Bal

Muhterem Nur’un ardından: Müslümcülerde aşk

featured

Prof. Dr. Caner Işık yazdı

20 Mart 2020’de Muhterem Nur 7 yıl 17 gün sonra acılarını, dermanlarını ve hayatının en güzel günlerini paylaştığı eşi Müslüm Gürses’e kavuştu. Müslümcüler için bir ana oldu, ve Müslüm Gürses’e olabildiğince yakın bir anlam dünyasında yaşadı. Yolu açık olsun, buradaki sevilmenin gücü gittiği yerde de destekçisi olsun. Müslümcüler üzerine çalışma yapmış biri olarak hem Muhterem hanıma bir veda yazısı yazmak hem de Müslümcülerin anlaşılmasını kolaylaştırmak adına kaleme aldığım Müslümcülerde aşk başlığı altında düzenlediğim yazıyı paylaşmak istedim.

Müslümcülerde “aşk”ın bir anlam şeması olarak kullanılması olup bitenlerin nasıl anlaşıldığı hakkında önemli ipuçları verir. Müslümcüye göre “Aşk” bireyin karşı cinse arzularından dolayı yönelmesi değildir. Daha çok geleneksel kültürdeki “aşk ve sevda” anlayışı temelinde şekillenir. Bu anlamıyla anlaşılması gereken “aşk”ta geleneğimizden (sosyal-tarihsel zihniyetimizden) gelen, üst manevi ve yoğun anlamlar yüklenen, “saf, temiz ve çıkarsız” durum olarak aşk kodlanır. Bu haliyle “aşkın” kendisi toplumsal bir inşaya karşılık gelir ve bu toplumsallık hali ve “bireyin” bizzat kişisel olarak yaşaması hali ise “insani” olmak adına başka bir kavramla açıklanmasını gerektirir. Daha açık bir ifade ile “birey” “aşkı” insana ait olduğu ve “insani” olduğu için yaşamak ister. Bu anlamıyla insan olmak aşkı yaşamayı hak etmekle ve aşkı yaşayabilme potansiyeline sahip olmayı işaret eder. Buna göre birey kendisini “aşk”la ifade eder; bu tarz bir ifade hakkını ise “aşk’ın” “insani” bir durum olmasında görür. Bu tür bir insani durum olması sebebiyle kişi onu yaşamak ister veya yaşamasa bile böyle bir anlam dünyasından bakmak ister. Aşkı birey dışında insanlık gibi “üst” ve açık seçik tanımlanamaz bir kavramla kurgulamak, insanlık anlayışının asıl sahibi üst bir iradeyi de kabul etmek sonucunu oluşturur. Bu üst irade ise sosyal-tarihsel zihniyetimizdeki bir anlayışla “Tanrı” olarak karşımıza çıkar ve bu anlamlar çerçevesinde Tanrının belirlemesi ile insanın toplumsal hayatı düzenlenir. Bu anlamda “aşk” Tanrının insanlara ortak olarak dağıtmış olduğu (insani olduğundan) ve insanların eşit olarak paylaşabileceği tek şeydir. Maddi alanda eşitsizliklerin yaşandığı toplumda, varoluşsal olarak manevi bir eşitlik vardır. İşte Müslümcü’ler kendi varlıklarına en uygun anlam dünyasını bu “eşitlikler” alanında aşkla kurarlar.

Tövbe ettim tutamadım sözümü,
Aşkla mı yoğurdun benim özümü,
Güldürme Allah’ım benim yüzümü,
Taş yağdır başıma sevdiğim için.

Aşk “insan” olmanın bir zorunluluğu olarak insanda vardır, yani insanın yaşadığı dünyanın iki önemli boyutunu maddi-rasyonel ve manevi-duygusal olarak belirlersek; maddi/rasyonel yönü, varoluşsal olarak hayatta kalma, bunun için beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik eylemlilik alanı ile ilgiliyken, manevi olarak inşa edilen varoluşsal anlam, duygusal yakınlık duyduğu, nesli devam ettirme güdüsüyle de birlikte olan karşı cinse duyulan istektir. Bunun yoğun bir biçimde yaşandığı, yaşamın içinde gizlenmiş hali ise “aşk” tır.

“Aşk”ın, insani olması ve duygu alanının anlamını işaret etmesi bakımından önceden kurgulanmış bir durumu vardır. Yani aşk insanlara üst seviyede / ruhani olarak belirlenmiş bir kurgu olarak kabul ettirilir. Bu kabul etme halinin kökleri gelenek içindeki “aşk” anlatıları ve hikâyelerinde görünebilir (Leyla-Mecnun, Kerem-Aslı; Ferhat-Şirin, Emrah ile Selbihan vb.). Bu tür bir kurgu zorunlu olarak bireyin hayatında şekillenmesi belirli bir abartıyı oluşturur . Bu abartı ise pratik hayatın içinde tavır olarak, bazen sözlü olarak “isyan” ve “tevekkül” (boyun eğme, kabullenme) arasında gidip gelme ile sonuçlanmaktadır.

