2021 sonlarında iktidar partisinin açıkladığı yeni ekonomi modelinde Çin örneği sık sık gösterildi. Halktaki Çin algısından ötürü, Çin modeli aşağılandı hatta iktidar partisinin cahil yetkilileri, TV’lerdeki yorumcuları bu ekonomi modelini savunamadı. Seçim yaklaştıkça bu sefer muhalefet lideri Vietnam’ı örnek göstererek, Türkiye’ye nasıl 300 milyar dolar yatırım getireceğini açıklamaya çalıştı.
O dönem, iktidar partisinin açıklamaları sonrası Çin karşıtı ekonomist Özgür Demirtaş, katıldığı CNN Türk yayınında örnek alacaksanız Kore modelini Japon modelini örnek alın diyerek Çin modelini aklınca küçümsedi. Bir yorumcu da aralarında ne fark var diye sormadı. Sizlerin algıları da bu yönde olabilir ama tüm Asya ülkeleri aynı modeli uygulamaktadır; Batı Almanya modeli. Aralarındaki fark ülke içindeki güç gruplarından ötürü oluşmuştur. Hatta Çin modeli ülke coğrafyasının büyüklüğünden ötürü daha fazla merkeze yayılmış dolayısıyla Japonya ve Kore’ye göre daha adil ve sürdürebilir bir formattadır. Gelin birlikte Doğu Asya ekonomik modellerine kısa bir bakış atalım.
JAPONYA MODELİ VE KEİRETSU ŞİRKETLERİ
Japonya, Kore yarımadasındaki savaş sayesinde endüstri üretimini canlandırmıştır. Nissan, Toyota ve Isuzu askeri araçlar üreterek ABD Ordusuyla karlı anlaşmalara imza atmış, Japonya’nın ağır imalat sanayisini ayağa kaldırıp yükselişe geçirmiştir. Kore savaşında, Japonya’nın ihracat gelirlerinin yüzde 27’si Kore’deki savaşla alakalı taahhüt ve siparişlerden geliyordu.
Bu sürecin başrol oyuncusu 1949’dan 2001’e dek faaliyette bulunmakla birlikte 1950-70 yılları arasında gücünün zirvesine çıkan son derece etkili devlet organı Uluslarası Ticaret ve Endüstri Bakanlığıydı (MITI). Yerli sanayiyi besleyip büyütmekten sorumlu olan bakanlık, sağladığı teşvikler, krediler, döviz tahsisleri, yaklaşan iş fırsatları ve sübvansiyonları belirlediği kişi ve kurumların faydalanmasını sağlıyordu. Bakanlığın iktidarı belirleme gücü öyle büyüktü ki 1980’li yıllara kadar Japonya başbakanı olmanın ön koşulu eski MITI Bakanı olmaktı.
Japon sanayisine yönelik yeni teşvik paketleri arasında kredi bolluğu da vardı. Japon merkez bankası daha ufak bankalara borç veriyor, böylece bu bankalarda da sunulan teminatlardan çok daha büyük miktarlardaki parayı şirketlere kredi olarak veriyordu. Tekelleşme yasaları da gevşetildi, zaibatsu şirketleri canlandı. Savaş döneminde faaliyette bulunan eski sanayi holdinglerinin parçası olan şirketlerin çoğu kardeş şirketlerine yöneldi. Mitsubishi’nin parçası olan bir şirketin Mitsubishi Bankasından kredi koparması kolaylaştı. Kısa süre içinde Japonya’da altı farklı şirket kümelenmesi meydana geldi. Çapraz yatırımlarla bu şirketler iç içe geçtiler. Sakura Bank ile Mitsui şirketleri veya Sumitomo Bank ile Sutimo şirketlerinde olduğu gibi. Birbirinden farklı görünen çok sayıda şirketin Sanwa Bank veya Fuji Bank ilişkisinde olduğu gibi, yeni isimler sayesinde geçmişe dayanan ilişkilerin gizlendiği de oluyordu. Bu şirketler daha sonra Keiretsu “entegre sistemler” olarak anılmaya başlandı.
Mesela Hankyu’ya ait trenlerden birine binip, tren istasyonları etrafında bir Takashimaya alışveriş merkezine gidip, Hitachi elektronik market ya da Toho sinemasını görebilirdiniz. Bu mağazalarda harcadığınız her kuruş Yen tek bir bankanın cebine giderdi. Bu altı şirket arasında da centilmenlik anlaşması var, sadece kendi ürünlerini satmıyorlar. Mesela Sumitomo şirketine ait Keihan Demiryolları sadece kendi markaları olan Asahi birası ya da kahvesi satmıyor.
