Barış Tekin yazdı…
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulusal bayramlar yurdun dört bir yanında coşkuyla kutlanıyor, bu kutlamalarda sadece Cumhuriyetin ilanı değil milli kalkınma hamlesinin nüvesi sayılan ve her biri milli bağımsızlığımızın perçinleyicisi olarak görülen fabrikaların kuruluşu halka ilan edilip zafer havasında karşılanıyordu. Kutlamalar için hazırlanan zafer taklarında ve afişlerde en çok kullanılan sözlerden bazıları şöyle:
”Her şeyi kendimizden bekleriz.”
”Milli iktisadı cumhuriyet doğurdu.”
”Önce buğdayı bile dışardan alırdık, şimdi ipekliyi bile memlekette yapıyoruz.”
Cumhuriyeti kurup bizlere armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir” sözü, Batı dünyasında ortaya çıkan Sanayi Devrimini 200 yıl öncesinden kaçırmış ve bunun sonucunda Batılı güçler tarafından işgale uğramış Türk milletinin tekrar tarih sahnesine çıkışını ve bağımsızlık yolunda izlemesi gereken sanayileşme hamlesini vurgulaması bakımından önemlidir. Artık genç Cumhuriyetin muharebe alanı bilim ve fen sahasında olacak ve yeni zaferler bu alanda kazanılacaktır.
Kurtuluş Savaşı’mızın büyük ve kesin bir zaferle sonuçlanmasından yaklaşık 5 ay sonra ve yine düşmanın denize döküldüğü yer olan İzmir’de, bu sefer başka bir savaştan galip ayrılmak üzere İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat – 4 Mart 1923) düzenlendi. Atatürk’ün kongrenin açılış konuşmasında söylediği sözler, yeni cephenin artık ekonomi sahasında kurulmasının kaçınılmaz olduğunu özetler niteliktedir:
“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferle taçlandırılmazsa meydana gelen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda söner.”
“Yeni Türkiye’mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü; zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.”
Kongrede alınan kararlar doğrultusunda Lozan Konferansının ikinci oturumunda antlaşma imzalanmış ve 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM’de onaylanan Lozan Antlaşması gereğince; yabancılara verilen tüm imtiyazlar ortadan kaldırılmıştır. 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile Türk denizlerinde yabancıların gemilerle ticaret yapması yasaklanmış ve bu hak sadece Türk vatandaşlarına tahsis edilmiştir. Osmanlı’nın çöküş döneminde ülke maliyesini yabancılara teslim eden Düyun-u Umumiye idaresi sona erdirilerek ülkenin mali bağımsızlığı ilan edilmiştir.
Emperyalizme karşı kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni Türk Devleti’nin yaşayabilmesi ve güçlü bir şekilde tarih sahnesinde yerini alabilmesi için mali ve iktisadi bağımsızlığın ön koşul olduğunu bilen büyük kurtarıcı, Lozan Konferansı’nda İtilaf Devletleri tarafından devamı istenen kapitülasyonlar ve yabancılara imtiyazlar konularında tavizkar bir tutumdan uzak durulacağını her fırsatta dünya kamuoyuna ilan etti. İktisadi bağımsızlık konusunda Türk milletinin kararlılığını belirtmek üzere İsmet Paşa liderliğindeki Lozan Heyeti görüşmeleri yarıda keserek yurda geri döndü. Lozan Konferansı’na ara verilen bu dönemde ülkenin dört bir yanından gelen çiftçiler, esnaflar, zanaatkarlar, tüccarlar ve işçilerden oluşan İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk adeta 100 yıl öncesinden bugünlere de ışık tutuyor ve Türkiye’nin siyasi bağımsızlığının, ancak tam bir iktisadi bağımsızlık ile mümkün olabileceğini şu sözlerle dünyaya duyuruyordu: [1]
“Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”
Son söz olarak demiştim ki; Memleketimizi artık esir ülkesi yaptırmayız. Nazar-ı dikkatinizi celbetmiş olan konferansın son müzekeratı bu nokta ile alakadardır. Lozan konferansının kesintiye uğraması aynı meseleden kaynaklanmaktadır. Ordularımız en büyük bir zaferi elde etmişler ve zafere yürüyüşünü durduracak hiçbir mania mevcut değildi. Böyle bir zamanda İtilaf Devletleri hukuka bağlı olarak haklarımızın meşruiyetini antlaşma ile tasdik edeceklerini, müzakeratla halledeceklerini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler.
