Baldıza gelene kadar…

featured

Av. Öniz Özsoy yazdı…

Evlatlarımız, candan öte can bildiğimiz evlat edindiğimiz çocuklarımız, aynı yastığa baş koyduğumuz eşlerimiz, geleceği paylaşma ümidiyle ellerini tuttuğumuz nişanlılarımız, sevgililerimiz, annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz, gelinlerimiz, damatlarımız…

İçimizden sol elle yemek yiyenler, evli olanlar, boşanmaya karar verenler, nafaka talep edenler, kira kontratı imzalayanlar, banka kredisi kullananlar, kredi kartıyla harcama yapanlar, alacaklı veya borçlu olanlar, vasiyet yazanlar, mirasçılar, bireysel emeklilik başvurusu yapanlar, sözleşmeden cayanlar, kaparo verenler, icra malı alanlar, internet üzerinden müzik dinleyenler, dişini fırçalayanlar, dövme yaptıranlar, saçını boyayanlar, alkollü mekanlarda çalışanlar, milli piyango bileti alanlar, sayısal loto oynayanlar, bir mağazanın çekiliş kuponuyla hediye kazananlar…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası, Türk Medeni Kanunu, Türk Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Türk Ceza Kanunu

Anayasanın 2. maddesinde demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yakasını paçasını tutmadığı eşimiz dostumuz, hısım akrabamız, burnunu sokmadığı, düzenlemeye kalkmadığı herhangi bir sosyal alan, kanun koyucu gibi hareket etme cüretini göstermediği herhangi bir hukuki ilişki türü, Anayasamızdan Medeni Kanunumuza ayak altına almadığı bir yasa yok.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, ‘Telefon, internet yoluyla boşanma mümkün.’ ‘9 yaşındaki kız çocuğu, 12 yaşındaki erkek çocuğu evlenebilir.’ gibi basına yansıyan, kamuoyunda infial yaşanınca sayfalarından kaldırdıkları ‘fetvaları’ hepimizin malumu. Ancak bu tip ‘fetvalardan’ yüzlercesi mevcut. Sayın Mustafa Solak’ın, bu ‘fetvaların’ hepsini derleyip topladığı, Kaynak Yayınlarından çıkan ‘’DİYANETİ’İN FETVALARI Atatürk’ten Bugüne Diyanet’in Dönüşümü’ adlı değerli bir çalışması da var. Bu fetvaların içinde neler yok ki. Yazının başında ‘fetva’ konularını sınırlı biçimde örneklendirmeye çalıştım; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın evlenmeden, boşanmaya, velayetten, gaipliğe, nesep bağlarından, iddet müddetine, emanet sözleşmesinden, finansal kiralamaya, görüş(!) bildirme hak ve yetkisini kendinde görmediği bir alan yok.

Yetişme çağında, büyüklerden işittiğim bir söz idi. Hayatın acemisi olan bizlere deneyimlerini aktarırken “İyi dinle çünkü öpülmedik bir kulağımın arkası kaldı!” derlerdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’mız öyle hayat gibi cimri olmadığından, ‘öpülmedik kulak arkası’ da bırakmadı bizde sağ olsun. Anayasamızdan öpüyor, kanunumuzdan öpüyor, laiklik ilkemizden öpüyor, din ve vicdan hürriyetimizden öpüyor, hür aklımızdan, hür vicdanımızdan, hür irfanımızdan öpüyor; çoluk çocuk, kadın erkek hepimizi, hayatın her alanında ve her anında öpücüklere boğuyor. Mahkeme kapısında yanımızda, ameliyat masasında baş ucumuzda, emlakçıda yan sandalyede, soframızda baş köşede, banka kuyruğunda, noterde, sinema salonunda. O bir ‘asli kurucu idare’, o bir ‘yasama organı’, o bir ‘anestezist’, o bir ‘doktor’, o bir ‘beslenme uzmanı’, o bir ‘hâkim’, o bir ‘savcı’, o bir ‘avukat’, din de o, iman da o, kitap da o, hukuk da o yasa da o! Uzun lafın kısası, ‘Baldızla zina yapmak nikahı düşürmez.’ ve ‘Baldızla, eşin teyzesi ve halasıyla hangi şartlarda evlenilebilir? / Eş öldü ise eniştenin baldızıyla evlenmesi için beklemesine gerek yok.” ‘fetvaları ile kulağımızın arkasına o tatlı buselerinden birini daha konduruvermiş oldu Diyanet İşleri Başkanlığı’mız.