GÜNEY KORE MODELİ VE CHAEBOL ŞİRKETLERİ
1963 yılında kansız darbeyle iktidara gelen başkan Park, yolsuzlukla mücadele seferberliği başlattı ve bu mücadelede en ağır darbeyi tüccar sınıfı aldı. Başlarında koni şeklinde külahlar, ellerinde “Ben rüşvetçi bir domuzum” yazılı pankartlarla caddelerde yürütüldüler. Park kapitalist üretim ilişkilerine uygun olarak ülkeyi tepeden tırnağa inşa etmeyi planlıyordu, fakat aklındaki model ABD’nin gibi “bırakınız yapsınlar” anlayışı gibi değildi. Özel teşebbüs motor işlevi görecek, devlette dümenin başında olacaktı.
Sanayi ve ticaretle uğraşan kesimi denetlenmesi için tam da Kore’ye uygun bir organ ortaya çıktı: Ekonomik Planlama Kurulu adında bir elit bürokrasi. İltimaslı şirketlere kamu ihaleleri, münhasır sektörler ve o dönemde çok zor bulunan sermaye tahsis edilecekti. Bu şirketlerin ürünleri, mamul ürünlerin ithalatını yasaklayan korunaklı bir ortamda desteklenecek, tüketim baskılanırken üretime ağırlık verilecekti. Fakat Park’ın bir sorunu vardı: Koreliler çalışmayı sevmiyordu. Korelilere kendine güven ruhu aşılandı, her sabah grup halinde “Haydi zengin olalım” marşları eşliğinde yurttaş jimnastiği yaparak güne başladılar.
Sanayileşmenin ilk dönemlerinde Üç Beyaz’a odaklanıldı; kumaş, şeker ve un. Bu sektörlerde köşe başlarını tutan iş adamı Lee Byung-Chull, üç yıldız (Samsung), ithal ürünlerle öne çıkan Hanwha ve 1959’da Korenin ilk radyosunu üreten Goldstar (Lucky Goldstar yani LG). Fakat Park ithal ikame değil ihracat istiyordu, ihraç ürünlerinin de peruk ve kumaştan daha değerli şeyler olması gerekiyordu. Ayrıca Samsung’un uzmanlık alanı olan hafif sanayi yeterli değildi, ağır sanayi de gerekiyordu. Bunun için temel hammadde ürünleri olan çimento ve çeliğe ihtiyaç vardı.
1964 yılında Park Batı Almanya’yı ziyaret etti, otobanlarından çok etkilendi, nirengi noktası onlar olacaktı. Daha sonra bu yollar kullanarak araba üretilecekti. Kısacası önce yollar üretilecek, sanayileşme de yolların etrafında büyüyecekti. Bu planın hayata geçmesi için Park’ın paraya ihtiyacı vardı, Güney Kore ilk ihracat ürünü olarak yegâne kaynağını kullandı: insan. Park, Vietnam’da ABD’nin yanında savaşmaları için üç tümen asker gönderdi. Esas mesele Kore askerlerinin maaşının dolarla ödenmesiydi. Koreli iş adamları da ABD ordusundan kopardıkları ihalelerle Vietnam’a akın ettiler. Kore savaşının ganimetlerini toplayan Japonya’nın yaptığını, Kore Vietnam’da yapacaktı. Savaş sırasında ABD, Kore’ye 1 milyar dolar para ödedi, bunun bedelini 5.099 asker canıyla ödedi.
Park aynı zamanda yurtdışına maden ve inşaat işçisi göndererek de ülkesine döviz kazandırdı. Ayriyeten, II.Dünya savaşında zorla çalıştırılan veya seks köleliğine zorlanan sömürgecilik mağdurları için aldığı paradan tek kuruş mağdurlara vermedi. Parayı çelik fabrikası POSCO’yu kurmak ve Seul-Busan otoyolunu inşa etmek için kullandı.
Modern bir ulaşım ağının bel kemiğini oluşturan otoyol ve çelik üretim meselesini çözdükten sonra Park planının ikinci aşamasına geçti. Öncelik verilecek altı sektör belirlendi; çelik, otomotiv, gemi inşaatı, elektronik, makine ve petrokimya.
1960’lı 70’li yıllardaki hedef odaklı yatırımlar, G.Kore’yi dipten zirveye çıkardı. Fakat 80’ler ve 90’larda yatırım miktarları inanılmaz boyutlara tırmandı. Park’ın eliyle diktiği fidanlar 80’lerde farklı farklı alanlarda dallanmışlardı. Korece’de Chaebol denen kelime anlamı zenginlik klanı olan, belli başlı ailelerin mülkiyet ve yönetimindeki holdingler ortaya çıktı. Japonya’daki emsallerinin (keiretsu) aksine, cheabol kuruluşlarının ticaret bankasına sahip olmaları yasaklanmıştır.