Millet, Meclis ve hükümetimiz samimi olarak sulh taraftarı bulunduğu için muzaffer ordularımızı durdurarak, heyetimizi Lozan’a gönderdik aylardan beri müzakerat, münakaşat devam etti. Muhataplarımız hukukumuzu tasdik etmiş olmadı.
Konferanstaki muhataplarımız bizimle üç dört senelik değil, üç yüz, dört yüz senelik hesabatı görüyorlar ve hala muhataplarımız Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye’nin mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azimkar, inançlı ve yürekli olduğunu, istiklal-i tamm ve hakimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakarlık yapamayacağını hala anlayamamışlardır. Bu yüzden İtilaf Devletleri tereddüt ettiler. İstedikleri kadar tereddüt edebilirler. Bu millet artık kararını vermiştir. Bu millet için tereddüt devirleri çoktan geçmiştir.
Nihayet bütün cihan bilsin ki, bu millet istiklal-i tammının temin edildiğini görmedikçe yürümeye başladığı yoldan bir an geri durmayacaktır. (Alkışlar) Biz kimseden fazla bir şey istemiyoruz, her medeni milletin malik olduğu şeylerden mahrum edilmemeliyiz. Haklarımız tabii meşrudur, bize lazımdır. Ne kadar haklı isek bunu müdafaa için de memleket ve milletimizin kabiliyet ve kudreti de o kadardır. (Alkışlar)
Görülüyor ki, bu kadar kat’i ve yüksek bir zafer-i askeriden sonra dahi bizi sulha kavuşmaktan men’eden neden doğrudan doğruya iktisadiyedir, iktisadi görüşlerdir. Çünkü bu devlet, bu millet hakimiyet-i iktisadiyesini temin ederse, o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın bir türlü rıza göstermedikleri budur.”
17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında 1135 temsilciyle toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar tarihi açıdan yeni Türk Devleti’nin ekonomi alanındaki temel prensiplerini ortaya koymuştur. Bu prensipler Kongre’de alınan kararlarla belirlenmiş olup, şu şekilde özetlenebilir: [1]
- Çiftçiden alınan Aşar Vergisi kaldırılacak
- Yabancılar tarafından işletilen Tütün Rejisi kaldırılacak, tütün ekimi ve ticareti serbest hale gelecek
- Yabancı paraların piyasayı bozacak dalgalanmaları için önlem alınacak
- Tarım ve sanayi yatırımlarının desteklenmesi için büyük sermayeli milli bankalar kurulacak
- Türk deniz sularında yabancıların ticaretine engel olunacak (Kabotaj Hakkı)
- Karadeniz ve Akdeniz’de ivedilikle limanlar tesis edilecek
- Milli Sanayinin gelişimi için korumacı bir gümrük politikası takip edilecek
- Çalışma özgürlüğü esas alınacak
Bu kararlar yanında “Misak-ı İktisadi Esasları” olarak bir dizi milli iktisadi ilke belirlenmiş, bu ilkelerden birinde hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanlar olarak görülmüş ve faydalı olan her türlü yeniliğe açık olunacağı belirtilmiştir.
İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasına önemli katkıları olan İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt ise Kongre’de yaptığı konuşmada yeni Türk Devleti’nin nasıl bir ekonomik felsefeye sahip olduğunu şu sözlerle ifade eder: [1]
“Ben hakimiyeti milliyeyi, milli hakimiyet-i iktisadiye olarak anlarım. Böyle olmazsa hakimiyet-i milliye serap olur.”
“Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiçbirine benzemeyiz. Ne bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar ekolünden, ne de sosyalist, komünist, etatist veya himaye ekollerinden değiliz. Bizim de yeni Türkiye’nin, yeni ekonomi anlayışına göre yeni ekonomi ekolümüz vardır. Buna ben, Yeni Türkiye Ekonomi Okulu diyorum. Yukarıda belirttiğimiz ekollerden hiçbirine bağlı olmamakla beraber, memleketimizin ihtiyacına göre bunlardan faydalanmaktan da geri kalmayacağız. Yeni Türkiye, karma bir ekonomi sistemi izlemelidir.”
