Ahmet Müfit
Ahmet Müfit
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Kaçınılmaz olana şaşırmak!

Kaçınılmaz olana şaşırmak!

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Son günlerin, Vilnius’da gerçekleşen ve Türkiye’nin de en dikkat çeken katılımcılardan biri olarak yer aldığı NATO zirvesini dahi gölgede bırakan, iki önemli gündemi, laiklik ve ekonomide yaşanan gelişmeler. Laiklik konusunun gündeme gelmesinin nedeni, Menzil Tarikatı liderinin ölümü üzerine özellikle devlet ve siyaset katında yaşananlar ile yeni Milli Eğitim Bakanı’nın, “kız okullarının” yeniden açılabileceği yönündeki, kadınların okullaşma oranını artırmak amaçlı olarak gerekçelendirdiği beyanları.

Ekonomi konusunun şu an itibarıyla gündem olmasının nedeni ise “Ortodoks” politikalara dönüş/normalleşme/rasyonel politikalara dönüş gerekçesiyle yaşanan zam ve vergi bombardımanının, doğrudan toplumun çalışan ezilen kesimlerini yani sistemin, özellikle 1970’lerin sonundan itibaren her daim -kazandığını zannettiği dönemler de dahil- kaybedenlerini hedef alıyor olması.

Laiklik konusu ile başlayalım. Konuyla ilgili, yukarıda saydığım her iki gelişmenin de “yeni bir yanı yok. Şaşırtıcı bir şekilde, insanları şaşırtıyormuş gibi görünse de, bugün yaşananlar 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle, laiklik ilkesinin “özgürlükçü” hale getirilmesi, laiklik ilkesini savunanların, AB/ABD beslemesi yetmez ama evetçi kesimce, ceberut, anti demokrat laikçiler olarak adlandırılmasıyla başlayan sürecin doğal sonucu. Tarikatların fiilen “sivil toplum kuruluşları mertebesine yükseltilmesi hatta devletin içerisine sokulması, 4+4+4 yasasıyla, uzun zamandır fiilen uygulanmayan eğitimde birlik yasasının hukuken de kaldırılması ile devam eden bir süreçten bahsediyoruz aslında. Kılıçdaroğlu’nun, unutulmaz “laiklik tehlikededir diyemem” çıkışıyla ve tabii ki, laiklik karşıtı görüşleri savunan partilerle birlikte “demokrasi ittifakı” kurulması ile siyaseten de meşrulaştırılan bu süreçte atılan adımlar herkesin gözü önünde gerçekleşti, gören gördü, görmek istemeyen, görmek işine gelmeyen görmedi. İşin özü, bugün yaşanlarda şaşıracak bir şey yok demeye çalışıyorum.

Ekonomi konusu da farklı değil. Bugün yaşananlar, esas olarak 24 Ocak 1980 karaları ve Turgut Özal’ın da en önemli parçalarından biri olduğu 12 Eylül 1980 darbe yönetimi tarafından başlatılan ama tam anlamıyla uygulanmasına Kemal Derviş eliyle yürürlüğe konulması sağlanan “2001 reformları” sonrasında iktidar olan AKP iktidarı döneminde başlanılan bir yıkım, intihar sürecinin kaçınılmaz son sahnesi. Ülke varlıklarının ipotek edilmesi ve “yapısal reform” adı altında, ulusal egemenliğin para satıcıları ve üst örgütleriyle paylaşılması karşılığı gelen borç parayla yaşanan ödünç refah ekonomisinin görünmez kıldığı bir yıkım sürecinin doğal sonucu. Çalışmadan, hak etmeden, dışarıdan borç olarak gelen parayla yaşanan bolluğun ödünç olduğunu, geldiği gibi gideceğini ama borç parayı kasasına atan, borç parayla kişisel servetine servet katanla, son kertede borç parayı ödemek zorunda kalanın aynı kesim olmayacağını görmeyen/görmezden gelen bir körleşmenin kaçınılmaz sonuçları.

