soluna bakınca, tekrar durumu anlatıp, rahatlamasını sağlıyordum.
Paşa’nın tüm aile efradı yatağın başındaydı, oğulları Ömer, Erdal İnönü, kızı Özden Toker, torunu Gülsüm Toker, damadı Metin Toker, tabii sevgili eşi Mevhibe İnönü. O zaman küçük, sevimli bir çocuk olan Güçlü Toker’i de hatırlıyorum.
Bu arada, Bülent Ecevit’in (CHP yeni Genel Başkanı) geldiğini söylediler, geldi. İsmet Paşa gözlerini kapadı veya belki kapalıydı; uyumuyordu, ama o gidinceye kadar da açmadı. Ecevit bir süre bekledikten sonra, baktı ki, İsmet Paşa onunla konuşmayacak veya konuşamayacak, herkese “geçmiş olsun” dedikten sonra, ayrıldı. Ondan hemen sonra, zamanın Başbakanı Naim Talu geldi, Paşa gözünü açtı ve “durumlar nasıl, nasıl gidiyor?” diye memleketin halini sordu. O da herhangi bir önemli sorun olmadığını belirtti ve gitti.
Öğle vakti, sanıyorum 14.00 e doğru, acıkmıştım bana yemem için bir şeyler hazırlamışlar, onları yemek için diğer odaya geçmeden önce, Paşa’da hırıltı bir solunum, gözlerde kayma ve şuur kaybıyla kendini gösteren kalp durması oluştu; bu durumu monitörden tespit ettim. Derhal hemşire hanımla birlikte elle müdahaleye başladık. Ben kalp masajı yaparken, o da hava yolunu açık tutmaya çalışıyordu. Kalp müdahalemize cevap verdi ve çalışmaya başladı. Durumun daha da vahim bir hale gelebileceğini düşünerek, ailesine “Fakülteden hocalarımızı hemen çağırın” ricasında bulundum. Hocaları hemen aramaya başladılar.
Paşa bu müdahalenin ardından gözünü açınca, eşine, “Mevhibe elimde 3 as var, bir as bekliyorum, o da gelecek ve yüz yazacağım, oyun bitecek” dedi. (Bu beraberce oynadıkları bezikten bir terim imiş, hakikaten 4 as 100 puanlık bir avantaj sağlar, oyun bitermiş.) Mevhibe Hanım, bu sırada eline bir Kuran-ı Kerim almış, sessizce okumağa başlamıştı, başını kaldırıp, gözleri yaşlı. “Paşa oyun bitmeyecek, hiç bitmeyecek; daha torunlarımızın torunlarını göreceğiz”, sözleri dudaklarından döküldü.
Hocalarımız daha gelmeden önce, Paşa bir ara “bana Gültekin’i çağırın” dedi. Bu zat herhalde özel kaleminden gelen biriymiş. Ona hitaben “bana Milli Birlik Komitesi üyelerinin adlarını getirin”, dedi, ama bunlar hiç gelmedi. (MBK, 27 Mayıs 1960 Darbesini yapan subayların 1961 Anayasasında yer alan Meclis Cumhuriyet Senatosu’nda oluşturdukları bir guruptu.)
Bir müddet sonra hocalarımız geldiler, başta Prof. Dr. Zafer Paykoç, Prof. Dr. Sabih Oktay, Prof. Dr. Bakir Berkol, Prof. Dr. Özden Uzunalimoğlu’nu hatırlıyorum. Bu grubun içerisinde, o zamanlar Yüksek İhtisas Hastanesi’nde Kardiyoloji Bölümünde kalp cerrahı olarak görev yapan uzman Dr. Cevat Yakut’u görünce çok rahatladım. Cevat Ağabey işini çok iyi bilen, acil müdahaleleri maharetle yapan bir hekimdi. Hocalar monitörün başında durum tespiti yapıyorlardı. Bir süre sonra ikinci kriz, ötekinden daha şiddetli bir şekilde gelip, İsmet İnönü’nün kalbini durdurdu; monitörden takip ediyorduk.
Acil olarak Dr. Cevat Yakut, ben ve hemşire kalp masajına başlayıp solunum yolunu açık tutmaya çalıştık. Defibrilatör olarak isimlendirdiğimiz aletle kalbe elektrik şoku uyguladık. Artık hiç birine cevap vermiyordu.; uyguladığımız müdahalenin süresi 30 dakikayı aştı. Artık devam etmenin tıbbi bir anlamı yoktu.. Ancak müdahalenin sonlanması kararı hocalarımızdan gelmeliydi. Öyle de oldu; Prof. Dr. Sabih Oktay, “müdahaleyi keselim arkadaşlar”, dedi. Biz de müdahalemizi bitirdik. Paşa dördüncü ası bulmuş, oyun bitmişti: Saat 16.00 civarı idi, günlerden 25 Aralık 1973, Salı.
İsmet Paşa’nın üzerindeki tüm aletleri, serumu çıkardık. Vücudunu düzgün bir hale getirerek çarşafı üzerine örttük. Birden kriz gelince çıkardığım, ünlü kulaklık cihazına gözüm takıldı; Paşa ile özdeşleşmişti, şimdi yalnız kalmıştı.
Paşamızın başında nöbet tutanlara, Mevhibe Hanımın imzaladığı, gümüş çerçeveli bir fotoğraf geldi; Paşa ile ikisinin birlikte çekilmiş muhabbet dolu bir resmi. Üstünde şöyle yazıyor: “Dr. Oktay Karatan’a şükranlarımızla”. Şimdiye kadar aldığım en değerli hediyedir. Saklıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Adamı, Milli Şef, İkinci Cumhurbaşkanımız benim ellerimde son nefesini verdi, bu derin hüznü ve duyguyu hiçbir zaman anlatamadım, anlatamıyorum.
agızdan dolma dedıkodularla bu mıllet ısmet paşa dusmanı halıne getırılmıtır. bu nankor mıllete ımamogulları ozeller, dersımlıler, erdoganlar bahcelıler layıktır. gerısı bostur.