Osmanlı’nın yüzyıllardır süregelen çöküşü ve bilimsel anlamdaki geriliği, ülkenin modern üretim tekniklerinden yoksunluğu, tarımın hala ilkel tekniklerle kağnı ve öküz ile yapılıyor oluşu ve ülkede bir sanayi varlığından söz edilemeyişi ekonomik anlamda genç Cumhuriyeti en çok zorlayan konuların başlıcalarıydı. Bunun yanında sırasıyla Balkan Savaşları, Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı’nda milyonlarca Türk ya katledilerek ya da savaşlarda şehit düşerek hayatını kaybetti. Ülke hem yetişmiş insan gücünden hem de yatırım için ihtiyaç duyulan sermayeden yoksundu.
Böyle bir dönemde Cumhuriyet hükümetinin ilk öncelik verdiği işlerden biri, tarım alanında yapılan devrimsel yeniliklerle tarımsal üretimi arttırmak ve ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçi sınıfını güçlendirmek oldu. Bu yönde atılan adımlardan ilki, bir nevi Ortaçağ vergisi olan Aşar’ın çiftçi ve köylü lehine yürürlükten kaldırılmasıdır. Bu vergiden toplanan gelirler, ülke bütçesinin yaklaşık dörtte birini oluşturmasına rağmen, yüzyıllardır mültezimler tarafından toplanarak çiftçi ve köylü üzerinde baskı unsuru oluşturan Aşar Vergisi 1925 yılında yürürlükten kaldırıldı. Bunun yanında 1926 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun ile köylü yüzyıllardır işlediği toprakta kiracı olmaktan çıkıyor, ekip biçtiği toprağın yasal sahibi oluyordu. Tarımda makineleşmeye geçmek ve modern teknikleri yaygınlaştırmak amacıyla Ziraat Bankası aracılığıyla çiftçilere uzun vadeli ve ucuz krediler sağlandı. Örnek çiftlikler ve tohum ıslah enstitüleri ile modern tarım ve hayvancılık yöntemlerinin kullanılmasını yaygınlaştırmak doğrultusunda ziraat mektepleri kuruldu. Yabancıların tekelinde olan Tütün Rejisindeki imtiyazlar kaldırıldı.2 1924 yılında çıkarılan “Zirai Birlikler Kanunu” ile tarım kooperatiflerinin yaygınlaştırılması amaçlandı. Bu kanunu 1935 yılındaki “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” izledi. Kooperatiflerin yaygınlaşmasıyla üretici ve tüketiciler arasındaki aracıların çıkarılması ile hem üretici kesimlerin koşullarında iyileşme sağlanması hem de tüketicilerin ürünleri daha ucuza tüketebilmesi hedeflendi.3
Genç Cumhuriyet bir taraftan tarım alanında yaptığı reformlar ve ıslah çalışmalarıyla verimliliği artırmaya çalışıyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün önem verdiği bir diğer konu ise ülkede yapılacak yatırımları birbirine bağlayacak olan altyapı çalışmalarıydı. Cumhuriyet’in ilanından itibaren istikrarlı bir şekilde şimendifer (demiryolları) politikası takip edildi. Yabancıların kontrolündeki demiryolları satın alınarak hızla millileştirildi ve demiryolları üzerindeki yabancı imtiyazları sonlandırıldı. Haydarpaşa Limanıyla birlikte Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya ve Arifiye-Adapazarı ve Mersin-Adana demiryolu hattı satın alınarak devletleştirildi. 4 Demiryolu işletmeciliği Cumhuriyet Hükümeti’nin sanayileşme ve endüstrileşme hamlesi yolunda en önem verdiği konulardan biri oldu ve yurdun dört bir yanını demiryollarıyla örerek birbirine bağlamaya öncelik verildi. 1925-1938 yılları arasında yapımı tamamlanan 3000 km kadar demiryolu hattı Balıkesir, Kütahya, Samsun, Sivas ve Malatya’ya kadar uzandı ve Cumhuriyet Hükümeti’nin işletmekte olduğu demiryolu ağının toplam uzunluğu 6719 km’ye ulaştı. Bunun yanında karayolları ve köprüler ile ulaşım ağı genişletilmeye çalışıldı. İstanbul Elektrik işletmesi, İstanbul Rıhtım İşletmesi, Ereğli Limanı, Zonguldak Çatalağzı Demiryolu ve Kömür Madeni İşletmeleri, İstanbul ve İzmir Telefon İşletmeleri gibi yabancı şirketlerin elinde olan birçok kuruluş özkaynaklar seferber edilerek millileştirildi. [1]