Cheabol kuruluşları, ülkenin en kötü ve en küçük düşürücü ekonomik krizine yol açmakla, haddinden fazla çeşitlendirilmiş ürün portföyüne sahip olmakla, küresel ölçekte rekabetçi olmamakla ve kötü yönetilen konglomeralar olmakla suçlanmıştır. Gerçekten de en büyük otuz cheabol kuruluşunun yarısı 1996 yılında iflas sürecinden geçmiş veya banka destekli yeniden yapılandırma programlarına dahil olmuştur. Korelilerin IMF krizi dediği süreçte 1,8 milyon kişi işsiz kaldı, halk “IMF: I M Fired” kovuldum yazılı pankartlarla yürüyüş düzenliyorlardı.
Cheabol kuruluşlarının yaygınlığı ve grup içi işlemler, adil rekabete ve uzmanlaşmış oyuncuların doğuşuna engel olmaktadır. Benzer şekilde Chaebol’ların küçük girişim şirketlerinin kurulmasına ve büyümesine engel olduğu düşünülmektedir.
JAPONYA VE KORE MODELİNİN DOĞURDUĞU SOSYOLAJİK SONUÇLAR
- Koreli aileler çocuğumuz okuyacak Chaebol firmalarında işçi olacak diyerek çocuklarını okula göndermek istememektedirler. Kore hükümeti, yurtdışında yaşayan vatandaşlarının eğitim aldığını ispat etmek amacıyla bizlerden her yıl bir düzine evrak istiyor. Çocuğun okulundan, işyerinden ve Kore konsolosluğundan bir düzine evrak hazırlayıp her yıl gönderiyoruz.
- Japonca’da Karoshi (過労死), Korece’de Gwarosa (과로사) denilen çok çalışmaktan dolayı ani kalp krizi geçirerek ölme vakaları iki ülkede de artmaktadır.
- Japon gençler daha fazla sosyal yaşamdan ve her şeyden el çekerek aylarca evden çıkmayarak hikikomori denilen inziva hayatını tercih ediyor. Hükümet raporlarında, Japonya nüfusunun %2’ye yakını 2 milyona yakın kişi inziva koşullarında yaşıyor.
- Bireysellik artmakta, çoğu insan yalnızdır. Japonya’da anne şefkatine muhtaç bireyler için anne kiralama kafeleri hizmet vermektedir. Kiralık anne tutup onunla dertleşme gibi bizde komik görülecek sosyolojik vakalar artık normaldir.
ÇİN VE VİETNAM MODELİ EKONOMİ
Modern Çin’in babası Deng Xiaoping 1978 yılında Japonya’ya yaptığı 10 günlük gezide, Japonya’nın nasıl kalkındığını gözlemleme şansı elde etti. Çin’de Japonya ve Kore’nin izinden gitti, otobanlar ve ağır sanayiye ağırlık verdi. Ağır sanayi hamlesini takiben, beş yıllık kalkınma planlarıyla ağır sanayiye dayalı sanayi sistemini kurdu. Çin önce pilot bölge olarak ülkenin Güneyindeki Guangdong eyaletini seçti. Zamanla diğer eyaletleri birbiriyle rekabet eder hale getirdi, neredeyse her eyalet çelik üretimine başlamış, hemen hemen hepsi kendi arabasını üretmeye çalışıyordu. Bir noktaya kadar rekabet iyiydi ama fazlası devlete zarardı, devlet tarafından bunlara müdahale geldi, bazı eyaletler farklı sanayi kollarına yönlendirildi.
Doğu Asya’daki kalkınmanın temelini otobanlar, onların etrafında kurulmuş ağır sanayi tesisleri ve ağır sanayiye dayalı sanayi kolları oluşturuyor. Yazıyı daha fazla uzamamak adına özet geçelim, Çin’in Japonya ve Kore’den farkı, sahip olduğu eyalet sistemi ve devletin gücü. Güçlü devlet ve eyaletler arası oluşturulan rekabetten ötürü Çin’de, sermaye Japonya’daki gibi altı firmada, Kore’deki gibi 15-20 aile de birikmedi ülke geneline yayıldı. Çin’de, Kore’deki gibi cep telefonu, beyaz eşya, gemi, iş makinası üreten, aynı zamanda düğün salonu işleten, dil kursları olan kısaca hemen hemen her sektörde faaliyet gösteren firma bulamazsınız. Hatta biraz daha ileri gidelim Çin geneline yayılmış market zinciri dahi bulamazsınız.
