Av. Göksel Kırar yazdı…
Düz insanı biliyorsunuz değil mi? Hani şu sabah işine gidip kimseye bulaşmadan evine dönenleri. Gün içinde hırgür yapmadan işini yapanları. Yeni mezun çocuğunu işe sokmak için torpil aramayanları, amirinin gözüne girmek için şekilden şekle girmeyenleri, yaptığı yemeği servis ederken türlü maymunluklar icat etmeyenleri, işi çabuk bitsin diye bakanlıkta araya adam koymayanları, bebeğine nasıl muhteşem annelik yaptığını gözümüze sokmayanları ya da döviz fırlamadan bir gece önce yüksek yerlerdeki tanıdıklarından “Tüyo” almayanları…
Aslında “sade insan” da diyebiliriz ama kahve siparişi vermiyoruz.
Türkiye’deki düz insanı yasalara saygısından hemen tanıyabiliriz. Çünkü kurala, yasaya en çok saygılı olandır düz vatandaş. Saygısı biraz zorunluluktan doğar. Yanlış bir söz ya da adımda devletin ve toplumun ceza mekanizmasına toslayacağını çok iyi sezer. Bu yüzden sesini yükseltmek istemez uğradığı haksızlıklar karşısında. Toplumun ona çizdiği “makul vatandaş” çizgisinin dışına çıkmaktan çekinir, aksi halde mahallesi tarafından dışlanacağını bilir. Başı yasayla ya da nüfuzlu biriyle derde girerse, yani “sistemle” takışırsa, onu koruyacak daha nüfuzlu bir tanıdığı yoktur çünkü. Aldığı hizmeti veya ürünü beğenmeyecek olsa, onu değiştirecek gücü ve parası da…
Bilgiye ulaşacak, analizle uğraşacak kadar zamanı yoktur düz insanın, zaman ondan çalınmıştır, bu yüzden sezgiyle hareket eder. Siz hiç günde dokuz-on saat mesaide canı çıktıktan sonra felsefe kitabı karıştırıp konyak içen çalışan gördünüz mü?
Daha çok bir sıkışmışlık içinde hayatını geçirir düz insan ve mutlaka çocuğu için yaşar. Günü yakalamakla, moda olanı takip etmekle koşullandırılır; sosyal medya, televizyon, radyo ile durmaksızın bir bombardımana tutulur hem de her yerden her gün; son sürüm telefonun piyasaya çıkması için gün sayılır, rezil bir karışımdan yapılan çikolatayı çocuğuna alabilirse içi rahatlar, o ünlü marka mont tıpkısının sahtesiyle üstüne olmuştur, bayramda memlekete giderken yol üstünde Salda Gölü’nde bir poz çekilirse ya da manzaralı bir vadide serpme kahvaltı denk getirilirse, o sıkışmışlıktan birazcık da olsa çıkmış hisseder kendini. İçten içe istediği şeyi değil, ondan istenileni yaptığını çok iyi bilir ama sesini çıkaracak cesareti kaybedeli çok olmuştur. Dünyanın hızla değiştiğidir ona söylenen, bu yüzden itiraz etmeden “değişime ayak uydurması” istenir. Değişim denen de herkesin yaptığını yapmasıdır.
Müthiş gelişmiş sezgileriyle, kendi sesine ket vurmak zorunda kaldığından, ses çıkaranların makamını, notasını anında tanır. Kendisinin söylemek isteyip de söyleyemediklerini dile getireni görürse, can havliyle sarılır. Bu yüzden üst perdeden konuşanları, her konuda uzman kesilenleri dinlemekle geçer hayatı biraz. Hayat kavgasıyla o kadar meşguldür ki, bu hay huy içinde onu birazcık savunanı, derdine tercüman olanları başının üstünde gezdirmeye dünden razıdır. Çünkü gelecek kaygısı pek rahat uyku vermez düz insana. Çocuğun okul masrafı, evin kirası, arabanın yakıt parası can yakmayacak gibi değildir.
