Bir SOROS açılımı: Servet Vergisi!

featured

Temel Borga Budak

Sizler bu yazıyı okumaya başlamadan evvel belirtmek isterim ki bugün ana hedefimiz HDP, PKK veya küllerinden alevlendirilmek istenen açılım süreci olmayacak. Lakin makro bakış açısıyla inceleyeceğimiz konumuz dolaylı olarak mikro meseleleri de ilgilendiriyor.

İçerisinde Facebook’un kurucularından Chris Hughes, Disney’in varisi Abigail Disney gibi isimlerin de yer aldığı 20 Amerikalı milyarder, Soros’un liderliğinde birleşmiş ve geride bıraktığımız haziran ayı içerisinde 2020 Amerikan seçimlerinden yarışacak olan adayların tamamına yönelik bir açık mektup yayınlayarak, ABD’nin “Zenginleri daha fazla vergilendirmek için ahlaki, etik ve ekonomik sorumluluğa sahip” olduğu vurgusunu yapmışlardı.

BİR ZENGİN NEDEN DAHA ÇOK VERGİLENDİRİLMEK İSTER?

Senaryo içerisinde senaryo üreterek bugünün dünyasında insanoğlunun yaşadığı bütün krizlerin arkasında bulunan küresel çetenin varoluşsal bir sorun ile karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Fransa’da sarı yelekliler ile başlayan süreç, Seattle ve Hong Kong derken vahşi kapitalist vampirleri konfor alanlarının dışına çıkmaya zorladı.

2008 buhranını, batmasına müsaade edilemeyecek kadar büyük şirketleri çeşitli finansal çözümlere dayalı kurtarma operasyonlarıyla kotaran aklın buradan da çıkmak için çoklu stratejiler üreteceği şüphesiz.

Peki sistemin tehlikede olma durumunu yani BÜYÜK KRİZ halini çok geç fark eden kapital erkin, servet vergisi önerisiyle hala yerel gözüken isyan hareketlerini, kitlesel bir modern köle ayaklanmasına dönüşmeden bastırması mümkün mü?

‘NUIT DEBOUT PROTESTOLARI’

 Yeni iş yasası olarak bilinen kısıtlayıcı kanunları içeren çalışma reformlarına karşı gösteri ve grevlerle başlayan gece ayakta eylemleri, sendikaların desteğiyle Sarı Yeleklilere dönüşüp de Sarı Yeleklilerin ilk adımlarıyla beraber Paris sokaklarının sarsılmaya başladığı günlerde geçmişle sürekli bir romantizm bağına sahip olan veya yeni bir devrimin fikir liderliğini üstlenme arzusunun peşine düşen bir takım yarı aydınlar bu sürecin sonunun yeni nesil bir Fransız devrimiyle tamamlanabileceği hayallerini kuruyorlardı.

Fakat bu görüşü öne sürenlerin unuttukları ufak, minicik bir detay vardı. Devrime sebep olan ana unsur, Fransız toplumundaki aydınlanma ve düşünsel ilerlemeydi. Mutlak hakimiyet altında ezilen toplumun köksel değişiklikler yaparak yönetimde söz sahibi olabileceği fikriydi.

Bugün hedonizme tutsak olan ve carpe di’em zihniyetiyle yaşayan insanların aydınlanmanın etkisiyle hareketlendiğini düşünmek bile komiktir, zamanın ruhunu okuyamamaktır.

JACK DE MOLAY SENDROMU

Merak etmeyin tapınakçılara veya kara cumaya falan girmeyeceğim.

Ama ezoterizm, sembolizm, mistisizm ve mitoloji başta olmak üzere tarihte insanlık üzerinde gerçekleştirilmiş her türlü deneyi yapay zekaya entegre ederek dijital olarak dönüştürmeyi başarmış bu egomanyak ruh hastalarını anlayabilmek için bunların hafızalarında yer alan en büyük travmaya da dokunmak gerekiyor.

