MERVE DUMAN / VERYANSIN TV
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler 11 ilde büyük yıkıma yol açarken 47 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. Acı felaketin ardından deprem bölgesine müdahalede geç kalındığı tartışmaları başladı. Deprem yönetimindeki eksiklikler gündemi sarsarken gözler ‘Bir felaket daha olursa’ korkusuyla İstanbul’a çevrildi.
Veryansın TV’ye konuşan, Afet uzmanı Dr. Kubilay Kaptan, İstanbul depremine hazırlıkla ilgili merak edilen soruları yanıtladı. Afet yönetimi anlayışının baştan değişmesi gerektiğini söyleyen Dr. Kubilay Kaptan, “Bu anlayışın birey merkezli olması, eğitime dayanması, insanların büyük çoğunluğu depremde ne yapacağını bilmiyor, o yüzden ölüyor ve yaralanıyor, bunun halledilmesi lazım.” dedi.
“İstanbul, Türkiye depremi için hazır olmalı.” diyerek İstanbul’un Türkiye’nin herhangi bir yerine rahatlıkla yardım edebileceğini vurgulayan Kaptan, “Afete hazırlık bina takıntısıyla yapılmaz. Afete hazırlık her şeyden önce halkın hazırlığıdır. Halkın hazırlığı zerre yapılmadan istediğiniz kadar binalarınızı yapın bir işe yaramayacaktır.” diye konuştu.
Dr. Kubilay Kaptan’a yönelttiğimiz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:
‘İSTANBUL’UN DEPREME HERHANGİ BİR HAZIRLIĞI YOK’
İstanbul’daki metruk binalarla ilgili nasıl bir çalışma yapılmalı?
“İstanbul’da beklenen depreme karşı bir hazırlık yapıldığı bilgisi doğru değildir. Bu hazırlığın 99 depremini takip eden yakın yıllar içerisinde başladığı söylenmişti, aslında başlaması da gerekiyordu. Fakat geçen 24 yıl sonra İstanbul’da hazırlık olarak söylenebilecek tek şey çok az miktarda binanın, bazıları doğru bazıları doğru değil şekilde güçlendirilmesi oldu. Hazırlıktan kastımız halkın hazırlığı, kurumların hazırlığı ve binaların hazırlığıdır. Binaların zerre hazır olmadığı; metruk binalar, göçmek üzere olan binalar, hasar görecek binalar dahil olmak üzere ortada. Halkın hazır olmadığı; depremler sırasında ne yapacaklarını bilmediğinden, deprem çantası olmadığından, afet toplanma yerlerinin yerlerinde yeller estiğinden belli. Kamunun veya resmi kurumların hazır olmadığı da zaten daha önce biliniyordu ama Kahramanmaraş depreminden sonra daha açık olarak görüldü. Doğal olarak İstanbul’un depreme herhangi bir hazırlığı yok. Şu anda depreme tekrar hazırlık başladı, bir şeyler yapıyoruz da sadece ve sadece üzülerek söylemek istiyorum yine inşaat yani betonarme mantığını gidermektedir.
‘YAPILMASI GEREKEN YÜZDE 6’LIK GÖÇECEK BİNALARA ODAKLANMAK’
Afet hazırlık sadece inşaatla, güçlendirerek yapılmaz. Afete hazırlık bina takıntısıyla yapılmaz. Afete hazırlık her şeyden önce halkın hazırlığıdır. Halkın hazırlığı zerre yapılmadan istediğiniz kadar binalarınızı yapın bir işe yaramayacaktır. Yöneticiler şunu anlamakta zorluk çekiyor; İstanbul’da ve Türkiye’de göçecek bina yüzdesi yani tamamen göçecek, üst üste girecek, mahvolacak bina yüzdesi 5-6 mertebesindedir. Geri kalan yüzde 95 binanın yaklaşık yarısı hasar alacaktır. Az hasar, orta hasar, ağır hasar alacaktır. Önemli olan büyük çoğunluğu bu binalarda olan insanları deprem sırasında yara almadan kurtarmaktır. Deprem sırasında yara almadan kurtarmak demek deprem sırasında başınızı bir yere çarpmamanız, bina çökmeyecek olsa da canınızdan olmadan çıkmanız ve hayatta kalmanız demektir. Ama biz bu kısma bakmıyoruz. Bütün bu binaları aynı torbaya atıp sanki bütün bu binaların güçlendirilmesi gerekiyormuş gibi bir algı yaratarak ve doğal olarak büyük bir rant yaratarak bunlarla uğraşmaya çalışıyoruz. Oysa yapılması gereken sadece yüzde 6’lık göçecek binalara odaklanmak. Bunları bulup çıkarmak son derece kolay. Bunları elimine etmek güçlendirmek değil yıkıp tekrar yapmak bilabedel olarak o sırada halkı eğitirken, bu şekilde değil, anaokulundan başlayarak defalarca ve defalarca tatbikat yaparak, herkese deprem çantası vererek, her bireye her haneye deprem çantasını bilabedel vererek ve ondan sonra bu insanları defalarca tatbikat yaptırarak davranışlarını içgüdüsel hale getirerek, eğiterek depreme hazır olunur. Yoksa hadi bakalım biz bina güçlendiriyoruz diyerek depremde hazır olunmaz.