Vietnam’ın kalkınması da ABD’nin G.Kore’ye 2016 yılında yerleştirdiği THAAD füze savunma sistemi ile başlayan Soğuk Savaş süreci ile başladı. Bu hamleyle Çin-Kore ilişkileri gerildi, Koreli ve Japon firmalar Çin’deki üretimlerini siyasi kriz yaşamayacakları, Çin’e göre nispeten daha ucuz iş gücüne sahip ve çalışkan insanların ülkesi olan Vietnam’a taşımaya başladı. Şanghay’da Kore mahallesinde otururken, bu olaydan sonra her hafta birkaç komşumuz veya arkadaşımız Vietnam’a taşınıyordu.
Vietnam’ın ihracatının %70’ini ülkeye gelen yabancı yatırımcılar yapıyor. Vietnam bu fabrikaların ülkede kalmasını ve kalkınmanın devamını istiyorsa, Çin-ABD savaşında ABD’nin mandası olmaya zorlanacaktır. Yakın zamanda dış politika bilen liderleri yolsuzluktan dolayı tasfiye olmuş Vietnam’ı ABD’nin etkilemesi ve kandırması zor olmayacaktır.
Kılıçdaroğlu’na 300 milyar dolar sözü verenlerin, ona Vietnam’ı örnek göstertenlerin beklentilerine bir sonraki hafta değineceğim. O çok tehlikeli bir oyun ve sonu iki cephede iki büyük güç Rusya ve Çin ile savaş, çok dikkat etmesi gerekmektedir.
Sonuç; Japonya ve Kore ekonomilerini, ABD vassallığında Kore ve Vietnam savaşlarında inşa etmiş ve sadece belli kesimleri zengin etmiştir. Vietnam ekonomisi, Çin-ABD soğuk savaşı ve ticaret savaşlarına dayanmaktadır. ABD’den taraf olmadığında yani Çin’e karşı olan cepheye geçmediğinde, ihracatının %70’ini yapan güç çekilecektir. Doğu Asya’da, Amerika’nın mandası olmadan, bilimin ışığında aklını ve emeğini kullanarak kalkınabilen tek ülke Çin’dir. Örnek almamız gereken, zenginliği ülke genelindeki kobilere yaymayı başaran Batı Almanya’dır.
Hükümetin başlattığı, Siirt Çinko izabe tesisi, Balıkesir Bor karbür tesisleri gibi ana sanayi hamleleri doğrudur ve çeşitlenerek artması gerekir. Şüphesiz bu hamlelerle sahip olduğumuz madenleri katma değerli ürünlere çevirerek ihraç edeceğiz. Aynı şekilde savunma sanayinde oluşturulan ekosistem ile, otomotiv sanayi ve diğer sanayi alanlarında oluşturulmaya çalışılan ekosistemler Türkiye için oldukça faydalı olacaklardır. Toprağın altına katma değer katmaya çalışırken, toprak üstünü ihmal etmemeli, Tarım politikalarımızı ehil insanlara teslim etmeliyiz.
Lakin Dünya’dan haberi olmayan, kendi parti liderlerinin koyduğu vizyonu anlayamayan doğal olarak yurttaşlara doğru şekilde aktaramayan, gözlerinden ışık saçan, PR için Getir kuryeliğine soyunarak cips kola dağıtan bakanlarla bu işi yürütmek mümkün değildir.
Diğer taraftan, kendini ekonomist zanneden, özelleştirmelerle Türk sanayisini dinamitleyen, üretim yeteneklerini körelten, değerli TL ile üretmeye gerek yok diyerek, Türkiye’yi ithalat cennetine çeviren Ali Babacan gibileri de ekonomiden hatta hesap makinesinden dahi uzak tutmamız gerekmektedir.
Hangi görüşte olursanız olun, Türkiye’de geri kalmışlığın tarihi kitabında 200 yıllık ekonomi sorunumuzu merhum İsmail Cem güzel anlatmıştır, İş Bankası Yayınlarından çıkan bu kitabı temin edip okuyun. Yine merhum Necmettin Erbakan Batı Almanya’yı modelleyerek seçim beyannamesi oluşturmuş, lakin ağır sanayi hamlesini hayata geçirememiş, iktidar hayatı kısa olmuştur. Bu iki isim ideolojik olarak farklı görüşlerde de olsalar, Türkiye’nin nasıl geri bırakıldığını görmüş, kalkınmak için aynı şeyleri savunmuşlardır. Bizde ideolojiden bağımsız doğruyu anlatmaya çalıştık. İdeolojik görüşünüz ne olursa olsun, ülkemizin kalkınması için bilimden kopmayın, doğru işleri ideolojilerden bağımsız, ülkemizin geleceği için destekleyin. Jeopolitikayı doğru okuyup, doğru politikalar geliştirdiğimiz sürece zaman bizden yanadır. Mandacılığı savunmayın, ihtiyaç duyduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.