Müslümcü’lere göre ekonomik gücü yerinde olanlar, yukarıdaki anlamıyla, aşktan yoksun olanlar şeklinde değerlendirilecektir . Çünkü “aşk”, “çıkarsız” ve “hesapsız” bir algılayışın sonunda oluşur; sevdiğinin varlığında kendini ve kendinin bütün önem verdiğin şeylerin erimesi mümkündür, “aşk” maddi olan hiçbir şeyi önemsemeyeceği ve maddi durumu yerinde olanların da bu ellerindekileri kaybetmek riskini göze alamamaları nedeniyle güce sahip olanlar kısmen manevi alanın üst duygusundan yani “aşk”tan mahrum olacaklardır. Çünkü maddiyata düşkün olan hesap yapar, çıkarını düşünür, kaybedebilme olasılığı olduğu şeye yatırım yapmaz. Dolayısıyla Müslümcü’lere göre “zenginler” aşk yolunda başarılı olamayacaktır.

Aşk duygu alanının bir ifadesi olduğu için sınırsız anlamlandırmalara da açıktır. Aşk bu anlamda, aşkı hissettirenden veya aşkın objesinden bağımsız kendi içinde bir değerdir . Bu hissedişin en üst katında ise Tanrı vardır. “Aşk”ın görünen anlamı Tanrıdan sevgiliye kadar farklılaşan bir yelpazeye sahiptir. Örneğin: bir şarkıda M. Gürses:

Evvela Hüda’yı tanımasaydım güzel
Vallahi sen benim Allah’ım olurdun.

Derken duygu alanındaki hissetmenin nasıl bir anlama karşılık geldiği görünmektedir. Kişi sevgiliye duyduğu aşkla bütün evrene veya Tanrıya duyulan aşk arasında gidip gelir. Aslında Tanrıya yönelik aşk maddi ve rasyonel hayatın içinde doğrudan karşılığı alınmamışken; sevgiliye duyulan aşkta maddi bir “çıkar” söz konusudur. Bununla birlikte, gerek şarkı sözleri gerekse filmlerde yer alan öğeler incelendiğinde, söz konusu maddi çıkar alanının sevgilide de olmadığı yansıtılmaktadır. Örnek olarak, sevgili ile sevişmek düşünülmez, sanki onun “var” olması sevilir hatta cinsellik sadece “kötü” kadınlarla paylaşılan “kötü” bir şeymiş gibi gösterilir.  Diğer bir deyişle, sevgiliye duyulan aşk “çıkarsız” ve varoluşsal bir hissediştir. Buradan Müslümcü’lerin cinsel hayatı yoktur gibi bir anlam çıkmaz. Sadece cinselliğin ideal kadına duyulan histe zayıf bir motivasyon olduğu belirtilmektedir.

Müslümcü’lerin dünyasına göre “aşk” bazı sembollerle kodlanır: Seven manevi hayatı simgelerken sevilen aslında maddi hayatın kendisini simgeler. Bu anlamda sevenin asıl olmak istediği yer sevilenin yanıdır. Ama “çıkarsız aşk” tasarımı bu maddi dünyanın da varlığını reddecektir. Dolayısıyla içinden çıkılmaz bir hal olacak, bir çözümsüzlüğe düşülecektir. Bir başka deyişle Müslümcü’lerde manevi alan maddi alanın önemsizliği mesajını verir. Fakat manevi alanın bu tür bir mesaj vermesinin sebebi maddi alanın yoksunluğu sonucunda Müslümcü’nün manevi kurgusunun oluşmasıdır.

Müslümcü’lerin anlayışına göre aşk, kendini maddi temelden arınmış olarak sunduğu için, maddi bir mutluluk aşkın sonunu getirecektir. Yalnız maddi unsurlara sahip olamamak bu çözümsüzlüğü oluşturduğu gibi, bu imkânlara sahip olmak ise aşkın kendisini tehlikeye sokacaktır. Bu anlamıyla “aşk” mutsuz ve ulaşılmaz gibi sıfatlarla tanımlandığı zaman anlamlı olarak değerlendirilecektir. Bu aşk durumu ve karşılığının maddi olmaması hali, hayat içindeki başarısızlıkların anlaşılır olmasını sağlayacaktır. Müslümcü’, maddi hayat içinde üst bir tüketimde bulunamayacağı gibi aşk hayatında da mutlu olamayacaktır. Bu içinden çıkılmaz durum ise Müslümcü’lerin “çile felsefesinin” temelini oluşturacaktır.