Şimdi bu bina kısmında eğitim yapılırken ve yüzde 6’lık göçecek binalar belirlenmişken, hâlâ vakit var ve deprem olmamışsa o zaman ağır hasarlı binalardan başlayarak aşağı doğru bir güçlendirme veya yeniden yapma çalışması yapılabilir. Bu süreç içerisinde metruk binalar içinden tamamen göçme riski olanlar baştan tespit edilmiştir, elimine edilmiştir. Onun dışında kalan metruk, kullanılmaz durumda olan ama hasar alacak binalar da zamanı geldiği zaman elden geçilir. Gerekiyorsa güçlendirilir, gerekirse yıkılır. Yerlerine bina yapılmaz, park yapılır, toplanma alanı yapılır ve bunun gibi şeyler yapılır.
‘AFET YÖNETİMİ ANLAYIŞININ DEĞİŞMESİ LAZIM’
Toplanma alanı dediğimiz zaman AFAD ve resmi kurumlar ‘Türkiye genelinde 50 bin toplanma alanı var, İstanbul’da 10 bin toplanma alanı var’ diyorlar. Çocuk oyun alanları ya da ufak parklar toplanma alanı sayılmıyor. Toplanma alanı dediğimiz şey aynı anda on binlerce insanı bir araya getirebileceğiniz yerler ki oraya gidip herkese yemek verebilelim, herkese sağlık hizmeti verebilelim. Doğal olarak konu metruk binalarsa o konuya gelmeden önce asıl afet yönetimi anlayışının baştan değişmesi lazım. Bu anlayışın birey merkezli olması, eğitime dayanması, insanların büyük çoğunluğu depremde ne yapacağını bilmiyor, o yüzden ölüyor ve yaralanıyor, bunun halledilmesi lazım. Aynı anda yüzde 6’lık göçecek binaların tespit edilmesi lazım. Bütün bunlar bittikten sonra ancak ve ancak güçlendirilecek, hasarlı binalara zaman gelir ve onlarla uğraşmaya başlarsınız.
Kahramanmaraş depreminde geç müdahale edildiği ve hala deprem bölgesinde eksikler olduğu tartışmaları sürüyor. Sizce en hızlı ve güvenli müdahale yolu nedir?
Normal, modern veya efektif bir afet yönetiminde deprem sonrası ilk 10 gün can ve mal kurtarmayla geçirilir. İlk günden sonra 25 gün içinde yardımlar yapılır. Nakit hibeler, gıda yardımı, kritik kamu hizmetlerinin eski haline getirilmesi, geçici istihdam yaratmalar gibi ihtiyaçların değerlendirmesi yapılır. 14 günle 45 gün arası bütün temel veriler saptanır, fiziksel hasarlar, ekonomik kayıplar saptanır, ihtiyaçlar belirlenir ve risk yönetimi hesaba girer. 20 günden başlayarak birkaç yıla kadar ise yeniden yapılanma işleri başlar. Yani altyapı projeleri, geçici istihdamlar yaratmalar, nakit hibeler, varlık ikamesi, mikro finans projeleri, orta ve uzun vade planlamalar… Ve sonraki yıllarda da bunlar devam eder, eğitimle beraber.