Hikâyenin ana hatlarını okuyucumuzun bildiğini veya bilmeyenlerin ufak bir google araştırması ile meseleyi çözeceğini düşünerek, sorunun merkezinde seçilmiş elitlerin yer aldığını vurgulamak istiyorum.

Küresel para baronlarını, güç vasıtasıyla yönetebilecekleri gibi saçma bir fikre kapılan bu kişiler, hükümetlerden daha güçlü şirketler oluşurken bazen siyasi çoğu zaman da  iktisadi sorunlarının çözümlerinde bu çeteyi kullanmak zorunda kaldıkları için meseleyi erteleyerek, işler geri dönülemeyecek noktaya gelene kadar göz yumdular.

Demokrasi illüzyonu aracılığıyla uyutulan kitlelerin, içinde bulunduğumuz aşırı zenginlik ve acımasız eşitsizlik çağı için bile fazla olan böylesi bir tezatla titremeye başladığı, bunun öncü sarsıntılarının bile bu kadar şiddetli olduğu ve çok kısa süre içerisinde depreme dönüşeceği de görülüyorken, akıllardaki tek soru enkazın altında kimin kalacağı olmalıdır.

Bu sorunun cevabı çok fazla değişkene bağlı olarak onlarca olasılık içerse de ihalenin seçilmiş çeteye mi yoksa küresel elitlere mi kalacağı henüz netleşmedi.

İşte tam da bu noktada elitlerin stratejisi küresel şirketleri tapınakçıların pozisyonuna konumlandırmak ve kelle isteyecek olan kızgın kalabalıklara sunakta ikram edilecek yeni bir “Jack de Molay” bulmak.

Son kurgu aşamasında olan bu senaryoyu filme dönüştürecek olan yönetmenin başrol için Soros’tan daha ideal bir tercihi olamaz.

Tabi yüksek bütçeli olan her filmin en önemli sorununun finansman olduğunu unutmamak gerekir.

Peki batırılacak olan gemilerin malları ne güne duruyor? Kâfi miktarı halka ulufe olarak dağıtmak üzere servetlere el koy, borçlardan da çeteden de kurtul.

Avrupa’nın birçok şehrinde çarmıha mıhlanarak yakılacak yan aktörleri de Soros’un trenine atlayan diğer servet sahiplerinden ayarlayıp, seyir zevki daha yüksek olması muhtemel katılımcı bir yapıma da imza attın mı bu filmin kapalı gişe oynama ihtimali çok yükselir.

Yalnız hala senaryo da önemli bir eksik var.

1300’lü yıllarda yapılan operasyonun en büyük destekçisi Papa hala kadroda değil. Olsun zaten o dönemde görev başında olan Papa’da destek vermemişti.

Fransız kralı güzel Filip, kendisini indirip, yerine bu projeye evet diyecek bir Papa getirebilmek için kaç Papa harcamıştı?

Hazır deizm de Avrupa’da yükselen trend halindeyken acaba mevcut Papa, halkın kapital küresel çete tarafından dinden uzaklaştırıldığına ikna edilebilir mi?

Yine kafamda deli sorular…

Sahi ya son dönemler de Papa’nın sağlığının yerinde olmadığına dair oluşturulan gündemlerin bu konuyla bir ilgisi olabilir mi diyeceğim ama muhtemelen tesadüftür.

Komploculuğun sınırlarında gerçekleştirdiğimiz bu ufak gezintiyi şimdilik noktalayarak bu duruma nasıl geldiğimizi ve getirildiğimizi biraz sorgulamak ister misiniz?

 SİSTEMİN CEBİNİZE KOYDUĞU TILSIM: PARA

Tılsım bugünkü tanımıyla KORUYUCU olarak algılansa da özünde doğa gücünü eğip/bükme anlamını taşır. Yani insanoğlunun yolunda akan bir derenin yolunu değiştirme arzusuna bir karşılık olarak üretilmiştir. Büyü kültünün en önemli unsurlarından biridir. İnsanın doğayla uyumlanma gerekliğinin karşıtı, doğayı insana uyumlandırma çabasıdır. Bu arzu varoluşsal bir sorundan kaynaklanmaktadır. Alt beyin ile ilgili bir meseledir.

