Prof. Dr. Nur Serter yazdı…
Halkımız öteden beri siyasetle yakından ilgilenir. Siyasetle ilgilenmek için günlük olayları izlemek yeterlidir çünkü… Fazla bir şeyler okumaya, araştırmaya gerek yoktur. “Kim demiş?”, “Ne demiş” boyutunda kalan bir siyaset merakı ile herkes kendine özgü bir düşünceye kolayca sahip olur. Fazla irdeleme gereği görmediği için de kendi siyasi liderini doğrulayıp, onun düşüncelerini kendisinin ki gibi aktarmayı sürdürür.
Böylece toplumun ortak dilini, siyasilerin söylemleri oluşturur.
Siyaset konuşmak, hem kolaydır hem de kişinin kendisini “bilgin” hissetmesini sağlar.
TV ekranlarını işgal eden tartışma programlarında yapılan açıklamalar da halkın söylemlerinden çok farklı değildir.
Yaşamın siyaset tartışmalarına odaklandığı bir toplumda, ülkenin can yakıcı sorunları bile kısa vadelidir.
Kısa sürede unutulur, gider…
Ancak Türkiye günümüzde farklı bir döneme girmiştir. Yaşama tutunmak, açlığını bastırmak, asgari gereksinimlerini karşılamak kaygısı ile çırpınan geniş kitleler için siyasilerin söylemleri albenisini yitirmiştir.
İlgilendikleri tek konu vardır; geçim zorluğunu aşmalarına yapılacak katkılar.
Siyaset yapan azınlığın, siyaset dışı çoğunluğa etkili olmasının yolu, yakın vadede onlara yapılacak ekonomik yardımlarla sınırlı hale gelmiştir.
Art arda yaşanan seçimlerde halk siyasetten de siyasetçiden de bıkmıştır. Çünkü siyasette “overdoze”a, (aşırı doza) maruz bırakılmıştır. Daha fazlasını bünyesi kaldıramaz hale gelmiştir.
Yaşadığı ekonomik sıkıntılarla çöpten yiyecek toplayıp, üç kuruş aylıkla geçim savaşı verirken ve geleceğe olan umudunu yitirmişken, gerçekleri örtmek için yaratılan illüzyonların, bir dediği, diğerini tutmayan lider beyanatlarının, siyasi hesaplaşmaların, parti içi güç savaşlarının, aday gösterilmeyince, kendilerini vazgeçilmez sayarak partilerinden istifa edenlerin Halkta yarattığı tek duygu vardır: Öfke!
Bu öfkeye katılmamak mümkün mü?
Vatandaş siyasetin odağında kendisinin olmadığını ve siyasi rekabetin topluma daha iyi hizmet sunma yarışından kaynaklanmadığını giderek daha iyi anlamaktadır.
Siyaset, bir grup siyasetçi azınlığın, siyaset gücünü kullanarak, kendini o gücün bir parçası haline getirmeyi amaçladığı bir koltuk kapma yarışına dönüşmüştür.
Bu tablo genel ve yerel seçimlerde açık ve görünür hale gelmiştir. Koltuk kapma ve koltuğunu koruma siyaseti ülkenin tüm kurucu ilke ve değerlerinin ve etik kaygıların önüne geçmiştir.
Siyaset kurumuna olan güvenin kırılması ve vatandaşın kendisini dışlanmış hissetmesi son derece tehlikelidir. Parlamentoya ve Demokrasiye sahip çıkma bilincinde de yıpranma yaratmaktadır.
Siyaseti kendi çıkarları için yıpratan, temel sorunlara “adet yerini bulsun” anlayışı ile değinip, geçen ama siyaset yapma nedenlerinin gerçekte kendi iktidarlarını pekiştirmekten öteye geçmediği algısını yaratan siyasetçilerin ülke için bir çözüm üretemeyecekleri inancı giderek güç kazanmaktadır.
“Kim gelirse gelsin sorunum çözülmez” anlayışını ortadan kaldırmak için geç de olsa atağa kalkma zamanı gelmiştir.
Halkı hafife alanlar, onda yarattıkları umutsuzluğun nedenlerini kendilerinde aramak yerine rakiplerinde aramayı sürdürdükleri sürece, halkın öfkesinin bir gün kendilerini de yutacağını görmek zorundadırlar.
Yerel seçimlerde ana muhalefette yaşanan tablo son derece kaygı vericidir. Halkımız kendi sorunlarına çözüm bulacak bir yönetim anlayışına özlem duyarken, parti içi sorunların yegane gündemi oluşturması ile ana muhalefete duyulan güven giderek yıpratılmaktadır.
Tarihin çizdiği tablo, ortaya bazı gerçekler koymaktadır;
İktidar, GÜÇ’tür. Güç ise her zaman birleştirici olmuştur. Güçten nemalanmak isteyenleri bir araya toplar, gücü pekiştirir. Farklı görüşten olanları hatta düşman kardeşleri bile dost kılan dürtü, bu büyük yönetim gücünden pay almak sevdasıdır. İlkesel değildir, etik değildir sadece çıkar odaklıdır.
Muhalefette kalmak ise o GÜC’e erişmenin yollarını aramak misyonudur. Ancak muhalefette kalmanın en büyük zorluğu ülkeyi yönetme gücüne kavuşma umudunu yitirenlerin, parti içinde güç olma isteklerine hız verip, ayrışmalarıdır.
Bu nedenle ayrışma- hizipleşme- parti içi iktidar mücadeleleri muhalefet partilerinin vazgeçilmezi olmuştur.
Ana muhalefet partisi; Türkiye’de iktidar olmayı istemekle, parti içinde iktidar olmayı istemek arasındaki geleneksel hale gelmiş çatışmadan çıkamamaktadır.
Parti içinde yaratılan kaotik ortamda herkesin dürüstçe cevaplandırması gereken soru şudur; CHP iktidar olsaydı, bu ayrışma, hizipleşme ve istifalar olacak mıydı?
Kuşkusuz hayır!
CHP’nin yıllardır iktidar gücünden pay alamaması, partiyi iç iktidar kavgalarına sürüklemekte ve güçlü bir ana muhalefet partisi olarak siyaset yapmanın öneminin görmezden gelinmesine neden olmaktadır.
Oysa CHP’nin, kuruluş ilke ve değerlerine sahip çıkarak, laik, demokratik Türkiye’nin kılavuzu olma görevini unutmaya hakkı yoktur. İlkelerin ve Atatürk’ün mirasına sahip çıkmanın önemsizleştirildiği bir siyaset anlayışında savrulma kaçınılmaz olacaktır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye bir siyasi partiler mezarlığıdır. Günümüzde adı, bir sivil toplum kuruluşu kadar bile duyulmamış olanların çoğunluğu oluşturduğu 136 siyasi parti vardır.
CHP, Türk siyasetindeki önemini, yerini, görevini yeniden hatırlayarak, yoluna birlik ve bütünlük içinde devam etmenin tek seçenek olduğunu anlamalı ve siyasetten bıkmış kitleleri iç hesaplaşmaları ile yormadan ülkenin sorunlarına odaklanmalıdır..
ideallerinden hedefinden duruşundan vazgeçmiş bir chp nin sonunda döneceği durum bu. yazınızdan dolayı tebrık ederim.