Şimdi biz bu saydığım adımların hiçbirisini doğru düzgün yapmadık. Arama kurtarma çalışması daha ilk dakikadan başlamadı, başlayamadı. Çünkü hiçbir kurum hazır değildi. Halk hazır değildi. Zaten halkın ve kurumların hazır olmadığı bölgenin valiliklerinin AFAD’la beraber hazırladığı raporda gayet net bir şekilde belirtilmişti. Nakit hibeler, gıda yardımı yapılamadı. Çok geç başladı. Ancak kişisel ve bazı özel kurumların inisiyatif alarak yaptığı yardımlarla bugüne bir miktar getirilebildi. Ve bugün itibarıyla 45 günde normalde temel verilerin bitmiş, ekonomik kayıpların belirlenmiş, ihtiyaçların belirlenmiş ve yeniden yapılanmanın başlamış olması gerekirken hâlâ bugün temel gıda bulmada, çadır bulmada veya bozuk hava olduğu zaman çadırlar uçar mı diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
‘EMNİYET KEMERİ TAKMAK GİBİDİR, SÖYLEMEKLE YAPILMAZ’
Bunların nedenleri belli. Bunun nedenleri ne halkın, ne kurumların ne de binaların bu duruma hazır olmamasıydı. Eğer bu kadar göçme olmasaydı, binalar ve insanlar hazır olsaydı, bu kadar ölü ve yaralıyla karşı karşıya kalmasaydık tabii ki yönetmek çok daha kolay olabilirdi. Ama bunun olacağı belliydi. Burada insan kavramına gelindiği zaman insanlarımızın halkımızın deprem bölgesinde veya İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da herhangi bir şekilde eğitimlisi, eğitimsizi hiç fark etmeden deprem sırasında ne yapacağını bilmediği, deprem çantası olmadığı, depremden sonra ne yapacaklarını bilmedikleri, bir toplanma alanının yerini bilmedikleri çok ortada. Bunun nedeni ‘insanlarımız da böyle canım’ denilerek açıklanamaz. En büyük yanlışlardan biri olur. ‘Biz zaten yazdık, biz zaten web sitesine koyduk. Açıp baksınlar’ denilerek afet yönetimi yapılamaz. Çünkü bu emniyet kemeri takmak gibidir. Söylemekle yapılmaz. Ancak ve ancak uygulatarak yapılır. Yapmayanlara gerekli uyarılar yapılır, hâlâ yapmayanlara da ceza kesilir.
‘İLK ÖNCE HÜKÜMET YAPAR’
İlk önce devlet yani hükümet kendisi bunu yapar. Kendisi gider vatandaşına deprem çantasını verir, nasıl uygulanacağını defalarca gösterir, toplanma alanlarını belirtir, onların yerlerini kendilerine bildirir, apartmanlara asar, herkese her haneye söyler. Ve sonra görevliler gelir her hanede önce apartman bazında, sonra mahalle, ilçe, il bazında tatbikatlar yapar. O kadar sık tatbikat yapar ki (Mesela Japonya’da bir yıl içerisinde milyonlarca tatbikat yapılıyor, Amerika’da öyle…) insanlar bunu içselleştirir. Aynı emniyet kemeri takmak gibi. Ondan sonra diyebilirsiniz ki tamam insanlar artık hazır demek ki en azından binalar sallanırken hasar alsalar bile içlerinden herkes sağ salim çıkacak. Oysa biz ne yapıyoruz? Herhangi bir depremde ölü sayısından çok daha fazla ölüyü bu sarsıntılar yüzünden kaybediyoruz ya da engelli hale geliyor insanlar.
‘YETKİLİLERİN NE YAPACAĞINI BİLMEDİĞİ BİR DEPREM SIRASINDA HALKIN NE YAPACAĞINI BİLMESİ BEKLENEBİLİR Mİ?’