Ekonomik gelişmenin temelini oluşturacak sosyal ve siyasi kurum ve yasaların tesis edilmesi amacıyla milli bir meclise dayalı Cumhuriyetin ilan edilmesi; Bilimsel, çağdaş ve milli esaslara dayanan bir eğitim programının benimsenerek müfredatın birleştirilmesi; Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi; Harf devriminin yapılması gibi birçok yenilik ve devrim yeni Türk Devleti’nin temelini oluşturdu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında diğer alanlarda yapılan devrimlerin yanında, ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilmesi için elzem bir alan olan sanayinin geliştirilmesine de son derece önem verildi. Bu konunun önemine dikkat çekmek üzere Atatürk “Bu geniş ve verimli toprakları işleyebilmek için eksik olan el emeğini, her ne olursa olsun, teknik araçlarla tamamlamak zorundayız. Yurdumuz bir tarım ülkesidir. Fakat aynı zamanda sanayimizi de güzelleştirmek, geliştirmek zorundayız. Eğer sanayi konusunda hoşgörür olmaya devam edersek, endüstri ürünleri yönünden, yine dış ülkelerin haraçgüzarı oluruz.” 2 diyerek sanayi ve tarıma gereken hassasiyetin gösterilmesine vurgu yapmıştır. Bu doğrultuda, tarımsal alandaki atılımların yanı sıra 1927 yılında “Teşvik-i Sanayi Kanunu” ilan edilmiştir. Bu kanun ile milli sanayinin oluşturulması için gereken yatırımların devletin öncülüğünde hayata geçirilmesi hedeflenmiştir. Tarımsal gelişmeyi sağlamak için Ziraat Bankası’nın çiftçilere desteği arttırılırken bir yandan da ticari ve sınai alandaki yatırımlara kredi sağlamak amacıyla Türkiye İş Bankası (1924) ve Sanayi ve Maadin Bankası (1925) kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılını, ekonomideki gelişmeler açısından iki bölüme ayırmak yanlış olmaz. Bu anlamda, Devletçilik ilkesinin hükümet programına girmesi ve Planlı Kalkınma politikasının iyiden iyiye uygulanır hale geldiği 1930 yılı bir dönüm noktası kabul edilebilir. Bu tarihten itibaren devlet ekonomik sahadaki tüm alanları kontrol altına aldı ve yatırımlar Sümerbank gibi kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla planlanıp hayata geçirildi. Bu yıla kadar devletin ekonomik sahada bu kadar hareket kabiliyeti bulamamasının bir sebebi, Lozan Antlaşması’nın ticaret hükümleri gereği kabul edilen ve 1928 yılına kadar 5 yıl uygulanacak olan gümrük tarifeleriydi. Bunun yanında Osmanlı’dan kalan borçların ödenecek olması da bütçeyi daraltıcı bir etkiye neden oldu, yabancı imtiyazlara son vermek için birçoğu tekel konumunda olan kurum ve kuruluşların millileştirmesine kaynak ayrıldı, bu da hükümeti ekonomik alanda zorlayan konulardandı. 2 Diğer bir önemli sebep, içeride sanayi atılımı yapacak kadar sermaye birikiminin olmayışıydı. Ancak, Cumhuriyet Hükümeti’nin toprak reformu ile uygulamaya koyduğu tarımsal devrimler hızla neticesini verdi. Tarımsal üretimden elde edilen gelirlerde hızlı bir artış kaydedildi. 1923-1929 arası dönemde yaklaşık %10’luk bir büyüme temposu yakalanarak özellikle çiftçi ve köylü kesimlerin refahında önemli bir iyileşme sağlandı. 4
1929 yılına gelindiğinde ise dünya tarihindeki en büyük ekonomik krizlerden biri sayılan Büyük Buhran patlak verdi. Dünya’daki her ülke gibi Türkiye de bu krizden son derece olumsuz etkilendi. Özellikle tarımsal ürünlerde meydana gelen fiyat düşüşleri, ihraç kalemlerinden gelen gelirlerde ciddi bir gerilemeye neden oldu. Bu zorlu dönemde Türkiye Cumhuriyeti devlet öncülüğünde bir ekonomik programa ağırlık vererek dış ticaret dengesini kontrol altına alma hedefini merkeze koydu.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen miktarı 105.553,623 altın lira olarak belirlenen borçlar da bütçeye yük getiren önemli bir sorundu. Ancak 1929’daki Büyük Buhran’ı gerekçe gösteren Türk Hükümeti bu borçların ödenmesinin mümkün olmadığını öne sürdü ve 1933’te Paris’te sona eren müzakereler sonunda bu borçların %80’inin silinmesini kabul ettirerek önemli bir diplomatik başarıya imza attı. 8
