1. Haberler
  2. Analiz
  3. Bir milli değer sorunu: ‘Yılbaşı yasağı’

Bir milli değer sorunu: ‘Yılbaşı yasağı’

featured

Mustafa Özgür Sancar yazdı…

Bir süre önce vefat eden ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın ”Sümerlilerde Tufan, Tufan’da Türkler” (Kaynak Yayınları) kitabını yeniden okumaya karar verdim. Tekrar okudum; beni okumaya sevk eden düşünce son derece net: Türklerin kültür, uygarlık ve siyasi tarihte, gerçek bilimsel araştırmalar derinleştikçe, karşılaştırılamaz bir öneme sahip olduğu gerçeği…

UYGARLIĞIN KAYNAĞI, SÜMERLER, TÜRKLER, BENZERLİK YA DA AYNILIK

Sümerliler, dil ve yaşam tarzı başta olmak üzere, toplumsal örgütlenme biçimi, sözel gelenek ve efsane, özellikle de Tufan efsanesinde Türk kavimleri ile pek çok ortak özelliğe sahip bir uygarlık. Dildeki benzeşme temelinde ortaya çıkan yakınlık, belki de aynılık, onların Orta Asya’dan gelen bir Türk boyunun devamı olduğu tezini güçlendiriyor. Mısır ve Antik Yunan’dan çok daha önce ve ileri bir uygarlığı temsil eden Sümerliler, tek Tanrılı dinlere de kaynak oldular. Yahudilik, başlangıç itibari ile tek tanrılı bir din değildi, sonradan bu özelliğe kavuştu, Hıristiyanlık, teslis (üçleme) tek Tanrıdan bahsetmez; İslam gerçek tek Tanrılı dindir ve kendinden öncekilere göre çok daha ileri bir aşamayı ifade eder. Kitapta bu gerçek birkaç bölümde, esaslı biçimde, vurgulanıyor. Kur’an’da Sümer medeniyetinin etkileri olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Sümer Tufan’ı ve Nuh efsanesinden bahsediliyor.

Uygarlık Sümer ülkesinin üzerinde yükseliyor ve 100’lerce yıl boyunca medeniyet, kültür ve siyasete yön veriyor. Tarihin temel kurucu unsuru yazı, Sümer ülkesinde ortaya çıkıyor.

TARİH YAPICI ZENGİN BİR KAVİM, DÜNYA VE AVRUPA TARİHİ TÜRKLER OLMADAN YAZILAMAZ

Dolayısıyla, 1071’den yüzyıllar önce Anadolu ve Orta Doğu’ya adım atan Türkler, dünya tarih sahnesinde tarih yapıcı bir kavim olarak yer alıyor.

Türklerden bağımsız bir Dünya tarihi düşünülemeyeceği gibi bir Avrupa tarihi de yazılamaz. Yürüyerek ve diğerleriyle karışıp, zenginleşerek dünya tarihini değiştiren kavimdir Türkler.

Büyük Türk tarihini İslam sonrası dönemle sınırlamak, tüm Dünya tarihine sırt çevirmek anlamına gelir. Türklerin tarihin akışındaki birincil rolünü görmezden gelmek, bilim ve mantığın dışına düşmektir. Türk tarihî ne siyasal İslamcıların, indirgemeci anlayışıyla İslam sonrası döneme hapsedilebilir ne de Batıcı, oryantalistlerin ileri sürdüğü şekli ile İsa’nın doğumunda biraz önceye denk gelir.

Türk tarihi çok derinde ve önemdedir.

ATATÜRK, MODERN DEVLET, MİLLET OLMAK, TARİH VE KÜLTÜR

Atatürk, Türklerin tarihinin 1000’lerce yıl önceye dayandığı ve büyük bir kültüre sahip olduğunu düşünüyordu.

”Atatürk’ün Sümerlere olan ilgisinin ilk olarak, bir Fransızca kitapta okuduğu ve altını çizerek yanına “mühim, önemli” diye not düştüğü “Sümerler Orta Asya’dan gelmiş olabilir­ler ve dilleri Ural-Altay dillerine benziyor”, cümlesi ile başladığı kanısındayız. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin kuruluşunda, her yerde adı “Asuroloji” olan bölü­mün adını, “Bırakın şu Samileri”, diyerek “Sümeroloji” koydurması ve yeni açılan bir bankaya Sümerbank adını verdirmesi hep Sümerlere olan ilişkisindendi. Çünkü çok uygar olan Sümerler Orta Asya’dan gelmiş olamaz mıydı?”

