Bakmaktan utanacağınız bir oyun

featured

Hümay Göbel yazdı…

Oryantal, yeryüzündeki en kadim dans türlerinden biridir. Günümüzde “eril bakış”a hizmet eden, teşhir odaklı bir dans olarak algılansa da kökleri dinsel temellere dayanır.

Oryantal, antik dönemlerde Toprak Ana ile ilişkiyi sağlayan; doğadaki kötülüklerden korunmayı, bereketi ve doğurganlığı simgeleyen bir ritüel olarak ortaya çıkmıştır.

Isis, Afrodit, Venüs gibi bereket sembolü tanrıçalara bir yakarış misali, ayakların daima yer ile temasına böylelikle Toprak Ana’nın korunmasında kalınacağı inancına dayanarak, kadınların yarı çıplak ve çoğunlukla da gün doğumu zamanlarında yaptıkları -tabir-i caizse- bir büyüydü oryantal. Zamanla değişe dönüşe ve hatta tüketici insanın nefsinde öğütüle öğütüle bir teşhir simgesi haline geldi…

DANSÖZ OYUNU

21 Ekim 2019’da Kadıköy Theatron Yeleğirmeni Sahnesi’nde prömiyerini yapan Dansöz oyunu, oryantal dansın kadim köklerinden aldığı güçle bir kadının dans ederek var olma çabasını işliyor.

Hikâyenin kahramanı Meryem’e Sezen Keser hayat veriyor. Senaryo ve rejisi Şamil Yılmaz’a ait oyunun dramaturgu Ozan Akgün, kostüm tasarımcısı Hilal Polat, koreografı Elif Aydın, ışık tasarımcısı ise Berk Kaya.

Bu sayıca küçük ekip, niteliksel anlamda dört başı mamur birçok oyunu gölgede bırakacak derinlikte bir kolektif çalışma koyuyor ortaya. Hepsi ayrı ayrı takdiri hak ediyor. Şamil Yılmaz, ajitasyona hiç girmeden, son derece vurucu ama bir o kadar yalın sahihlikte harika bir kurgu oluşturmuş. Sanırım bu muazzam kurguya can vermek için en uygun kişi de Sezen Keser’di.

Sezen Keser, bu oyunu doğru şekilde sahneleyebilmek için en çok cinnet konusu üzerine çalışmış, oryantal dansı icra edebilmek içinse temel figürleri öğrendikten sonra gerisini, Meryem’in hikayesinde olduğu gibi, içinden gelen anlatım gücüne bırakmış… Eser ve oyuncu arasındaki mükemmel uyum sayesinde ortaya akıllarda yer edecek, defalarca seyredilmek istenebilecek türde bir temsil çıkmış.

Dansöz, içinde oryantal danstan örnekler barındıran tek kişilik, dekor olaraksa oyuncuya bir sandalye ve bir bıçağın eşlik ettiği; bu sadeliğin içinde dolu dolu toplumsal mesajlar veren tek perdelik bir oyun. Adının çağrıştırdığının aksine hiçbir şekilde teşhire girmeden, çıplaklığın zerrece gündeme gelmediği oyun, Meryem’in üstü başı kan içinde, elinde bir bıçakla koşturarak sahneye çıkmasıyla başlıyor ve Meryem hayat serüvenini paylaşmaya başlıyor seyirciyle.

“Sen bir şey yaparsın, onlar başka şey görür…”

KONU

Meryem gecekondu mahallesinde doğan ve orada yaşamaya yazgılı “kimsesiz” bir kadındır. Annesi vardır elbette Meryem’in ama hiçbir zaman” annelik” yapmamıştır Meryem’e. Kendi kendine büyümek zorunda kalan çocuklardandır Meryem. Sevgisiz, sohbetsiz, kucaklaşmasız bir evde adını “anne” bildiği ama “kokusunu” içine hiç çekemediği bir kadınla sinik bir çocukluk yaşar Meryem. Annesi bir pavyon şarkıcısıdır. Bu yüzden “kötü kadının kızı” Meryem’in arkadaşı da olmaz o gecekondu mahallesinde. Çünkü elin namusuna kara çalmaya meraklıdır insan nefsi, çok kolaydır başkasına namussuz damgası vurmak… Annesinin kurbanlık diye aldığı kuzu ile arkadaşlık eder Meryem bir süre: kuzunun “kurban olma” gününe kadar… Sonrası yine aynı soğuk yalnızlıktır Meryem için ve bir gün televizyondan duyduğu oryantal bir ezgiyle gövdesinin içinden biri seslenir adeta! Her şey o kıpırtıyla başlar…