Doğal olarak insanların şu anda ülkemizde herhangi bir yerde vazgeçtim toplanma yerini bilmemesini daha deprem sırasında ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ülke tatbikatı yapılarak onlara ‘Çök-kapan-tutun yapacaksınız’ denilerek gösterilen bile yanlış. Daha yetkililerin ne yapacağını bilmediği bir deprem sırasında halkın ne yapacağını bilmesi beklenebilir mi? Beklenemez tabii ki. Hâlâ insanlar yaşam üçgeni kuracağız, doğal olarak bina çökerse altta kalırsak kurtuluruz belki mantığı güdüyorlar. Topyekün yanlış ve maalesef bazı yetkililer de aynı mantığı güdüyor, aynı düşünüyor bilmemezlikten.
‘AFAD’IN SÖYLEDİĞİ ’10 BİN TOPLANMA ALANI’ KESİNLİKLE YANLIŞ’
Toplanma alanı olarak kullanılması planlanan pek çok arazide plazalar yükseldi ve çoğu arazi imara açıldı. Deprem olması halinde vatandaşların toplanabileceği, çadırların kurulabileceği kadar yeterli bir alan var mı, sizce nasıl bir önlem alınabilir?
İstanbul için AFAD’ın söylediği bizim 10 bin toplanma alanımız kesinlikle yanlış, hatalı. Onlar toplanma alanı falan değil. Sadece çocuk parkları, 10 metre kare sadece 10 insanın bir araya gelebileceği yerler. Onlar toplanma alanı olarak literatürde sayılmaz. Toplanma alanı geçici olarak binlerce insana aynı anda barınma sağlayacağınız, gıda ihtiyaçlarını sağlayacağınız, insanlara ısınma ihtiyaçlarını sağlayacağınız yerlerdir.
Çünkü 1 milyon kişinin açıkta kaldığı bir depremde mesela ben öbek öbek her mahallede ayrı olarak toplanmış 100’er kişilik gruplara nerede yardım götüreceğim? Ne yapacağım peki, 100’er kişilik grubu aynı yerde toplayacağım. O insanlara yardım götüreceğim. O yerler var mı? İstanbul’da teorik olarak, kağıt üzerinde var. Kağıt üzerinde gösterilen yerlerin üçte ikisinin yerinde binalar yükselmiş vaziyette. Kaldı ki varsayalım bunlar böyle değil de hepsi var. Kim biliyor? Kimse. Kimsenin bilmediği toplanma alanını ben ne yapayım. Sen istediğin kadar toplanma alanı belirle.
Vatandaşa soruyorsun, Kardeşim Zeytinburnu’nda deprem oldu, çıktın, nereye gideceksin? Bilmiyorum. Dayımla amcamla buluşuruz burada bakarız ne yapacağımıza. Böyle bir mantık yürütüldüğü zaman bu kadar insan eğitimsiz bırakıldığı zaman sen toplanma alanı belirlesen ne olacak. Raporda kağıt üzerinde kalan toplanma alanlarına dönüyor. Teorik toplanma alanları.
‘İLETİŞİM ŞİRKETLERİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ SIRASINDA O MADDE KONULMADI’
Deprem bölgesinde haberleşmeyle ilgili büyük sıkıntılar yaşanıyor, bu konuda nasıl hareket edilmeli?
Bunun aslında belirtileri çok daha önceden verildi. Özellikle İstanbul’da orta büyüklükte bir deprem olan 5.8’lik depremde bile İstanbul’un nasıl kaosa sürüklendiğini, altyapının nasıl çöktüğünü hatırlar insanlarımız. Ve o zaman şunu da hatırlıyorum iletişim içerisinde olan ya da altyapı sektörü içerisinde olan şirketler, buna internet sağlayıcılar da dahil, ‘Biz altyapımızı güçlendireceğiz, bir daha böyle bir şey yaşanmayacak’ dediler. Ben de o zaman ‘Yapmayacaksınız çünkü bu sizin sözleşmelerinizde yok’ dedim.