Parayı cebine koyarak bir çeşit güce ulaşıp… Koruma sahibi olmak isteyen günümüz insanının amacı, M.Ö. 9000 yılında savaşa gitmek için hazırlanan, bir Çatal Höyüklünün korunma amacıyla cebine heykelcik, put veya totem koymasıyla aynıdır. Her iki dönemin insanı da totemler aracılığıyla kendisini güvende hissedeceği bir konfor alanı yaratmak ister.

Buradan siyasi veya kapital erk fark etmeksizin bir çıkarım yapmak mümkündür. Güç sahipleri parayı totemleştirerek, tabulaştırarak, alt beyne seslenebilir. Toplumu manipüle etme aracı olarak parayı size konfor alanı yaratabileceğiniz büyülü bir araç olarak sunabilir.

Put haline getirilen aracın kontrolünün mutlak olarak ele geçirilmesine takiben önce zihinlerin akabinde bedenlerin köleleştirilmesinin ne kadar kolay olduğuna tahmin edebilir ve toplumu istediği yerde var etmek, istediği yerde yok etmek arzusunda olan bir sistem mühendisi için bu bu bilgiyi eşi benzeri olmayan bir nimet olarak tanımlayabiliriz.

ÖNCE ZİHİN SONRA BEDEN KÖLELEŞTİRİLİR

Bir ülkenin, toplumun veya kişinin bir yere borçlu olma hali yönetimini bir yere teslim etmesi anlamını taşır. Kendi kendimizi sorgulama süreciyle, basit bir deney yapıp bu önermeyi ispatlayalım isterseniz. Sistemin mülkiyet dayatması bireylerde mülkiyet arzusunu, yani sahip olma fikrini tetikler. Bu sebeple en az bir ev, bir araç sahibi olmak isteriz.

Bunları ev için modern dünyanın bize sunduğu ihtiyaçlar takip eder, bitmek tükenmek bilmeyen bu sömürü hedonizm faktörü ile tetiklenmeye devam eder. Yaşamak için ihtiyacımız olmayan muhtelif lüks tüketim malzemelerine, tatillere koşullandırılırız.

Örnekler çoğaltılabilir ama bu tüketim çılgınlığının arkasında mutlaka kredi ve faiz denklemi vardır. İstediğiniz her modellemeyi yapabilirsiniz. Yolun sonu mutlaka bankalara çıkacaktır.

Sıkışmışlık budur…

Birey ve toplum borçlandıkça, erk zenginleşir. Bu noktada amaçlanan kısır döngü oluşturma hedefi başarıyla gerçekleşir. Deneklerin modern köleler olduğu bu para deneyi çıkış yolu olmayan bir labirent şeklinde dizayn edilmiştir. Farklı bir yaklaşımla bu durumu; deneklerin çırpındıkça daha da battıkları bir bataklık olarak tanımlayabiliriz.

Kabullenme ise kaçınılmaz sonuçtur.

‘İNNED DÎNE İNDÂLLÂHİL İSLÂM’

Enteresan bir bilgiyle devam edelim. Arapçada borç kelimesinin karşılığının “DİN” olduğunu öğrenmek ilk kez duyanları şaşırtabilir.

Ama İslam’ın 1400 yıl önce üç aşağı beş yukarı aynı sorunlarla yüzleşen insanoğluna kurtuluş yolunu gösterme amacıyla geldiğini düşündüğünüz anda taşlar yerine oturacaktır.

Ek bir bilgiyle din kelimesinin çoğulu da “düyun” dur. Tam bu anda evreka demenizi ve hafızanızda “Düyun-i Umumiye’nin” canlanmasını bekliyorum.

İslam dinine ilgim yükseltir. Bu sebepten çok okur ve araştırırım. Malumunuz Arapça dil bilgisi olarak zordur. Bu sebepten ötürü de tercümelerde ve Kuran-ı Kerim açısından baktığımızda da tefsirlerde muhtemel değişik yorumlar mevcuttur.