Yiğit Bulutlara, Yavuz Bingöllere, Teğmen Çelebilere toz kondurmaz, sağlam bir kazık yiyene kadar. Yılmaz Özdil gibilerin birkaç bin mangırlık ultra atlas yaldızlı deri kuşe ciltli Atatürk kitabı kakalamasını bile sineye çeker bu yüzden.
Biraz da bu yüzden hep bir kurtarıcı bekler bu toprakların düz insanı.
Yirmi yıl önce kurtarırlar diye iktidara getirdiklerinin, öncekilerden bir farkının olmadığını anladığı an başka kurtarıcılar aramaya başlar hemen. Farkları olduğunu bilir aslında, bu sefer gelenlerin öyle Özal, Çiller dönemindekiler gibi kaptıkaçtıyla yetinmeyeceklerini hüzünle anlamıştır.
“Harun gibi geldiler, Karun gibi zengin oldular, hesap soracağız” diyenleri umut olarak görmüşlüğü olmuştur.
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlerden hesap sormazsam namerdim” diyenlerin, İçişleri Bakanlığı “misyon”unu tamamlayıp kenara çekilmesini buruk bir tebessümle izler bu yüzden.
Aslında siyasi partilere pek güvenmez düz insan, örgütlü mücadelenin karşısında değilse de yanında da olmamıştır. En azından otuz yıldır bu işlerden elini eteğini çekmiştir. Çünkü yarı yolda bırakılanın, seçimler geçtikten sonra yüzüne bakılmayanın hep kendisi olduğunu defalarca tecrübe etmiştir. Bu yüzden aç da olsa bu işlere “karnı toktur”.
Siyasette, mücadele gücü düşük, “örgüt” gücü yüksek yerlerde olanların bal tutup parmağını yaladığını bildiğinden, kendi bahtını sakince işini yapmakta arar.
“Asgari ücret otuz bin liranın altında olursa dünyayı size dar ederiz” gibi sözlere kılını kıpırdatmaz. Çünkü söyleyenin de, onlara alkış tutanların da kendi kaderiyle yapay bir ortaklık kurmak istediğini bilir.
Bir umut, belki bir şeyler değişir diye Sedat Peker gibi kırk yıllık mafya babasından medet umar ve bir fenomen yaratır.
Hemşericilik nedir pek anlamaz düz insan, çok çok memleketlisi kasaptan et alır, hemşerisine muhasebe defterini tutturur. Hangi genel müdürlüğe kimin hısım akrabası atandı, belediyede hangi kadroya kimin torpilli mahdumu yazıldı diye pek meraklanmaz. Yani Kartal İmam Hatiplilerin, Gürsel Tekinlerin, Veli Ağbabaların işlerine aklı ermez.
Haktan, adil bir düzenden yanadır; sınıf mücadelesinin ne demek olduğunu pek belli etmese de bilir aslında, içinde bir yerlerde bunun ateşi de yanar ince ince. Ama bu lafları bilip bilmeden büyük büyük edenlere bir türlü ısınamamıştır. Hele karikatür devrimci bıyığıyla geçen yüzyıldan kalmış gibi ortalıkta gezenlere inceden güler geçer.
Hukuku, yasaları önemser dediysek kendi geleceğine yön vereceklerde bunu arar manası çıkmasın. Öyle diplomayla, anayasanın bilmem kaçıncı maddesindeki şartlarla ilgilenmez, bunun takibini yapacak pek tabii ki kendisi değildir. Memleketin bu işle ilgilenecek kurumları, meclisi, okumuş adamları varken ondan diploma hassasiyeti isteyenleri anlamaz. Bu yüzden de ne devlet başkanının mezuniyetindeki, ne de en büyük ilinin belediye başkanının diplomasındaki ali cengiz oyunlarına kafa yormaz. İşine gider ve işinden döner pek mutluluk duymasa da. Mutluluk duymaz belki ama işini yapar; sessizce, kaytarmadan, hak yemeden.