Yani bu iletişim şirketlerinin özelleştirilmesi sırasında hiçbirisi için ‘Bir afet sonrası işlev vermeye devam edecek kadar altyapınızı güçlendireceksiniz’ ibaresi konulmadı. Doğal olarak başka ülkelerde bu koyulurken savaş zamanı bile A ülkesinde iletişim devam ederken benim ülkemde 5.8’lik depremden sonra hatlar kesildi. Onu geçtim herhangi bir fırtına çıkıyor adalarla hatları kuramıyoruz. Normal afet zamanını vazgeçtim. O yüzden şu anda herhangi bir İstanbul depremi veya herhangi bir deprem sonrası hiç kimse internet ve iletişim hatlarının çalışacağını beklemesin. Bunlar şu anda da söylense yapılacak değil. Yapılmayacak. Neden yapılmayacak? O kadar kesin konuşuyorum zaten daha önce yapılmadı. Bu günden sonra da yaptıracak bir irade olmadığı gibi yapmalarını sağlayacak bir sözleşme de yok ortada. Doğal olarak yapmayacaklar. Yapılabilir mi? Çok basit yapılabilir. Ek bir sözleşme çıkarırsınız. Uluslararası sözleşmeler bunlar. Ek sözleşmeye göre yapacaksınız dersiniz. Ama yapılacağını düşünmüyorum açıkçası. O yüzden altyapı konusundaki halimiz Kahramanmaraş veya daha önce yaşadıklarımızdan farklı olmayacak bundan sonra da.
Dönüşümün önündeki engel nasıl aşılacak? Birçok vatandaş yüksek kiralar nedeniyle riskli binalarda oturmak zorunda kalıyor, kiracılar için nasıl bir yol haritası izlenmeli?
Bu aslında farklı bir sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Çünkü biz insanlara eğitelim, içselleştirelim derken insanların bu konudaki duyarlılığını artırmaya çalışıyoruz. Fakat bir yandan da onları bir türlü bilgi alamadıkları binalarda yaşamaya mahkum ederek bu duyarlılığı örtüyoruz. Doğal olarak insanları yaşadıkları evlerin durumu hakkında bilgi edinemeyecek kadar aciz hissettirerek onları çok büyük bir karanlığa itiyoruz. Bu cahil karanlıkta, bilerek yaratılan bu karanlıkta, insanlara eğitim verecek şevki edindiremezsiniz. İlk önce insanların oturdukları binaların ne olduğunu bilmek anayasal hakkıdır. O yüzden yarından tezi yok hükümet, belediyelerle, üniversitelerle, bütün kurumlarla bilabedel olarak herhangi bir şey beklemeden bütün binaların gerçek halini yani yapı kimliğini, sizin kimliğiniz yok mu? Var. Benim yok mu? Var. Kaç yaşındayım, durumum nedir, sağlık kartım var mı herkes biliyor. Binaların da olacak. Ve son derece basit bir işlem. Bir insana söyleyeceksiniz para istemiyorum senden, evini kontrol edeceğim, bu evin kontrolü sonrasında sana evin göçer, ağır hasar alır, orta hasar alır, hasar almaz ya da az hasar alır söyleyeceğim. Bundan sonra hasar alanlar için yani yıkılmayacak, canınızı kurtarabilecekleriniz için size zorunlu afet eğitimi vereceğim bunu içselleştirinceye kadar. Göçme riski olan binalardaki arkadaşlarımı yarın düzgün yerlere çıkartacağım ve o binaları yıkacağım. Yerlerine eğer zemin doğruysa düzgün binalar, zemin doğru değilse hiç bina yapmayıp başka yerlere bina yapıp yine bilabedel onları koyacağım. Niye bilabedel diyorum? Çünkü senin hatan benim hatam değil. Sen mevcuttaki binaları yaparken, kontrol ettin de denetim yaptın da bunlar 30 yıl sonra birden bire mi bu hale geldiler? Hayır, sen kontrol etmediğin için böyle oldu. Sen kontrol etmediğin, denetim yapmadığın için depremde yıkılacak ya da ağır hasar alacak binalarda insanları yaşamaya mahkum ediyorsun. Veya depremden sonra ‘Sana 20 yıl kredi veririm, buyur istiyorsan gel kullan. Yeni bina yapayım sana’ diyorsun. Bu mantık mantık değil. Bunun sonu da yok. Bu çözülemez bir durum.
Bugün insanlar vazgeçtim yeni binaya geçmeyi, mevcut binalarını kontrol etmek için dahi tıkanmış vaziyette. Bugün bir firmaya gittiğiniz zaman sizden isteyeceği bedel 200 binler mertebesinde. Sadece ve sadece binanızın deprem dayanım raporunu vermek için. Bu iş değil. Doğru da değil. Bu kadar eşitsizlik, bu kadar adaletsizlik özellikle afetler konusunda normalde aciz olan bireyin sorumluluğuna yüklenemez. Bunu devlet, doğal olarak hükümet halletmeli. Ama hükümetin de bakış açısı bu konularda oldukça farklı.