O güne kadar nasıl yaşayacağına ilişkin hiçbir fikri olmayan Meryem, gövdesinden gelen kıpırtıyla bir yol bulur: dans edecektir, dansla meydan okuyacaktır yazgısına! Durmaksızın dans etmeye başlar; mahallede girilmedik ev bırakmaz, bıktırana kendini kovdurana kadar dans eder. Ve bir gün bir namus bekçisi kapıya dayanır, Meryem’in sokak ortasında yarı çıplak dans ettiğini, kocalarının aklını çeldiğini söyleyerek şikâyet eder Meryem’in annesine.

Oysa Meryem sadece kendini bulmaya çalışmaktadır dans ederek. Yaşayabilmek için bir yola ihtiyacı vardır ve oryantal dans bir ışık olmuştur ona. Meryem yalnızca dans etmek istemektedir ama namus bekçisi mahalle sakinlerinin gördüğü tek şey “hayasızlıktır.” Bu şikayetle kızının dansa olan doğal yeteneğini fark eden “anne” bunu kazanca dönüştürmeyi kafaya koyar ve Haifa’yı getirir Meryem’e. Haifa, hayatın Meryem’e dans yeteneğinden sonra sunduğu en cömert ödüldür…

“Gösterdiğin değil / Gizlediğindir kıymetli olan…”

Haifa deyim yerindeyse bir oryantal filozofudur. Meryem, Haifa ile geçirdiği süreci anlatırken üstüne basa basa “4 sene boyunca bana yalnızca durmayı” öğretti, der. “Duruş” üstüne yapılan bu vurgu çok şey anlatır. Oryantal özelinden çıkıp kadının yeryüzündeki “duruş” mücadelesine de vurgu vardır aslında. Tüm o talepkar, aç, kudurmuş bakışlardan azade ve onlara rağmen “durmaya” çalışan tüm kadınlara selam çakar bu tekrarla Meryem… Haifa, Meryem’e yalnızca durmayı değil gizlenmeyi ve sanatının mahremiyetini korumayı da öğretir 4 sene boyunca. Tüm o çıplaklığına rağmen nasıl görünmez olacağını, mahremine nasıl sahip çıkacağını anlatır. Tılsım aslında çok kolaydır: “onlar dilediğince baksın sana, sen kimseye bakma kendi içindeki aynadan başka.” Meryem Haifa ile geçirdiği 4 yıl boyunca “kendi” için dans etmeyi öğrenir, dansa sevgisi perçinlenir. 4 yılın sonunda bir sabah gün doğumunda Haifa’yı ilk kez dans ederken görür…

“Çölün tek gözü vardır, o da Allah’ındır. / Tek Allah’ın nazarı üstündeymiş gibi oynayacaksın!”

Haifa, tan vakti pencere önünde çırılçıplak dans etmektedir. Dans demek ne kadar doğrudur bilinmez, çünkü Meryem öyle efsunlu betimler ki Haifa’nın dansını, danstan çok daha fazlasıdır zihnimizde uyanan o anda. Dans bitip de Haifa büyüden ayılınca Meryem’e sırrını söyler: “Çölün tek gözü vardır, o da Allah’ındır. Tek Allah’ın nazarı üstündeymiş gibi oynayacaksın!”