Bir Cumhuriyet Devrimi kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı niye kurulmuştur?

“Diyanet İşleri Başkanlığı, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti. Bütçe ve atamasıyla tam bir devlet dairesiydi. Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı dini, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kullanmaktaydı.” (1)

“Diyanet İşleri Başkanlığı sadece itikat ve ibadetle ilgilidir, camileri yönetir, vaaz ve hutbe düzenler, başkanları sık sık değişir, fetva veremez, adeta devletin din işlerine bakar.” (2)

Bu halde “Diyanet İşleri Başkanlığı niye kurulmuştur?” sorusunu kısaca ‘Bugünkü mevcut haline, dönüştürüldüğü yapıya karşı kurulmuştur.’ olarak yanıtlamak da mümkün.

Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine kurulmuştur. 3 Mart 1924 Türk Devrimi için önemli bir tarih. Hilafet bu tarihte kaldırılmıştır. (431 sayılı kanun.) Tevhidi Tedrisat Kanunu da aynı tarihlidir. (430 sayılı kanun.) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 14 maddeden ibaret kuruluş kanunu da (429 Sayılı Kanun.) yine 3 Mart 1924 tarihlidir. Kanun numaralarından da anlaşılacağı üzere peş peşe kabul edilmiştir. Yalnızca bu zincirleme birlik, yekparelik bile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulma sebebine ilişkin bir veri sunuyor esasen. Yine de kuruluş kanununu temelinde, özel bir değerlendirme yaparsak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kimliğini ‘idari ve teknik fonksiyonlu hizmet kuruluşu’ olarak tanımlamak mümkün. Yani hükümetin siyasi fonksiyonu içinde yer almayan, bağımlı, kanunun 1. maddesinde görev ve yetkileri ‘‘itikat, ibadet işleri ve dinî ibadet mekânlarının düzenlenmesi/dini kurumları idare etmek ve dinin ibadet ve itikat alanıyla ilgili işleri yürütmek’ ile sınırlandırılmış sıradan bir kamu kuruluşu öngörülmüştür.

Bununla birlikte 429 sayılı kanunun, laik devlet düzeninin ilk yasal yapı taşı olarak da kabul edildiğinden de söz etmek gerekir. Kanunun kabul tarihinde Anayasa’da devletin dininin İslam olduğu hükmü hâlâ mevcut idi. Ancak 429 sayılı kanun ile siyasal ve hukuksal alanı düzenleme ve eylemde bulunma hak ve yetkisi devlete bırakıldığından ‘Devletin dini İslam’dır.’ hükmü de fonksiyonunu yitirmişti.

“Niyazi Berkes (2004, 535), 429 Sayılı Kanun’un asıl öneminin, Diyanet İşleri’nin dinsel yetkilerinin sınırlarını belirlemesi olarak görmektedir. Berkes’e göre bu kanun, Hıristiyanlıktaki gibi bir din topluluğunun en üst ruhani başkanlık kurumunu oluşturmadığı gibi gerek kurum ve gerekse başındaki makam, bir ilahiyat doktrini, dogma ya da mezhep benimseyerek inananları onlara uyma mecburiyeti de koyamayacaktır. Dini yorumlama yetkisi bulunmadığı gibi Devletin mevzuatını da din açısından yorumlama yetkisi yoktur. Berkes’e göre Kurum, Müslüman topluluğun inanç ve ibadetlerini, mevzuatın sağladığı hürriyet içinde yapmalarını sağlayacak bir kamu hizmeti gören idaredir ve kanunun özü, diyanet işlerini siyasal ve hukuksal alandan ayırarak dinleri, kanunların sağladığı inanç ve vicdan özgürlüğü alanında korumaya bırakmasıdır.” (3)