Yeni yapılan binalarda ne gibi önlemler alınmalı? Bina kontrolleri nasıl yapılmalı, müteahhit olmak için belirli şartlar getirmek gerekir mi?
Bizim gibi deprem ülkelerinde ve ileri ülkelerde müteahhitliği geçtim projeye imza atmanız için bile yetkin mühendis olmanız lazım. Yani üniversiteden mezun olmanız yetmez. Üniversiteden mezun olduktan sonra özel sınavlara girersiniz, bu sınavları geçebilirseniz ancak o konuda imza yetkiniz olur.
Biz herkese… Ki son 10 senede 100 bin inşaat mühendisi verdik özel okullardan. Ve onların eğitim durumunun da ne olduğunu pek çok insan biliyor. Bu çocuklarımız son derece iyi niyetli olsalar da imza yetkisine kavuştu. Bu imza yetkisini denetleyemiyoruz, denetleyemedik. Oysa bu imza yetkisinin gelişimini devam ettiren ve sınavlarda başarılı olmuş ve özel donanımı olan inşaat mühendisine verilmesi gerekiyordu ve bu ayrımı yapmadık. Yine de proje aşaması yani hesap kitap aşaması, tasarım aşaması bizde çok iyi işler. Abilerimiz, büyüklerimiz, bizler çocukları eğitiriz. Zaten yazılı bir şeyin üzerinde hata yapmak, kalıcı bir şey olduğu için, kanıt olduğu için zordur. Onaya gider, onaylanır. Sıkıntı bundan sonra inşaat yapımına girince başlar.
‘DENETİMSİZLİK YÜZÜNDEN BİNALAR BU ŞEKİLDE YAPILMAYA DEVAM EDECEK’
İnşaat yapımı dediğiniz anda işin içerisinde bir tane müteahhit var bir de yapı denetimi firması var. Yapı denetim müessesesi 99 depreminden sonra getirildi, sonra zorunlu kılındı. İlk başta çok iyi dileklerle başladı, sonra tamamen bozuldu. Niye? Yapı denetimi firmasına önem verilmemesi, müteahhit firmaların kendi yapı denetim firmalarını açmaları, sonra buna yasak getirmeleri, yine başka yollar bulmaları, yapı denetim firmalarının paralarının tırpan edilmesi, doğal olarak bir yapı denetim firmasının aynı anda on şantiyeye bir tane inşaat mühendisiyle bakmak zorunda kalması, belediye hükümet ve müteahhitlerin ahbap-çavuş ilişkilerinin yapı denetim firmalarının önünü kesmesi bütün denetimleri aksattı, bütün denetimleri dondurdu ya da kağıt üzerinde yapılır duruma geldi.
Müteahhitlerin yetkisizliği ya da yetersiz olmaları ayrı bir sıkıntı. Onu geçtim çünkü inşaat mühendisi kiralayabiliyorlar, imza yetkisini satın alabiliyorlar. Bir inşaat mühendisine para verip sen bu şantiyeye uğrama diyebiliyorlar. Yollar her zaman bulunabiliyor bunlar açısından. Asıl sorun bunların topyekün denetlenememesi. Bu denetimsizlik olduğu sürece istediğiniz kadar iyi inşaat mühendisi yetiştirin, istediğimiz kadar yurt dışındaki müteahhitlik seviyemizle övünelim, ki doğrudur, ancak kendi ülkemizde denetimsizlik ve ceza vermemek yüzünden bu binaların bu şekilde yapılmaya devam edileceği ortada.
Afet bakanlığı kurmak çözüm olacak mı?
Hayır, hep söylüyorum yani bu anlayışı değiştirmediğiniz sürece istediğiniz kadar bakanlık kurun, istediğiniz kadar AFAD kurun. AFAD kurduk da ne oldu? AFAD kurulurken ondan önceki bütün kuruluşları lağvederek bütün bilgi birikimini lağvederek, yeni bir şey yapacağım deyip ondan sonra hiçbir şekilde yetisi olmayan insanları oraya doldurursanız sadece ‘-cek-cak’la vakit geçirirseniz 24 yıl boyunca sonumuz Kahramanmaraş gibi oldu.