Meryem bu sırrı korumaya ant içer hem onu hem de sanatını ayakta tutacak tılsımın bu olduğuna inanmıştır çünkü. Ancak böyle koruyacaktır kendini dünyanın karanlık yüzünden… Lakin düzen, yozlaşmaya aç dünya, canavar çarklarının arasına sokar Meryem’i…

Çölden doğduğuna inanılır oryantalin. Meryem de çölde doğduğuna inanılan bir dansı kendi çölünde icra etmeye çalışmaktadır. Meryem’i bir kazanç kapısı olarak gören “anne”nin, eril çürümüşlüğü her tavrında hissettiren bir pavyon tayfasının ve yozluğu ahlak edinmiş her türlü zihniyetin kuruttuğu bir çölde Meryem’in tek arzusu sevdiği şeyi yapmaktır…Hikâyenin gerisini müstakbel izleyiciler için bir muamma olarak bırakalım.

Dansöz oyununda “bakış” vurgusu üzerinden oldukça yoğun katmanlı bir hikâye ortaya konuyor. Bakış noktasından hareketle, önce psikolojik daha sonra fiziki şiddete uzanan ve hız kesmeyip toplumsal cinsiyet rollerindeki paylaşıma varan, giderek derinleşen bir yolculuk sunulmuş 55 dakikalık oyunda. Meryem’i baskılayan “bakış” vurgusu, bugün aslında hemen her kadının kamusal alanda şöyle ya da böyle muhatap olmak zorunda bırakıldığı üstü örtük tacizlerin tamamına bir atıf niteliği taşıyor. Kadını bir metaya indirgeyen bu dar ve ilkel “bakış”la Meryem’in dansözlük kimliği özelinde yüzleşiyor seyirci.

Kadim bir felsefenin simgesi olan oryantal dansın yozlaşan toplumsal yapılar içinde geldiği nokta üzerinden aslında insanın anti-evrimsel zihinsel sürecini sorgulatan, Meryem’in 55 dakikalık anlatımı boyunca seyirciyi kendi içinde bir mücadeleye yönelten Dansöz oyunu Aristoteles’in lügate kazandırdığı “katharsis”[1] deneyimi için biçilmiş kaftan.

Dansöz, 2020 yılı içinde Ankara seyircisiyle Farabi Sahnesinde buluşmaya devam edecek. Kendini ve dönüşen dünyayı sorgulayan her bireyin, eril baskının ve yozlaşmanın katlanarak arttığı günümüz koşullarıyla derdi olanların mutlaka seyretmesi gereken bir oyun. Aristoteles’in “tiyatronun insan ruhu için bir ayna olduğu” tanımına sadakatle hizmet eden bu oyunun daha fazla ilde, daha fazla “perde” diyebilmesi, daha çok zihni aydınlatmaya vesile olması ve daha çok kadını o nazar dolu “bakışlardan” özgür kılması umuduyla…

Sanat dolu günler…

[1]Katharsis: Aristoteles’in Poetica eserinde adı geçen kavram, tiyatro sahnesinde ortaya konan trajedi ve acı ile seyircinin birebir bağ kurması neticesinde kendi acılarıyla yüzleşerek ruhsal bir arınma yaşamasını tanımlamaktadır.

Bakmaktan utanacağınız bir oyun

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. eğer dans yazıdaki gibi içe dönük adeta dua yada meditasyon gibi icra edilen ancak dışa dönük amaçlı-amaçsız yapılıyorsa yararlı _yararsız ceşitli psikolojik tesirleri olan bir efsundur , bu kaçınılmazdır.. bırakın erkeği, dogadaki kuşlar ve topraktaki karıncalar bile içten gelen hareket ve duruşların zerafet ve güzelliği karşısında büyülenir, ama kafasızlar kıskanır yada alçaltmaya uğrasır. Bence erkeklerde dans etmeli, bu içsel yükü paylasmalı, topraklanmalı. ama içten gelen bir sekilde, yarı çıplak doğallığında ve en az toplumsal alanda kadınlar kadar sık…. , o zaman bu cagda tüm dünyada kadınların vücut hareket serbestisine (duygusal yada içe dönük çoskunun dısavurumu) bakış açısı aleyhine oluşan bu çatık kaşlı yahut nesnel cinsel nazarın yarısı ( kadından kadına olan nazarında coğu) erkeğe yönelir ve doğal denge sağlanır diye düşündüm.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!