Berkes’in görüşleri hem laiklik kavramı ile hem de Cumhuriyet Devrimi’nin felsefesi ile örtüşür. Nitekim laikliği sadece devlet içinde din ve dünya işleriyle uğraşan otoritelerin ayrılması olarak tanımlamamış, sosyal hayatın birçok cepheleriyle (eğitim, aile, ekonomi, hukuk, hatta görgü kuralları, giyim vb.) din ile olan ilişkilerinin çözülmesi olarak değerlendirmiştir. (4)

Sekülerizm, laiklik yerine hortlatılan bir sözcük oldu. Secularism, İngilizce ve Almanca konuşulan ülkelere özgü, ‘dünyasallık, din dışılık’ anlamına gelen bir kavram ve laikliğin içerdiği anlamı tam olarak karşılamıyor. Laiklik devrimci, sekülerizm evrimci karakterlidir. Sekülerizmde din ile devlet işlerinin ayrılığı öngörülse de dinsel özerklik kabul görür “devrimci değil, evrimci, Jakoben-seçkinci-radikal değil, liberal-reformist-bireyci üslup tutturur.” (5) Türkiye Cumhuriyeti Devleti seküler değil laik devlet düzenini benimseyen bir ülke, önce bu hususun altını çizmek gerekiyor.

Bununla birlikte, Cumhuriyet Devrimi’nin laiklik anlayışının karakterinin de altını çizmek gerekiyor. Cumhuriyet Devrimi laiklik ilkesi ile yalnızca devleti değil, toplumu ve kişiyi de yeniden biçimlendirme amacı taşır. “Onuncu Yıl Kitapçığı bu konuda şöyle diyor: Cumhuriyet Türkiyesi’nin cemiyeti laik bir cemiyettir. Fakat bu laiklik sadece din ve dünya işleri arasında Fransa’da olduğu gibi, bir mütareke manasını ifade etmez. Yani pasif bir laiklik değildir. Türk laikliği hayatın, yani milletin menfaatlerini ve dirliğini her şeye hâkim kılan aktif bir telakkisidir.” (6)

Özetle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş kanununu şekillendiren Cumhuriyet Devrimi’nin felsefesi idi. 10 Nisan 1928 tarihinde ‘Devletin dini İslam’dır.’ hükmü Anayasa’dan çıkarıldı. 08.06.1931 tarihli Evkaf Umum Müdürlüğü 1931 Mali Yılı Bütçe Kanunu ile Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yer alan ‘Dini Müesseseler Müdürlüğü ve Levazım Müdürlüğü’’ Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aktarıldı. Bu kanun da devrim felsefesinin yansımasıydı. Keza Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapsamlı ilk teşkilat kanunu olan 1935 tarihli 2800 sayılı kanun da devrim felsefesinin ürünüydü. 1967 yılında yayınlanan ‘Diyanet İşleri Teşkilatının Gelişmeleri’ adlı çalışmasında, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin de kurucu üyelerinden olan Prof. Dr. Bahri Savcı “2800 sayılı Diyanet İşleri Reisliği Teşkilatı Kanunundaki düzenlemeleri, laik devlet düzeninin korunması açısından olumlu bulmuş; Diyanet İşleri’nin görevinin itikat ve ibadet ile sınırlanması, teşkilatın bu alanın dışına çıkmasını engellemekte ve teşkilatın Başbakanlık hiyerarşisine tabi kılınmasını, teşkilatın temel unsurlarının memur statüsüne sokulmasını, camilerde çalışan diğer unsurlara devlet maaşı bağlanmayarak zayıflatılmalarını, özlük işlerinin merkezi hükümetçe belirlenmesini, itikat ve ibadet alanı dışında vaaz verenlerin vaizlik vesikalarının iptal edilecek olmasını önemli güvenceler olarak nitelemiştir.” (7) Nitekim 5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesinin Anayasamıza girmesi ile bu süreç tamamlanmış oldu.