Muazzez İlmiye Çığ ”Sümerlilerde Tufan, Tufan’da Türkler” (Kaynak Yayınları)

Türk kültürünü tanımak, modern bir devlet ve ulus olmanın temel şartıydı. Atatürk, yüzyıllarca Türk diye aşağılanan ve bir millet kimliği olmadan, ümmetçi anlayışın zorlamasıyla dinî bir kimlikle tanımlanan Türklere millet bilinci kazandırmanın doğrudan yolunun, başlangıcı binyıllarla ölçülen Türk tarihinin ortaya çıkarılması ve öğretilmesi ile mümkün olduğunu düşünüyordu.

Ulus bilincine erişmiş, tarihini, hak ve hukukunu bilen yurttaşlara sahip olmak modern bir ulus devlet olmanın gereğidir.

Türkiye’deki tüm etnik grupları bir üst kimlikte, cumhuriyet yurttaşlığında birleştiren yeni modern devlet, Türk’e bir hanedanın boyunduruğunda ümmet olarak kalmayacağını, Dünya tarihini değiştiren ataların oluşturduğu büyük ve derin bir kültürün parçası olduğunu göstermeyi amaçladı. Türkler hakkettiği değeri Cumhuriyet’te buldu, Kadın’a değer veren, Kadın’ı ön plana çıkartan, insancıl ve gerçek değerlerini öğrendi.

Hun ve Göktürk imparatorlukları mükemmele yakın örgütlenmiş konar göçer imparatorluklardı, son derece sert ve tavizkâr olmayan adalet sistemleri vardı; bu büyük imparatorlukların yansıra Orta Asya’nın derinliklerinde Tunç çağının olgun aşamasında, ekin eken, kulübeler yaparak köy yaşantısı kuran Türk boyları vardı. Orta Asya’daki mağara resimleri ile Doğu Anadolu’daki mağara resimlerinin aynılığı ya da yerin 6 metre altından çıkan eşyalarla Anadolu’dakilerin benzerliği genişleyen ve 1000’lerce yıl önce Anadolu’ya ayak basan Türklerin varlığını ortaya koyan bilimsel veriler olarak kabul ediliyor.

MİLLİ DEĞER, YILBAŞI BİR TÜRK BAYRAMI

Türk, doğaya saygı duydu ve doğa ile barışık yaşadı; doğanın zorlamasıyla Çin sınırlarından, Avrupa içlerine kadar ilerledi, doğa hareketlerini gözlemleyerek, uzam ve zamanı bölümledi. Böylece büyük bir kültürel birikim yarattı. Bir yalın gerçeklik olarak kabul ettiği gökyüzü ve doğa, kültür ve değerlerinin şekillendirdi. Yılbaşı ve Bahar Bayramı bunlardan sadece bir tanesi…
Bu büyük kültürel varlığı, bugün belli ölçüde Anadolu’daki Türkmen aleviler yaşatıyor.

”Manevi değerlere” aykırılık gerekçesi ile okullara yılbaşı kutlamalarını yasaklayan talimat gönderen mevcut Millî Eğitim Bakanlığı Türk kültürünün karşısına düşmektedir.

Yılbaşı Türkler’e özgü bir gelenektir. Gündüzün geceye galip geldiği 21 Aralık’ta Nardugan bayramı kutlanır.
Nardugan Orta Asya Türklerinin bayramı… Başka yerde yetişmeyen kutsal Akçam ağacına kurdelelere dileklerini, isteklerini, yeni yıldan beklentilerini yazarlar. Anadolu’da bazı düğünlere hediye olarak çam dalı gönderilir. Akçam, eski Türklerde dünyanın merkezindeki kutsal yaşam ağacıdır. Anadolu halı ve kilim desenlerinde tasvir edilir. Nardugan’da insanlar evlerini temizler, en iyi elbiselerini giyer. Ağacın etrafında dans edip şarkı söylerler, yaşlılar ziyaret edilir.