1929 yılında yürürlüğe koyulan “Gümrük Tarifesi Kanunu” ile gümrük vergileri ortalama olarak %15’ten %45’e yükseltilmiş ve korumacı politikalar ile ithal ikameci (ithal edilen ürünlerin yurt içinde üretilmesine dayalı) bir süreç başlamıştır. 5 1930-1938 yılları arasında devletçilik ilkesi ön plana çıkarken gümrük tarifelerinde ve kambiyo işlemlerinde tam bir kontrol sağlanmıştır. 6 Bunun neticesinde dış dünyaya yapılan ihracat ilk kez ithalatı geçmiş ve bu dönem Cumhuriyet tarihi boyunca dış ticaret fazlası verilen tek dönem olarak tarihe geçmiştir. İhracatın ithalattan fazla olması sonucunda Türk Lirası yabancı para birimlerine karşı değer kazanmış ve bu yıllarda Türk Lirası istikrarlı bir seyir izlemiştir. 7 1934-1938 yılları arasında uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile sanayileşme yolunda büyük adımlar atılmıştır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk devletçiliği şu şekilde tanımlamaktadır:
“Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, on dokuzuncu yüzyıldan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin gereksinimlerinden doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeyin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline alması. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, Liberalizmden başka bir yoldur.” 2
Bu dönemde devlet kurumları tarafından hazırlanan kalkınma planları, başarıyla uygulanan ekonomi politikalarını tayin etmiştir. Denk Bütçe ilkesi titizlikle uygulanmış ve “ayağını yorganına göre uzat” felsefesi ekonomi yönetiminin temel kabullerinden biri haline gelmiştir.
1930 yılına dek kambiyo (döviz) işlemleri Osmanlı Bankası gibi yabancı bankaların ve tüccar sınıfını oluşturan azınlıkların kontrolündeydi. 1930 yılında Merkez Bankası’nın kurulmasına paralel olarak eş zamanlı çıkarılan “Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu” ve “Ticarette Tağşişin Men’i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması Kanunu” ile Korumacı Sanayi Politikalarının altyapısı hazırlandı. Bu kanunları 1931 yılında ithalata konulan kısıtlayıcı kanun takip etti. 1933 yılında ise Planlı Sanayi programını yürütecek kurum olan Sümerbank kuruldu. Bu zamana kadar yapılan siyasi, sosyal ve kültürel reformlar, iktisadi reformlar ile tamamlandı ve Türkiye’nin sanayileşerek kalkınma yolunda attığı en köklü ve sağlam temeller bu dönemde meydana geldi. 2
Sanayileşme yönünde atılan ilk adımlar, ülke içinde yaygın bir şekilde tüketilen ve üç beyazlar olarak nitelenen un, şeker ve dokuma ürünlerinin üretimi konusunda gerçekleşmiştir. Cumhuriyet ilan edilene kadar çoğunlukla yurt dışından ithal edilen gıda ve tekstile dayalı bu ürünlerin yurt içinde kurulan sanayi tesislerinde üretilmesinin yanı sıra kağıt, cam-seramik, kimya, maden ve metalurji alanındaki sanayi kuruluşları ile dışa bağımlılık ortadan kaldırılmıştır. 4
1934 yılında uygulamaya koyulan Birinci 5 Yıllık Sanayi Planı kapsamında, kamu iktisadi teşebbüsü olarak 20 yeni sanayi tesisi kurulmuştur. Bu tesisler, Sümerbank öncülüğünde hammaddeye ve ulaşım ağına yakınlığı göz önüne alınarak ve iç tüketimi karşılayacak kapasiteye sahip olması öngörülerek Anadolu’nun dört bir yanında faaliyetlerine başlamıştır. İş Bankası yönetiminde İstanbul’da kurulan Paşabahçe Cam ve Şişe Fabrikası dışındaki diğer tüm sanayi kuruluşlarının Anadolu’nun diğer şehirlerinde başarıyla hayata geçirilmesi, planlı sanayi programının en belirgin özelliklerinden biri olmuştur. Bu sayede bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması hedeflenmiştir.