Tarikatla, hocayla arası yoktur düz insanın. Hacı hoca tayfasından ne kendine ne memlekete bir hayır gelmeyeceğini çok iyi bilir. Çünkü kendi semtinden tanır bu gibi takkecileri. Tanır ve uzak durur. İnancını kendince yaşarken, başkasının işine burnunu sokmayı sevmez. Ramazanda orucunu bihakkın tutan da vardır, artık olduğu kadar eş dostla mütevazı eğlencesini ihmal etmeden içkisini içen de. Öyle kulüpler, afili mekânlar değildir adresi. Yılmaz Erdoğan’ın Demirören grupla cilveleşmesinden doğan leş dizisindeki pavyonlar hiç değildir.
Belki iş çıkışı uğranılan bir ahbabın yeri, bazen iki tek atılacak yol üstü birahanesi(pub mı desek), arada sırada hesabı şaşırtmayacak bir meyhane, en çok da evde demlenme.
Yasayı kendince tanımayıp, şiddete ve zora meyleden haydutlardan olmamıştır düz insan.
Sınıf atlama motivasyonuyla metropol cangılında başkasının kanını emmekte sakınca görmeyenlerden de değildir. İlki lümpen, ikincisi üçkağıtçıdır ve ikisinin de sistemle arası çok iyidir, yukarıdakilerle olduğu gibi.
Paraya ulaşmak için her yolu mübah görmez. Kimisi buna hayatta risk almaktan kaçmak derken, o açgözlülükten uzak durmak diye düşünür.
Her ne kadar sosyal yaşamda, siyasette, tüketimde kapana kısılmış olsa da bu memleket çokça düz insanın yüzü suyu hürmetine döner yani. Felaketinde dertlenir, şehidinde ağlar, bayramında, galibiyetinde bayrak asar.
Adliye onu savunmaz, sıhhiye onu iyileştirmez, mülkiye onu korumaz…
Buna rağmen gelecekten umudunu kesmeyendir aynı zamanda. Gelecekten umudunu kesmez çünkü çocuğunun da ülkesinin de daha iyi günlere layık olduğunu düşünür.
Hepimiz tanırız düz insanı.
Paramızı uyutup büyüten bankadaki güvenlik görevlisi, çocuğumuzun okulundaki öğretmen, oto yıkamacıdaki delikanlı, marketteki kasiyer kız, vergi dairesindeki memur, aile hekimliğindeki doktor, arada sırada uğradığımız aktar, lokantada servis yapan garson, arabamızı bıraktığımız vale, serasında tohumları istifleyen çiçekçi, işhanındaki kuaför…
Asgari ücreti dert edinendir düz insan, asgari ücretin birkaç katı eline geçse de.
Bu yüzden de çerezini çekirdeğini almış, yeni bir yılı güzel temennilerle karşılamak ister. Meşrebine göre içkisini, çayını kahvesini hazır eder, bir de sigarasını. Çok sigara içer düz insan. Bütün bu dertlere katlanırken bu kadarcık zevkin de hakkı olduğunu düşünür.
19. yüzyıl isyanlar çağıydı, 20. yüzyıl devrimler çağı.
21. yüzyılın ilk çeyreği biterken, dümdüz bir çağda mı yaşayacağız, yoksa düz insanların tedirginliğinin bittiği, toplumdaki ağırlığının farkında olduğu bir çağ mı bizi bekliyor, zaman gösterecek.
Olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun.
Yeni yılınız kutlu olsun.
(Modern zamanlarda öyle ruh hastaları türedi ki, cinsiyet ayrımcılığıyla suçlanmamak için her lafı iki kere tartıyoruz. Düz insan elbet sadece erkeklerden oluşmuyor; öyleyse bu kadeh senin de şerefine amcakızı!!)
Çok güzel bir yazı Göksel hocam, kalemine sağlık.
Umarım o düz insanların içindeki mücadeler ateşini, ufak kıvılcımlarla birlikte yakacağız ve Cumhuriyet devrimlerine bağlı sistemi yeniden inşa edeceğiz.