Kelime ve anlam çeşitlilik gösterebildiği için sunacağım bilgiyi yazının içeriği doğrultusunda analiz etmenizi rica edeceğim. Niyetim kimseye dini bir bilgi öğretmek değildir.

ÂLİ İMRÂN suresinin 19. ayetinde der ki; Allah indinde tek din İslam’dır. Yani bu yazının içeriğine ve hatta dönemin koşullarına göre tefsir edecek olursak; sadece Allah’a borcunuz vardır. Onun dışında ki uydurulmuş borçlar kimseyi bağlamaz. Çok enteresan değil mi?

SÖYLENEN YALANLARA İNANMAYI TERCİH ETTİNİZ

Konuyu bağlamadan önce paylaşılması gereken daha çok bilgi var.

Veryansın TV’ye yazmanın ayrıcalığını sonuna kadar kullanmak ve kazabildiğim kadar derine inmek istiyorum.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1944 yılı Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında 44 ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen konferans ile dünya ticaretini geliştirici finansal sistem üzerinde görüşmeler sağlanarak anlaşma imzalanmıştır. “Uluslararası Para Anlaşması” ile uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir. Anlaşma ile ABD Doları altına dönüşebilen tek para birimi olarak kabul edilmiş ve 1 ons altın 35 dolar olacak şekilde düzenlenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri dış talep olduğunda doları bu tutar karşılığında altına çevirmeyi kabul etmiştir. Diğer ülke birimlerinin değeri de dolar göre belirlenecektir.”

 Okuduğunuz üzere zat-ı şahaneleri ikinci dünya savaşında maddi ve manevi olarak tükenmiş olan toplumları temsil eden hükümetleri esir almak için hiç vakit kaybetmek istememiş ve milletleri hemen tahsilat masasına oturmuştur.

Bu anlaşmanın sonucunda bugün hepimizin “IMF” olarak bildiği vampir ve lycan (kurtadam) karışımı sistemin mükemmel canavarının doğumu gerçekleştirilmiştir. Buna kısaca sonun başlangıcı diyoruz.

Anlaşmada yer alan 1 ons altın 35 dolara eşittir maddesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Zira bu anlaşmanın daha mürekkebi kurumadan, sistemin mimarları nadir metaller ile para üretimi ilişkini kesmek adına her türlü kurnazlığı denemişlerdir.

Çünkü nadir metale dayanan bir para ekonomisinin bu ego manyaklar tarafından kabul edilmesi asla mümkün değildir. Bu sistem karşılıksız para basımına izin vermediği sürece büyü ile tüm toplumları esir alma idealine ulaşmanın imkanı yoktur.

Bu arzu gerçekleşmediği sürece de mükemmel olarak kurgulanmış bir teorinin, pratiğe çevirebilme ihtimali yoktur.

 Fakat 1971 yılının 15 Ağustos’unda Başkan Robert Nixon, sistemdeki hiçbir üye ülkeye haber verme gerekliliği duymadan ABD’nin sistemi terk ettiğini ve doların altına çevrilebilirliğine son verildiğini açıklar.

Bu hareket piyasalarda büyük bir paniğe neden olur. Ardından zorlama bir anlaşmayla (Smithsonian Anlaşması), dolar yaklaşık yüzde 10 oranında devalüe edilir ve 1 onz altın 38 dolara çekilir.

 Bu noktadan sonra artık sistemin mimarlarıyla, toplumlar arasında hiçbir koruma duvarı kalmamıştır. Dolayısıyla gazı sonuna kadar köklemek için herhangi bir engel olmadığı gibi sürekli karşılıksız para basmak, borç üzerinden borç üretmek ve 3 kağıt ekonomisiyle kitleri iliklerine kadar sömürebilmenin sonsuz şeritli sınırsız yolları çoktan döşenmiştir.

Adeta nirvana’ya ulaştıkları bu dönemde toplumları da seçim, demokrasi yalanlarıyla uyutup para ile büyülemişlerdir. Hâlbuki bütün sistem karşılığı olmayan nadir metaller üzerine kurulu bir halisünasyondur. Tabi bu yalanı satın almaya herkes hazır olduğu sürece sorun yoktur.

