Ahmet Müfit yazdı…
Finans.News isimli internet sitesinde yer alan “Çin’in AB’nin yanındaki art bahçesi” başlıklı haber, sermaye ve malların koşulsuz dolaşımının sağlanması, ulus devletlerin bu koşulsuz dolaşımı engelleyecek düzenlemelerden kaçınacak şekilde yeniden yapılandırılması fikri üzerine inşa edilen neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin nasıl bir kandırmaca olduğunun, doğrudan söz konusu sitemin savunucularınca ortaya konuluyor olması açısından oldukça dikkat çekici.
Balkan ülkelerinin borçlanması içerisinde Çin’in artan payına dikkat çeken, Avrupa Birliğinin (AB) söz konusu bölgede artan Çin varlığına karşın bölge ülkelerini uyardığını belirten Unicredit Bankası uzmanı Marrano tarafından kaleme alınan bir rapora göre, bölgedeki ülkelerin ucuz ama koşullu AB kredilerinden sonra ilk tercihi, koşulsuz Çin kredileri olmuş.
Sanırım/umarım, çok önemli olduğunu düşündüğüm, “bölgede artan Çin varlığına karşın bölge ülkelerini uyardı lafı” sizlerin de dikkatini çekmiştir.
Ne demek “artan Çin varlığı” ya da ”artan Çin varlığına karşın uyarıda bulunmak”?
Yazıdan anlaşılan o ki, Çin’in bölge ülkelerine kredi veriyor olması AB’yi rahatsız etmiş. Neden önemli krediyi verenin kim olduğu? Eğer kredi almak yani dışarıdan kaynak kullanmak, ülkelerin büyümesine katkı yapan iyi bir şeyse ki, böyle olduğu senelerdir piyasacılar tarafından adeta kutsal bir metinden bahsediyormuşçasına sürekli tekrar ediliyor, AB’nin kendi üyesi ülkelere dışarıdan sağlanan, o ülkelerin büyümelerine katkı sağlayacak bu ekstra kaynaktan dolayı mutlu olması gerekmez mi?
Borcun kendisi kadar, kimden borç alındığı da mı önemli yoksa?
Soruları çoğaltmak, borçlanma savunucularınca sürekli tekrar edilen “paranın dininin milliyetinin olmadığı” yönündeki açıklamalar yanlış mı yoksa sormak da mümkün hatta gerekli değil mi?
Marrano’nun yazısı, yukarıdaki soruların yanıtını yani paranın hem dininin hem de milliyetinin olduğu gerçeğini, borçlandırmanın ülkeleri siyaseten ele geçirmenin en etkin yolu olduğunu, Çin kredilerinin, AB’nin, borcu araç olarak kullanarak ülkeleri siyaseten teslim alma oyununu bozduğunu son derece net bir şekilde ortaya koyuyor. Bununla da kalmıyor, borç verenlerin yani uluslararası denilerek, ulusal aidiyetleri görmezden gelinen, “gelişmiş ülkeler (ABD, AB, vb.) bankaların, finans kuruluşlarının -aynı sömürgecilik döneminde olduğu gibi- ülkelerinin siyasi yapılarından/çıkarlarından bağımsız objektif ölçütlerle çalışan yapılar olmadığını/olamayacağını gözler önüne seriyor.
Bizler söylediğimizde komplo teorisi olarak yaftalanan, değersizleştirilmeye çalışılan gerçekler, söz konusu raporda olduğu gibi, günümüzde, ulusal/bölgesel/küresel çıkarlar eksenli olarak bizatihi neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin en önemli stratejik işgal aracı olan bankalarca/finans kuruluşlarınca dile getirilmeye başlanmış durumda.
Sonuç olarak, küresel finans piyasalarında gerçekleştirilen kredi yani borç alıp, borç verme işlemlerinin, yalnızca ekonomik bir eylem olmadığının, kredi alan ülkelerin, siyaseten kredi verenlerin arka bahçesi haline geleceğinin doğrudan sistemin önemli aktörlerinden birisi adına hazırlanmış olan raporda, bu denli açık şekilde ifade ediliyor olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu noktada akla gelen son soru, bu açık gerçeklerin, yıllarca sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasını “çağın” ve “ekonomi biliminin” gereği olarak savunup, ülkelerin ekonomik olarak bağımlı hale gelmesinin sorumluluğunu taşıyan siyaset kurumunun tavrında bir değişikliğe yol açıp açmayacağı.
Toplumsallığın dışlanıp, dayanışmanın, parası çok olanın parası az olana yardım etmesi yani “yardımseverlik” noktasına indirgendiği, rekabetçilik ve girişimciliğin yani bir diğerini ezip geçmenin en saygın değerler olarak teşvik edildiği bir dünyada, sorunun yanıtının olumlu olması için çok fazla nedenimizin olduğu kanısında değilim.
https://finans.news/2021/04/29/cinin-abnin-yanindaki-art-bahcesi/, https://www.research.unicredit.eu/DocsKey/emergingmarkets_docs_2021_179703.ashx?EXT=pdf&KEY=l6KjPzSYBBGzROuioxedUNdVqq1wFeRowj6TkjKKn2ls2gVPgAyjlQ==&&T=1
Bir emlakçı 100 metrekarelik daire’yi sarmak bin türlü yalan söylüyor, kendi menfaatleri için daire sahibi ile anlaşmak yapıyor. Bence küresel dünyayı yöneten sermaye sisteminin çok şeffaf ve sağlam olduğunu sanmak biraz salaklık olur. Mesela diyorlar merkez bankası bağımsız olması gerekir, lafta güzel ama anlamı şu , MB’nin yönetimini küresel sermaye sistemine entegre etmeniz gerekiyor
Borç alan, emir de alır.
Bunlar normal krediler değil Çin tıpkı aklı olan diğer kredi kuruluşları gibi geri alamayacağını bildiği ülkelere veriyor kredi borcunu.
Mesela türkiye boğazına kadar borca batmış ödüyecek durumu kim türkiyeye kredi vermek ister?
Imf veya Çin neden onlar vermek istiyor diğerleri istemiyor?