Ne zaman ki Cumhuriyet Devrimi’nden kopuldu, Diyanet İşeri Başkanlığı da karşı devrimci, liberal, bağımlı siyasetin araçsallaştırdığı bir kurum olarak hızla bugünkü haline doğru evrimleşti. Diyanet İşleri Başkanlığı, Allah ile kul arasında olan, doğrudan insanın aklına seslenen, inancı mucizeler üzerine değil akıl üzerine kuran İslamiyet’in felsefesi ile de bağdaşmayacak biçimde ruhani otoriteye sahip ruhban sınıfı gibi hareket etmeye başladı. Dini insanlar için yorumlayan, İslami kurallar öneren, fetvalar veren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde din ve devlet iki ayrı özerk alanı ifade ediyormuş gibi kendi alanında(!) ve dahası sosyal hayatın her alanında dilediği gibi top koşturabileceğini zanneden bir yapıya dönüştü.

Şimdi belki diyeceksiniz ki “Bunları biliyoruz da çözüm ne? Cumhuriyet Devrimi’ni, Anayasa’yı, kanunları umursuyorlar mı? Adli Yıl açılışı bile Diyanet İşleri Başkanı’nın duası ile yapılıyor!”

Çözüm, işte tam olarak bu düşünceden sıyrılmaktır. Doğrudur, bu tip hukuk dışı eylemler bugün hukuki yaptırımla karşılaşmıyor ancak bu, hiçbir vakit hukuki bir yaptırımla karşılaşmayacakları anlamına gelmiyor. Bizlere düşen en önemli en birincil ödev bunu unutmamak ve unutturmamaktır, bu vaziyeti normalleştirmemek ve ümitsizliğe kapılmamaktır. Devrim bizimle yaşar.

1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında edilen duayı örnek göstererek, laiklik ilkesinin çiğnenmesini meşrulaştırmaya çalışanlara, kürsüsünü sosyal medyaya kurup Cumhuriyet Devrimi hilafına vaaz veren Baş İmamların eylemine ‘düşünce ve ifade hürriyeti’(!) niteliği atfedenlere, laikliği uluslaşma niteliğinden, ulus olma bilincinden yoksun, Cumhuriyet Devrimi’nin felsefesinden kopuk bir ‘dünyevilik’ olarak çarpıtanlara var güçle karşı durmak gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurtuluş ve kuruluş felsefesini bıkmadan, usanmadan anlatmak gerekiyor. Zihinlerimizi eğip bükmelerine, ilkelerimizi ve kavramlarımızı çarpıtmalarına, içlerini boşaltmalarına, altlarına dilediklerini yazmalarına izin vermemek gerekiyor. “Öyle değil, böyle!” demek; ‘Bugün hukuki bir sonucu olmayabilir ama biz buradayız. Biz burada olduğumuz müddetçe bu eylemlerin hukuki bir sonucu da olacaktır. Devrim bizimle yaşar.” azim ve kararlılığını ortaya koymak gerekiyor. Türk Devrimini ve Türk Milletini ayakta tutacak güç budur. Çünkü “Devrimin kanunu, mevcut kanunların üzerindedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız devrim, bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır.” (8) ‘Böyle’ olacağını göstermekle görevli olduğumuzu unutmamak gerekiyor.

 

(1) M. Ali Ağaoğulları, L’Islam, s. 51-52; B. Tanör, Kurtuluş Kuruluş s.287

(2) Türkiye’de Din-Devlet İlişkileri Sempozyumu, s. 56-61 İsmail Kara; Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları,2006, s. 286

(3) Ömür Aydın, Akademik İncelemeler Dergisi, 2019, 14/2: 239-276 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hukuki Statüsü Üzerine Tartışmalar

(4) N. Berkes, Teokrasi ve Laiklik, Adam Yay., İstanbul 1984, s.91 vd.; B. Tanör, Kuruluş Kurtuluş, Cumhuriyet Kitapları, 2006, s. 283

(5) B. Tanör, Kuruluş Kurtuluş, Cumhuriyet Kitapları, 2006, s.262

(6) Tıpkıbasım, Cumhuriyet, 29.10.1996; B. Tanör, Kuruluş Kurtuluş, Cumhuriyet Kitapları, 2006, s. 283

(7) Ömür Aydın, Akademik İncelemeler Dergisi, 2019, 14/2: 239-276 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hukuki Statüsü Üzerine Tartışmalar

(8) Mustafa Kemal ATATÜRK

Baldıza gelene kadar…

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!