Müslümcü’lerde kadın teması bütün yaşamın temsilinde önemli bir eğretileme olarak kurgulanmaktadır. Bu durum “aşk” kurgusunun nesnesi olan kadının önemini gösterecektir. Kadının farklı tanımları  “aşk”ve buna bağlı anlamın nasıl farklılaştığını da gösterecektir. Bu anlamda saf temiz bir kadın tasarımı varken, arzulu hırslı kadın imgesine de yer verilmiştir. Müslümcüye göre âşık olunan kadın kendisini zengin bir hayat için her zaman terk etme potansiyeline sahiptir.

Aldanma çocuksu masum yüzüne
Mutlaka terk edip gidecek bir gün.
Sanma sever gibi göründüğüne
Seni sevmiyorum diyecek bir gün

Sevmek çok güzel şey aldanmak acı
Ruhunu saracak bir büyük sancı
O durmayan yolcu sen garip hancı
Hesabı vermeden gidecek bir gün.

Şeklindeki ifadeden aşkın kendisinin bilinçli olarak yüceltildiğini söyleyebiliriz. Müslüm, “vefasızlık insanoğlunun mayasında vardır” der. Bu durum yaşamış oldukları deneyimlerine ve maddi hayata çok benzer. Hayat onları hiç bir zaman mutlu etmeyecektir, ama onlar bu yaşamda yine de yaşamaya çalışacak, ufak tefek umutlarla kendilerini avutacaklardır. Bununla birlikte bildikleri çok önemli bir şey vardır; yukarıda tanımlanan sevgili gibi, hayat da güzelliğine ve çekiciliğine kapılacak bir şey değildir. Çünkü dünya da bu tanımlanan kadın gibi “zalim” olarak kodlanmıştır. Kendisini kullanan bir kadın, kendisini sömüren herhangi bir “üst” sınıf insanından farklı değildir.

Müslümcüye göre; kadının en büyük değeri güzelliğidir; bu güzelliği ile zaten zengin olan (maddi alanda güçlü olan) için de çekici olur . Kadın da güzelliğinin farkındadır ve bu özelliği ile üst bir sınıfa yerleşmek ister. Müslüm de bu güzelliğe âşık olmasına karşın o asıl güzelliğin “ruh güzelliği” olduğunu söyleyerek, aşkı kendi usta olduğu manevi alana çekmeye çalışır. Sonuçta sistemi temsil eden kadın ilk fırsatta altta olan Müslümcüyü terk edecek ve yeni bir yaşam kuracaktır. Müslümcü ise temiz aşkının anlaşılmadığından dolayı üzülecek ve bu “acımasız hayata” bir daha kahredecektir. Aslında kahrettiği, kadından daha çok hayatın kendisidir. Ama yaşadığı, anladığı, önünde olan ve kendisine yapıldığını bildiği tek zulüm budur. Güzellik gençliği çağrıştırır ve “gençliğine güvenme yıllar alıp gidecek” diyerek ilahi adaleti de doğal olarak zaman seyrinde görerek kabul eder; bir bakıma bu noktada “maddi gücüne güvenme” mesajını da vermektedir.

Kadın, Müslümcü’lerde hep negatif anlamlarla veya bir “öteki” olarak kodlanmaz. Nasıl kendileri bu yaşamın çirkefliği içinde “delikanlıca” bir duruş gerçekleştiriyorlarsa, kadın da kendi doğasına uygun “saflığı”, “temizliği” ve “yürekliliği” koruyabilir. Bu koruma durumu ise “namuslu” duruşuyla belirecektir. “Namus” teması/düşüncesi, cinselliğe bağlı bir “namus” anlayışından çok yaşama karşı “mertçe” duruşu gösteren kadının namusudur. Aşağıda da betimlendiği gibi, Müslüm’ün birçok filminde (Kul Kuldan Beter, İtirazım Var gibi) fahişe iken “namuslu” bir hayat kurabilen kadınların ne kadar dürüst ve saygın kişiler olduğu gösterilir. Burada da sistem insanı kötü konuma getirebilir, ama insan hep kötüyü bilip bundan kurtulmak ister; kurtulunacak nokta ise duygularladır, yani “aşk” iledir.

Muhterem Hanım Müslüm Gürses’in hayatını düzene koyan, kadına karşı olumlu duyguların hepsinin gözlendiği bir vitrindi Müslümcüler için. Kültür endüstrisinin bir parçası olması konusunda Müslümcülerle zaman zaman ters düşse bile Müslümcüler Muhterem hanıma saygıda kusur etmediler. Onu bir ana olarak kabul edip hayatının sonuna kadar desteklediler. Cenazesinde de yine Müslümcülerden seçilmiş bir grup vardı. Yolun açık olsun, sevdiğinle olasın…

 

Muhterem Nur’un ardından: Müslümcülerde aşk

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 6 Kasım 2020, 21:06

    bir müslümcü olarak alkılıyorum, tespitleriniz harika…

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!