Malumunuz film repliklerinden alıntı yapmayı severim.

Kill Bill 2’de Bill ile Beatrice Kido arasında geçen şu muhteşem diyalogun tam yeri olduğunu düşünüyorum.

Süper kahramanları içine alan tüm mitolojiyi gerçekten çok ilgi çekici bulurum. Örneğin en sevdiğim süper kahraman Süperman. Mükemmel. Ama mitoloji sadece harika değildir. Şimdi süper kahraman mitolojisinin ana özelliği bir süper kahraman ve onun diğer kişiliğinin olmasıdır.  Batman aslında Bruce Wayne’dir. Örümcek adam aslında Peter Parker’dır.

 Kahraman sabah uyandığında Peter Parker olur. Örümcek adam olması için bir kostüm giymesi gerekir. Ve işte bu açıdan süperman tek başınadır. Süperman süper olmamıştır.

 Süperman, süperman doğmuştur. Süperman sabah uyandığında yine her zamanki gibi süpermandir. Onun ikinci kişiliği Clark centtir. Üstünde büyük kırmızı S olan elbisesi kentler onu bulduklarında onun sarılı olduğu battaniyedir. Onlar onun kiyafetidir. Kent ne giyer gözlük, iş kıyafeti, kostümü budur. Süperman bizi Clark kentler olarak görür.

 Peki… Clark kentin özellikleri nelerdir. O zayıftır ve kendinden asla emin değildir. Clark kent Süperman’in tüm insanlığa eleştirisidir. Tıpkı Beatris Kido ve bayan Tomi Plinton gibi. Evet sonuca geliyorsun. Arlin Plinton kostümü giyebilirsin. Ama sen Beatris Kido olarak doğdun.

 Ve her sabah uyandığında hala Beatris Kido olacaksın.

 Parasına büyüsüne kapılan insanın durumu da tam olarak budur. Son modeller araçlara binmek, en lüks markaları giymek, en iyi mekânlarda takılmak maskelerdir.

Geçici koruma alanları yaratır ama her yeni güne sistem tarafından ele geçirilmiş bir modern köle olarak başladığımız gerçeğiyle yüzleşerek başlarız.

İnkâr etmek, durumu değiştirmez.

DÜNYANIN EN ZENGİN AİLESİ SERVETİNE HER SAAT 4 MİLYON DOLAR KATIYOR

 “Tüm Amerikalılar için ülkenin başarısı adına yapılabilecek her şeyi yapmak vatani bir görevdir ve zenginler bir istisna oluşturmuyor. Amerika’nın en zengin yüzde 1’ini oluşturan bizler ülkenin geleceği için daha fazla servet ödemekten gurur duymalıyız. Sevdiğimiz ülkemizi güçlendirmek için yapabileceğimiz bu vergiyle daha iyi olacağız”

 Yukarıdaki metin zat-ı şahanelerinin etik, ahlak ve sorumluluk gereği vergilendirilmek istediklerini belirttikleri değerli mektuptan alıntıdır. Şimdi sizlerle paylaşmak istediğim bazı rakamlar var. Bu kan emici vampirlerin, gurur duyma ifadesinin arkasına neden sığınmak zorunda kaldıklarını anlamak için rakamların dünyasının ibretlik olduğunu düşünüyorum.