Özkaynaklara dayalı kalkınma modeli doğrultusunda, 1935 yılında Etibank kurularak milli madencilik kurumsallaştırıldı. Bu tarihten sonra ülkenin yer altı zenginlikleri Etibank tarafından işletildi ve milli servetin ülke hazinesine katkıda bulunmasına gayret edildi. Yine bu doğrultuda ülkenin stratejik önemdeki yer altı zenginliklerini tespit etmek üzere Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kuruldu.
Ülkenin sanayileşebildiği ölçüde kalkınabileceğini bilen Cumhuriyet hükümeti, 1936’da İktisat Vekili Celal Bayar başkanlığında toplanan Sanayi Kongresi’nde, Birinci Planı takiben daha geniş bir bütçeye sahip İkinci Beş Yıllık Sanayi Planının uygulamaya konulmasına karar verdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına az bir süre kala 1939 yılında bu plan askıya alınarak yerine İktisadi Savunma Planı uygulamaya konulmuştur. 2
Büyük Dünya Buhranı’nın yaşandığı yıllarda başlatılan Korumacı Sanayi Politikalarıyla tüm olumsuz koşullara rağmen 1930 – 1939 yılları arasında ortalama yıllık %6’ya yakın bir büyüme sağlandı. Dünya krizinin etkilerinin giderek azaldığı 1933 – 1939 arasında bu oran %8’in üzerine çıktı. Cumhuriyetin ilanından 1938’e kadar geçen 15 yıllık sürede toplumun tüm kesimlerinin gelirlerinde önemli artışlar kaydedildi. 1930’dan itibaren, 1938 yılı haricinde, 1945 yılına kadar tüm yıllarda dış ticaret fazlası verildi. 1930 yılından itibaren ithalatın azaltılması ve ulusal sanayi teşebbüslerinin iç tüketime ve yatırım mallarına yönelik girişimleri döviz talebini düşürerek ülkenin dış ticarette fazla vermesinde önemli rol oynadı. Sanayi alanında 1930-1939 yıllarında kaydedilen büyüme hızı ve başarı hikayesinin Cumhuriyet tarihi boyunca bir tekrarı daha yaşanmadı. Sözü edilen dönemde Sanayi sektöründeki yıllık ortalama büyüme %11.4 gibi ciddi bir seviyeye ulaştı. Bu dönemde Sanayi yatırımlarını finanse etmek üzere Sovyet Rusya gibi ülkelerden dış krediler alınmakla birlikte, bu krediler hiçbir şekilde dış borçlanmanın bütçeyi sarsmasına engel olmadı ve ekonomi yönetimi bir taraftan denk bütçeyi başarıyla uygularken, dış ticarette fazla vermeye devam etti. Dünya ekonomisinin iki dünya savaşı arasında krize girdiği ve ekonomilerin önemli ölçüde daraldığı bu konjonktürde, yeni Türkiye Cumhuriyeti tarihin en hızlı ekonomik kalkınma başarılarından birine imza attı.4
15 yıllık dönem sonunda Merkez Bankası kasasındaki döviz rezervleri önemli ölçüde artmış ve altın rezervleri 26 tona ulaşmıştır. Bu dönemde bütçe gelirlerinin önemli bir kısmı yatırımlara ayrılmıştır. Atatürk’ün ekonomi yönetiminde titizlikle uygulanmasını istediği konular: kamu kaynaklarına dayalı denk bütçenin uygulanması, Türk lirasının değerini koruyan anti enflasyonist politikalar ve ulusal kaynakların verimli kullanılması hedefleyen planlı kalkınma politikalarıdır. Dış ticaretin kontrol altına alınmasıyla birlikte Türk Lirası, yabancı paralar karşısındaki değer kazanmıştır. Bu sayede anti-enflasyonist para ve maliye politikalarının uygulanması daha kolay hale gelmiştir. 2
Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık büyüme hızı ortalama %5 düzeyinde ölçülürken; Atatürk Dönemi’nde (1923- 1938) kaydedilen yıllık ortalama %7.85’lik büyüme hızı, diğer tüm hükümetler dönemindeki yıllık büyüme hızı ortalamalarını geride bırakmıştır. Bir taraftan sosyal, siyasi ve ekonomik alanda köklü devrimler yapılırken, dış ticaret dengesinde olumlu gelişmelerin kaydedilmesi ve sanayileşme yolunda atılan adımlarla önemli düzeyde bir ekonomik büyüme performansının sağlanması, üstelik bunların dünya ekonomisinin ciddi bir daralma içine girdiği, nüfusunun önemli bölümünü savaşlarda kaybetmiş bir ülkede ve sermaye birikiminin son derece kısıtlı olduğu bir konjonktürde başarılmış olması bu yılları her bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin en parlak dönemi haline getirmektedir.
