Prof. Dr. Nur Serter yazdı…
Atatürk sonsuzluğa uğurlandığında dünyanın en ünlü Fransız Spor Gazetesi “L’Auto” O’nun spora yaptığı katkılardan övgüyle söz ediyordu:
“ Dünyada ilk defa beden eğitimini zorunlu kılan devlet adamı o oldu. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri kurdurdu. Halk evlerinin spor kollarını bizzat denetledi. Milletin mukadderatına hakim olduğu günden itibaren Türkiye’de spor giderek artan bir önem ve değer kazandı” diye yazıyordu.
Tarihler 1922 yılının 28 Temmuz’unu gösteriyordu. Büyük Taaruza günler kalmıştı. Yunan komuta heyeti Mustafa Kemal Paşa’yı adım adım izliyor, taaruz zamanını kestirmeye çalışıyordu. Oysa 28 Temmuz günü Paşa ve yanındaki komutanlar bir maç izlemenin peşindeydiler. Akşehir’de Batı Cephesi ile Kolordu askeri takımları arasında yapılacak maç, tüm gazetelerde ilan edilmiş, komutanlar tribünleri doldurmuştu.
Saha toprak, kaleler filesizdi. Askerler ayaklarında bot, yarım çizme ve postallarla top koşturuyorlardı. Takımların biri kırmızı, diğeri beyaz formalar giymişlerdi. Maç 2-2 bitti.
Oysa arkadaki çadırda Büyük Taaruz Planı karara bağlanmış, 30 Ağustos’taki taaruz kararı kesinleşmişti.
Yunan işgal kuvvetleri kendilerine kurulan bu tuzakla hazırlıksız yakalanacaklar ve 9 Eylül’de İzmir’den denize döküleceklerdi.
Büyük zafere giden yolda bir futbol maçı tarihteki yerini alacak ve Büyük Önder’in zaferi ile sonuçlanacaktı.
Tıpkı 29 Aralık da Riyad’da oynanamayan 100.Yıl Süper Kupa maçı gibi…
Türk futbol tarihini Atatürk’ten ve Ulusal Kurtuluş Savaşından soyutlamak mümkün değildir.
Riyad’da maça çıkmayı reddeden Galatasaray Spor Kulübü’nün kuruluş tarihi 1905, Fenerbahçe Spor Kulübü’nünki ise 1907’dir. Bu iki büyük kulübümüz Milli Mücadele tarihimizin de birer parçasıdır.
Birinci Dünya Savaşına gönüllü olarak katılan sporcuları arasından şehitler vermişlerdir. Galatasaray’dan Celal İbrahim, İdris Neşet, Hasnun Galip, Fenerbahçe’den Sadık, Nurettin, Halim, Kemal, Sabri ve Münir gibi…
Mustafa Kemal Paşa Filistin Cephesine hareket etmeden önce Fenerbahçe’nin Kuşdili çayırındaki Kurbağlı Dere lokalini ziyaret etmiş, anı defterine de “takdir ve tebriklerini” yazmıştır.
İlerleyen yıllarda, 1932’de yanan Kuşdili binasının yeniden yapılması için en büyük bağışı kendi bütçesinden yapmıştır.
Galatasaray Futbol Takımı cumhuriyetin ilanından iki yıl önce çıktığı Avrupa turnesinde 17 kentte 17 maç oynamıştır.
Türkiye’de ilk futbol encümeninin kuruluş tarihi 1922’dir.
Kurtuluş Savaşının en zorlu günlerinde Fenerbahçe Kulübünün Kurbağlı Dere’deki kayıkhanesi silah ve cephane deposu olarak kullanılmış, oradan Anadolu’ya silah ve cephane sevkiyatı yapılmıştır.
Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlandığı, Lozan görüşmelerinin başladığı günlerde İstanbul hala işgal altındaydı. İşgal sürecinde futbol maçlarına da devam ediliyordu. İşgal Komutanı Harrington, Türkleri hiç olmazsa sporda mağlup ederek İstanbul’dan ayrılmanın derdine düşmüştü. Kendi adını verdiği bir kupa maçı planladı. Kazanan takım “General Harrington Kupasını” alacaktı. Üç İngiliz takımının en iyi oyuncularını seçerek bir karma takım oluşturdu. Bu takım Fenerbahçe ile karşılaşacaktı. Maç başladı. İlk yarıda İngilizler bir gol attı. Ancak ardından Fenerbahçe’nin iki golü geldi. Maçı Fenerbahçe 2-1 kazanmıştı.
Bu sadece bir maç değildi. Milli Mücadelenin sahalarda kazanılan son zaferiydi.
Futbolu ulusal duygulardan arındırmak hiçbir dönemde mümkün olmamıştır. Konu vatan ise ezeli rakipler her zaman birleşmiştir.