  • Geçen yıl Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayınlanan bir rapora göre ABD’de
    41 milyon yoksul bulunurken, 18.5 milyon kişi aşırı yoksullukla mücadele ediyor.
  • Dünyanın en zengin 26 milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip.
  • 2018’de, 2200 milyarderin serveti 900 milyar dolar, yani günde 2,5 milyar dolar artış gösterdi. Zenginler daha zengin, yoksulların daha yoksul hale geldi. En zenginlerin serveti %12 artarken, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı %11 azaldı.
  • Walmart imparatorluğunun sahibi olan Walton’ların serveti Haziran 2018’de dünyanın en zengin aileleri sıralamasında zirveye çıktığı günden bu yana 39 milyar dolar (yaklaşık 218 milyar TL) daha artarak 191 milyar dolara (yaklaşık 1 trilyon) ulaştı.
  • Bugün ABD’nin en zengin yüzde 0,1’i 1929’dan bu yana herhangi bir dönemdekinden daha fazla serveti kontrol ediyor, ancak Asya ve Avrupa’daki muadilleri de varlıklarını artırmaya devam ediyor.
  • Dünya çapında, en zengin 25 aile geçen yıla nazaran yüzde 24 artışla toplamda yaklaşık 1,4 trilyon dolarlık (yaklaşık 7,8 trilyon TL) bir serveti kontrol ediyor.

SINIRSIZ, SINIFSIZ, SÖMÜRÜSÜZ VE SAVAŞSIZ BİR DÜNYA HAYALİ SATMAYA ÇALIŞIYORLAR

 Soros ve yancıları tarafından kurgulanan servet vergisi teorisi, 1400 yıl önce gelen İslam’ın dünyanın ve insanlığın kurtuluşu için tek çare olarak önerdiği Salat sisteminin süslü kelimelerle makyajlanarak toplumların önüne çare olarak koyulmasıdır.

Kuran-ı Kerim’in 120 yerinde sürekli dayanışma ve yardımlaşma vurgusu yapılmıştır. Bunun en bilinen örneği de Zekat’tır. Anlatılmak istenen bilginin ve sermayenin tekelleştirmesinin bozgunculuk olacağı, dolayısıyla eşitsizliğin ezilen kitleler oluşturacağıdır.

Dünyadaki bütün zenginler ihtiyaçtan fazla olanı elde tutmasa, ihtiyaçtan fazla olanı da mülkiyet ilişkisi kurmasa, verse dünyanın açlık sorunu, yoksulluk sorunu çözülür mü çözülmez mi? Bu önerisiyle din toplumlara açık bir mesaj vermek istemiştir.

Kuran’dan bu kadar çok alıntı yapmamın sebebi kusursuz bir mü’min olmam için veya din tezine sonsuz bir bağlılık hissetmem değil, küresel çetenin cevabı birçok kutsal metinde yer alan soruları önümüze tekrar tekrar getirmesidir. Bu bir erk davranışıdır. Topluma cevabını bilerek soru sormaktaki amaç bir yerden, bir yere sürüklemek yani manipüle etmektir.

Satılmak istenen sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya hayalinin arkasında yer alan ana neden yaklaşmakta olan tarihin en büyük ekonomik krizidir. Seçilmiş elitler ile küresel çete yakan top oynamaktadırlar. Top kimin elinde kalırsa, halkların o tarafı linç edeceğini düşünmekte haklıdırlar. Yalnız gözden kaçırdıkları konu her alanda yozlaştırdıkları insanoğlunun artık bu ayrımı yapacak sistematik düşünceyi üretme yetisinin olmadığıdır.

Zat-ı şahanelerinin de içgüdüsel olarak hissettiği gerçek doğrudur. Bu kriz toplumların öfkesini, nefrete dönüştürecek. Ve çıkacak ateş herkesi yakacaktır.

Servet vergisi önerisiyle adeta insanoğluyla kafa bulanlara sormak istiyorum;

Yüzyıllardır dayattığınız sömürü düzeni sonucunda yitirilen canları, tüketilen ömürleri yerine koyabileceğiniz bir servetiniz olduğunu mu iddia etmektesiniz?

Bütün malınızı, mülkünüzü toplumların ayaklarının altına serseniz insanoğlundan çaldığınız zamanın bir dakikasını, talan ettiğiniz yeryüzünün bir dalını yerine koyabilir misiniz?

* Bu yazımda eserlerinden ilham aldığım değerli yazarlar İhsan Eliçalık,
Hamza Yardımcıoğlu ve Murat İrfan Ağcabay’a teşekkür ederim.

Bir SOROS açılımı: Servet Vergisi!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!