1923-1938 yılları arasında kurulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Fabrikalar
– Ankara Fişek Fabrikası (1924)
– Şakir Zümre Fabrikası (1925)
– Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
– Gölcük Tersanesi (1926)
– Kayseri Uçak Fabrikası (1926)
– Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
– Uşak Şeker Fabrikası (1926)
– Ankara Çimento Fabrikası (1926)
– Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
– Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
– Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)
– Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
– İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
– Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1929)
– Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
– Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Fabrikası (1930)
– Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1931)
– İzmit Kağıt Ve Karton Fabrikası (1934)
– Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
– Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
– Konya Ereğli Bez Fabrikası (1934)
– Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
– Bursa Süt Fabrikası (1934)
– Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934)
– Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934)
– Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
– Isparta Gülyağı Fabrikası (1934)
– Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934)
– Kayseri Bez Fabrikası (1934)
– Nazilli Basma Fabrikası (1935)
– Bursa Merinos Fabrikası (1935)
– Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935)
– Ankara Çubuk Barajı (1936)
– Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936)
– Malatya Sigara Fabrikası (1936)
– Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
– Malatya Bez Fabrikası (1937)
– Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937)
– Divriği Demir Madeni (1938)
– İzmir Klor Fabrikası (1938)
– Sivas Çimento Fabrikası (1938)
Kaynakça
1 İnan, Afet. (2023). “İzmir İktisat Kongresi”. Türk Tarih Kurumu Yayınları.
2 Tokgöz, Erdinç (2018). “Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2018)”. İmaj Yayınevi
3 Koçtürk, Murat, Meryem Gölalan. (2010). “1923- 1950 Türkiye Ekonomisinin Yapısal Analizi”. Üçüncü Sektör Kooperatifçilik. c. 45. s. 2: 48-65
4 Boratav, Korkut. (2015). “Türkiye İktisat Tarihi (1908-1915)”. İmge Yayınevi.
5 Duman, Mustafa, Hasret Yağmur Aydın. (2023). İktisadi Bağımsızlık Çerçevesinde 1929 Gümrük Tarifesinin Ekonomi Politiği. Fiscaoeconomia, 7(Özel Sayı), 152-178. Doi: 10.25295/fsecon.1245542
6 Asoy, Elif, Zahide Ayyıldız Onaran. (2023). “Erken Cumhuriyet’ten Günümüze Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikalarının Analizi”. Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye Ekonomisi. ed. Ahmet İncekara, Salim Ateş Okyar, Istanbul University Press s. 221-238.
7 Arslantürk, Yalçın. (2023). “Misak-ı İktisadi ve Sonuçlarına İlişkin Ekonomik ve Mali Göstergelerin Analizi” ODÜSOBİAD 13 (1), 915-940, Doi: 10.48146/odusobiad.1134696
8 Eğilmez, Mahfi (2011). Osmanlı’dan Devraldığımız Borçlar.
9 Yay, Gülsün (1998). Atatürk Döneminde Para Politikası. Erdem, 11(31), 289-320.
10 Eken, Mehmet Esen (2022). Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Büyüme Ekonomik Büyüme Üzerine Bir Analiz.
Elinize saglık cok güzel ve aydınlatıcı ve hatırlatıcı olmuş elinize saglık