İMGELEMİMİZDE YENİ YIL, DEVİNGEN DOĞA METAFORU

Çok açık… yeniliğin ya da yeniden başlangıcın bize dışarıdan bir etkiyle gelmesi daha kolaylaştırıcıdır. İradeyi kullanarak yenileşme çabası çoğu zaman zor gelir. Yeni yıl imgelemimizde yeni zamanları çağrıştırdığı için, bireysel yaşantımızda sanki bu yeni zamanlara eş yenilikler yaşayacakmış gibi hissederiz. Umuttur bunu sağlayan. Yeni yıl yeni umutlar getirir. Bunu kabul etmek ya da inanıyormuş gibi yapmak bizi rahatlatır. Aslında hissettiğimiz güneş aynı güneş, yağmur yine aynı, sokak, şehir hep aynı… Fark algılayışımızdan kaynaklanır. Yeni yıl aynı toprağı, aynı mekânları farklı görmemizi sağlar… Bu türden iyimser bir kabul ediş, binlerce yıllık Türk kültürünün yaşama olan derin bağlılığının göstergesidir. Yaşamın bitmeyen döngüsünün mutlak ve isabetli keşfidir. Bir metaforik doğa anlatımıdır, devingenliği ve değişimi bilinç düzeyine çıkartan içselleştirilmiş bir gerçekliktir.

“Yılbaşının da sence hiç bir hususiyeti yok mudur? diye sordum. ‘Hayır’ dedi; senenin diğer günlerinden ne farkı var sanki? Tabîat onu herhangi bir şekilde ayırmış mı? Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi bile o kadar mühim değil; çünkü ömrümüzü senelere ayırmak da insanların uydurması. İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerine yapılan her türlü taksîmat sûnidir.”

Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)

Belki bu işin felsefî tartışma boyutunu içeriyor. Tarihi-kültürel bakımından ise bambaşka bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Ve aslında bu, değişik gerekçelerle yılbaşı kutlamalarını yargılayanların kültür tarihimizle çeliştiklerini gösteriyor.

TÜRKLERDE YENİ YIL

Türklerde güneş büyük bir önem arz ediyordu. Canlanma metaforu olarak algılanan güneşi, atalarımız hayatın yeniden doğuşu olarak kabul ederlerdi. Gecelerin kısalıp, gündüzlerin uzamaya başladığı 21 Aralık’ta gece gündüzle savaşır, sonunda gün geceyi yenerek zafer kazanırdı.
Bu tarihten itibaren günlerin, hissedebileceğimiz hızın altında olsa bile uzamaya başlaması, atalarımızın bilincinde doğa ve yaşamın, kara kışın kollarından kurtulup yeniden canlanmaya başlaması olarak algılanıyordu. Bu nedenle sadece orta Asya’da yetişen, hayat-bilgi ağacı olarak da adlandırılan Akçam ağacı etrafında şenlikler yapılır, şarkılar söylenir, oyunlar oynanır, iyi dileklerde bulunulup, hediyeler sunulurdu. Ayrıca yaşlılar ziyaret edilir, birlikte yemek yenir… kısacası bir arada olmanın uğur getireceğine inanılırdı. Bu, bir topluluğu bir arada tutan duygudan ziyade, hayatın maddi gerçekliğiyle sınanarak ortaya çıkarılmış bir yaşam pratiğiydi: Doğa ve hayatın getireceği her türlü zorlamaya karşı bir arada kalarak yaşam devam eder.

‘BATI’NIN NOEL’İ…’

İşte bu ritüel ve dayandığı toplumsal gerçeklik temellerini Türklerden almıştır.

Hunlar’ın Avrupa’ya geçişlerinden sonra, Türkler’den Hıristiyanlara geçmiş ve İsa’nın doğumuyla ilişkilendirilerek “Noel” olarak tanımlanmıştır. Özetle bugün Batı’nın Noel olarak kutladığı bayram, temelde eski Türklerin yeni gelen yıl için düzenledikleri şenliklere dayanmaktadır.

Noel gibi Türklere ait pek çok ritüel ve kült uzun tarihî dönem içerisinde, kavimlerin etkileşimi sayesinde günümüze kadar ulaşmış, Asya, Avrupa ve Amerika’daki kültür ve inanışları etkilemiştir.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 22 Aralık 2024, 12:30

    Çok güzel bir yazı. Çok güzel bir derleme olmuş. Eline sağlık.
    Köklerimizi bilmeden, geleceğe yaprak açamayız.

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!