Osman Kutlu yazdı…
Düşman, Çalışlar Köyü’nde, İzzettin Çalışlar’ın 1.Kolordusu tarafından zorlu bir mücadele sonucu yarılınca, ordusunun kuzeyde kalan büyük kısmı Trikopis komutasında Çalköy’e, meydan muharebe bölgesine doğru çekildi ama bir kısmı kaçıp kurtulsa bile büyük kısmı ve ağırlıkları imha oldu.
Güneyde kalan kısmın başında General Franco vardı. Trikopis’in talimatı üzerine hızla güneye, Kaplangı Dağı’na çekildi. Dağ hattını ve Banaz Geçidini tutacak, Trikopis birliklerini toparlayıp gelene kadar Türk Ordusunun taarruzlarını ve tepeyi ele geçirmelerini engelleyecekti. Trikopis geldiğinde Murat Dağı-Kaplangı Dağı-Ahır Dağı hattında yeni savunma hatlarını kuracaklardı.
Kaplangı Dağı, 500-600 metre mesafede yaklaşık 500 metre yüksekliğe çıkan, oldukça sarp bir dağ kütlesi olup, bir yanında Ahır Dağı, diğer yanında Murat Dağı vardır. Bu yan yana dizilerek doğal bir engel, doğal bir savunma hattı olan dağ kütlesinin tek geçiş yeri Banaz Geçidi’dir. Kaplangı Köyü’ne gelen Franco, köylüyü toplayıp, süngü zoruyla, tepede bugün de halen görülebilen ama yok olmak üzere olan mevzileri yaptırdı.
Daha önce Uşak savunmasında da görev almış olan İzzettin Çalışlar bölgeyi iyi biliyordu. Bütün çabalarına rağmen yetişememiş, Franco savunma hattı kurabilmek için bir gün kazanmıştı. Dağın ve geçidin ne kadar zorlu olduğunu bildiği gibi durumun ne kadar kritik olduğunu da biliyordu. 29 Ağustos gecesi Halaçlar Köyü’ne karargâhını kurdu ve birliklerini toparlayıp hazırladı. Askerleri büyük bir heyecan ve enerjiyle mücadele ediyorlar, durmak istemiyorlardı ama onların çok yorulduğunu biliyordu. Birliklerin düzeni de bozulmuştu. Önlerinde zorlu bir muharebe olacaktı ve bu bir günün en azından yarısına onların da ihtiyacı vardı.
Banaz Geçidi’nden geçmek birliklerini imha ettirmek demekti ama Kaplangı Dağı’na taarruz etmek de çılgınlıktı. Çünkü Kaplangı, Ahır Dağıyla bitişik ve Ahır dağlarını aşmaya da zaman olmadığından tek çare cephe taarruz yapmaktı. Bir komutanın nasıl bir askerî deha ve zekâya sahip olduğu böyle anlarda verdiği cesur kararlarla ortaya çıkar. İzzettin Çalışlar da örnek aldığı Mustafa Kemal Paşa gibi bir askerî zekâ ve dehaya sahip olduğunu burada gösterdi. Kaplangı’ya cephe taarruzu yaptı.
30 Ağustos günü öğlen saatlerinde başlayan Kaplangı Muharebeleri bütün gece ve sabaha kadar sürdü. Trikopis’in zar zor kaçabildiği ama ordusunun imha edildiği, Türk Ordusunun son 300 yılın en büyük zaferini elde ettiği saatlerde Kaplangı’da da can pazarı yaşanıyor, Uşak ve İzmir’in kaderi canla ve kanla yazılıyordu.
Bütün gece çok sert muharebeler yaşanmış, çok defa süngü süngüye girilmiş, mevziler karşılıklı birkaç defa el değiştirmişti. Sabah güneş bu defa ufuktan Uşak için parlıyor, düşman tepeden dağınık ve perişan halde çekiliyordu ama Kaplangı yamaçlarında da 500 civarında şehit yatıyordu.
Vatanı ve milleti için ömrünü harcayan, en sonunda da canını onuruyla veren Albay Reşat Çiğiltepe, şehadetine rağmen vatanına hizmet etmeye devam ediyordu. Aldığı üstün birlik yetiştirme ödüllerini hak ettiğini bir kez daha gösterdi. Kaplangı Dağı’na cephe taarruzu yapan birlik onun yetiştirdiği 57.Tümen’di. Askerleri “komutanlarının öcünü almayı” haykırarak öyle bir taarruz ettiler ki, Başkomutan Muharebesi’nde yazılan destanın bir eşi de burada yaşandı.
Yolu düşenler Banaz Geçidinden geçerken, Afyon tarafından gelirken sol tarafa, Uşak tarafından gelirken sağ tarafa bakarlarsa ne demek istediğimi, buraya cephe taarruzu yapmanın nasıl bir çılgınlık olduğunu anlayacaklardır. Üstelik günümüzde bile çok zor olan gece taarruzunu o günlerde her şeye rağmen yapabilmek eşsiz bir destandır.
Sabah olduğunda, hemen her yerde olduğu gibi burada da şehitleriyle ilgilenemeden düşmanın peşine giden birliklerimiz, şehitlerini geride kalanlara, uğruna canlarını verdikleri halkına bıraktı. Oysa maalesef bu civardaki köylüler, özellikle Kaplangı köylüleri, şehitlerin üzerindeki kıyafet ve değerli eşyaları aldıktan sonra üstlerine bir kürek toprak bile atmadan bıraktılar. Şehitlerin naaşları çürüdü, kurda kuşa yem oldu, aylarca bölgeye kokudan yaklaşılamadı.
Günümüzde de değişen bir şey yok. Kaplangı Şehitleri için ne bir anıt var, ne de bir tabela var. Hatıralarını yâd eden olmadığı gibi Kaplangı Muharebeleri anlatılmaz, konuşulmaz bile. Bari siz unutmayın…
“Oysa maalesef bu civardaki köylüler, özellikle Kaplangı köylüleri, şehitlerin üzerindeki kıyafet ve değerli eşyaları aldıktan sonra üstlerine bir kürek toprak bile atmadan bıraktılar.”
Sözün bittiği yer!
Türk halkının vefasızlığını Yakup Kadri ”Yaban” romanında net şekilde ortaya koymuştur. Bugünlerde yaşadıklarımız da o günlerden gelen genetik arızalardan kaynaklanmaktadır.