Türk futbol takımları Milli Mücadele ruhunun somutlaşmış örnekleri olduklarını tarih boyunca kanıtlamışlardır. Kuşkusuz bu örnekler sadece Fenerbahçe ve Galatasaray ile de sınırlı değildir. Ancak konu Riyad olunca, bu takımların hakkını vermek de gerekmektedir.
29 Aralık günü Riyad’da yazılan tarih, Türk Ulusunun vicdanının sesi olmuştur.
Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Fenerbahçe ve Galatasaray aracılığı ile Ulusumuzun Mustafa Kemal Atatürk’e olan bağlılığını ve O’nun yolunda yürümekteki kararlığını bir kez daha görünür kılmıştır.
O’nun sonsuzluğa uğurlanışının üstünden 85 yıl geçti. Ancak dünyada hiçbir lidere gösterilmeyen bağlılık ve sevgi tüm sıcaklığı ve heyecanı ile statlara da taşındı.
Türk ulusunun kurucusuna duyulan sevgi, yalnızca vefa duygusundan kaynaklanmıyor. Ulusumuz, kendisini Ortaçağın karanlığından çıkaran, çağdaş ve özgür bir ülkede kul değil, birey olarak yaşatan ve laikliğin yarattığı vicdan özgürlüğünden yararlanmanın yolunu açan eşsiz ve tek Önderlerine sahip çıkmanın coşkusu yaşıyor…
Bu duygu yoğunluğunu görünür kılmak, O’na olan borcumuzu ödemenin ötesinde, Atatürk Cumhuriyetine sahip çıkmanın, baskılara karşı koyuşun da bir yoludur. Atılan sloganlar, açılan pankartlar, kalplerin üstünde taşınan Atatürk resimleri, marşlar, gözlerden damlayan yaşlar , gönüllerden çağlayan sevginin doğal sonucudur.
Yılın Süper Kupa maçı için seçilen en uygunsuz yer olan Riyad’da futbolumuz yeniden bir tarih yazmıştır.
Oynanamayan maç, Büyük Önder’in unutulmaz zaferi ile sonuçlanmıştır.
Mustafa Kemal Paşa, “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” demişti.
Fenerbahçe ve Galatasaray takımları ve yöneticileri Ata’larının bu sözlerine layık olduklarını kanıtlamışlardır.
Cumhuriyetimizin kurucusuna 100. yılın son günlerinde gösterilen bu bağlılık AKP yönetimi tarafından alkışlanmalı, Atatürk’ü kabullenmeyen Suudi Arabistan yönetimi kınanmalıydı.
Oysa ne oldu? Futbol takımlarımızın bu onurlu direnişi bazı AKP kalemşörlerince “28 Şubat ve darbe” imaları ile karşılandı. Atatürk’e ve laik cumhuriyete sahip çıkanların darbe çığırtkanlığı yaptıklarını iddia edenler, ürettikleri komplo teorileriyle gönüllerden çağlayarak akan Atatürk sevgisini engelleyemezler.
Atatürk’e gösterilen saygısızlığı ve zedelenen ulusal onurumuzu yok sayanların darbe imalı çırpınışlarını Türk milleti affetmez.
Başlatılan algı operasyonları boşunadır. İftiralar, karalama girişimleri milletin vicdanına yer bulmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk bugün de yarın da her zaman tek kazanan olarak zaferini çoktan ilan etmiştir.
O Türk milletinin gönlünde sonsuza dek sarsılmayacak yerin tek sahiptir…..
Bir futbol takımının 1921 yılında Avrupa turnesindeki 17 maçı, 3 galibiyet 3 beraberlik ve 11 mağlubiyet ile sonuçlanmıştır. Mehmetçiklerimiz Anadolu’da düşmanı kovmak için savaşırken keşke bu sporcu gençler de Avrupa’da çuval dolusu gol yiyeceklerine Milli Mücadeleye katılsaydı. Diğer takımın Milli Mücadelenin tamamlandığı ve Türk ordularının İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 tarihinden tam 9 ay 20 gün sonra İngiliz İşgal kuvvetleri komutanı Harington adına düzenlenen kupaya hangi gerekçeyle iştirak ettiğini merak ediyorum. Ülkenin payitahtını işgal etmiş ve pek çok kan dökmüş bir işgal ordusu ile gazozuna maç yapmanın hiç bir gerekçesi olamaz.Milli Mücadelenin zafer ile sonuçlanması ve İzmir’in kurtarılması milletin moralini yükseltemedi de bu kupa mı yükseltti?
Cımhuriyetin sigortası milletimizin Atatürk’e olan bağlılığıdır.
Devrimlerin izinde ve sürecin devam ettiğinin bilincinde olanlar Atatürk’e olan bağlılıklarını gerektiğinde görünür kılmayı, göze sokmayı, had bildirmeyi gayet iyi bildiklerini açıkça göstermişlerdir.
Sayın Nur Serter’e teşekkür ve saygıyla