Onun için Afet Bakanlığı kurulacakmış falan hiç beni ilgilendirmiyor. Önemli olan zihniyetin değişmesi, afetlere bakış açısı. Her zaman söylüyorum bina odaklı olmaktan çıkıp insan odaklı olmadıkları sürece istedikleri kadar bakanlık kursunlar bir işe yaramayacaktır.
‘SADECE İSTANBUL’DA DEPREM OLACAK GİBİ DÜŞÜNMEYELİM’
İstanbul depreminin etki alanı nasıl olacak? Sadece İstanbul için önlem almak yeterli olacak mı, çevre iller için bir öneriniz var mı?
Şimdi İstanbul depreminin olmayacağı ya da beklenen şiddette olmayacağına dair tartışmaları duyuyorum üzüntüyle. Bu hocalarımız bazıları değerli hocalarım, onlara şunu hatırlatmak isterim İstanbul sadece İstanbul depremi için hazır olmamalı. Türkiye depremi için hazır olmalı. Çünkü İstanbul, Türkiye’nin herhangi bir yerinde olabilecek bir depreme rahatlıkla yardım edebilecek yerlerden birisi. Kaynaklarıyla, büyüklüğüyle, havaalanlarıyla, olması gerekenlerle olmayanlar ama olması gerekenlerle doğal olarak İstanbul’u sadece İstanbul’da deprem olacak gibi düşünmeyelim. Türkiye’de deprem olduğunda İstanbul da yardım edecek gibi düşünelim.
‘HER İLİN AFET SONRA SU VE HİJYEN İŞİNİ SAĞLAYACAK ÖZEL EKİPLERİ OLMALI’
Doğal olarak her ilin İstanbul başta, büyüklüğü nedeniyle, depreme hazır hale getirilmesi gerekiyor. Hem kendisi için hem diğer illere yardım için. Bugün Kahramanmaraş’ta taşıma suyuyla değirmen döndürüyoruz. Su bile İstanbul ve Ankara’dan getirilmeye çalışılıyor, ben böyle bir şey görmedim. Normalde AFAD’da olması gereken su bulma bölümü, hijyen bölümü yok. Yok çünkü anlamıyorlar böyle şeylerden. Böyle şeyleri umursamıyorlar. Oysa her ilin bir afet sonrası su ve hijyen işini sağlayacak özel ekipleri olur. Bunlar bile yok. İşte böyle olmadığı zaman bütün yük o bölgeden diğer illere kayıyor. Diğer illerin durumu da pek farklı olmadığı için karşılanması ancak günler sürüyor.
‘İLİN KENDİ İÇİNDE ÇÖZÜMLER ÜRETMESİ GEREKİYOR’
İstanbul’da deprem başta, ikincil olarak sel, üçüncül olarak çok yapılaşmanın yarattığı iklim değişikliği, eğer Karadeniz’e gidiyorsanız sel eğer Van’a gidiyorsanız hem deprem hem kar hem çığ, eğer Elazığ’a gidiyorsanız deprem ve toprak kayması… Doğal olarak bütün illerin hem genel hem onlara özel afet durumu var. Bunların da o ilde çözülüp o ilde ilk önce yapılandırmanın sağlanması gerekiyor. O ilin kendi içinde çözümler üretilmesi gerekiyor sonra o ili aşan bir deprem durumu ya da afet durumu varsa ona yardımcı olacak illerin de onu desteklemesi gerekiyor. Şimdi bu saydıklarımın hiçbirisi olmadığı için, ‘Düğün yolda gidilir’ mantığı ile yola çıkıldığı için her gün bakıyoruz acaba bugün ne yaparız diye. Şu anlık durumumuzu tekrar söyleyeyim, kağıt üstünde bunların hepsi var da uygulama yönüne baktığımızda hiçbirisi yok durumunda.
Tek katlı bahçeli,ahşap evler yapımına yapılmalı.Beton evde oturmak,sağlık açısından da zararlı.Beton yapılarda sağlığa zarar veren radon diye bir gaz yayılımı vardır.