Nasıl ifade ederseniz edin, borç para muslukları kesilince kaçınılmaz hale gelen küçülmenin bedelinin, ucuz kredilerle, kamusal teşviklerle semiren/semirtilenlere değil, artırılan tüketim vergileri, harçlar, her toplum kesimince kolayca ulaşılabilmesi gereken kamu hizmet bedellerinin artırılması yoluyla, sıradan insanın yani sistemin kaybedenlerine ödettirileceği bir “reform ve rasyonelleşme” sürecinden bahsediyoruz aslında.

Aynı laiklik ilkesinin “esnetilmesi”, cumhuriyet devrimlerinin etrafından dolaşılarak yok sayılması örneğinde olduğu gibi, ekonomiyle ilgili olarak bugün yaşadıklarımızla da, geçmişte defalarca karşılaştık. Şaşırmamız ya da şaşırmış gibi yapmamız bu gerçeği değiştirmiyor.

Peki de niçin böyle davranıyoruz. Geçmiş yaşananlardan ders almak yerine niçin bütün bunlar, daha önce hiç yaşanmamış gibi davranıyor, geçmişte benzerleri defalarca yaşanmış olan şeylerin kaçınılmaz sonuçlarıyla karşılaşınca şaşırıyor ya da şaşırmış gibi davranıyoruz?

Kişisel olarak bu sürreal durumun iki olası açıklaması/gerekçesi olabileceğini düşünüyorum.

Birinci “açıklama/gerekçe”, her yaptığımız hatanın açıklaması/gerekçesi olarak hoyratça kullandığımız “unutma süremizin kısalığı” konusu. Yani yaşananları kolayca unutarak, ders çıkarma/ders alma eylemini gerçekleştiremiyor olmamız. Böyle diyerek, akılda tutma süremizin kısalığını gerekçe yaparak hem her şeyi hem açıklamış, hem de suçu sıradan insanların sırtına yüklemiş oluyoruz.

İkinci açıklama, birinci gerekçeyi/açıklamayı reddetmemekle birlikte, neden böyle oluyor sorusunun yanıtını da içeriyor. Neden, son derece açık aslında. Sorun, bu açık gerçekleri bizlere hatırlatacak, siyasi partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin bu bilinçlendirme/hatırlatma işlevini yapmaktan vazgeçmiş, tam tersi şekilde unutturma işleminin aktörü haline gelmiş/getirilmiş olmaları. Yani temsil ettikleri iddiasında oldukları kesimleri temsil etmekten, onları, onların çıkarlarını tehdit eden sorunlar, konularla ilgili olarak uyarmaktan, bilgilendirmekten daha da öte, onların, bu sorunlara, tehditlere karşı çıkışlarına önderlik etme sorumluluğundan vazgeçip, oturdukları koltukları, kolay yoldan siyasi ikbale ulaşmanın/kişisel çıkar sağlanmanın zemini olarak görmeleri.

Sonuç olarak, son dönemde hep yazdığım gibi, halkın yani temsil edilenlerin her düzeydeki temsilcilerine güveni kalmıyor. Sadece bizde değil tüm dünyada durum benzer aslında. Fransa’da şimdilerde sokakta olan gençlerin, emeklilik yaşının artırılmaması karşıtı eylemlere ya da emeğin en önemli kendini gösterme olanağı olan 1 Mayıs törenlerine katılmamaları, sendikalara, siyasi partilere güvenmiyor olmalarının, seçimlere katılımın sürekli düşüyor olmasının nedeni de bu.

Bütün bu “şaşırmaların”, “şaşırmış gibi yapmaların”, varmış gibi görünse de, gerçekte siyasi sahibi olmadığı için saman alevi gibi harlayıp, söneceği kesin olan bu iki tartışmanın perdelediği şeyin, Vilnius’daki NATO Zirvesi sırasında yaşanan büyük siyasi “manevra” olduğunu da ifade edip bitireyim.

 

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1713576, https://dergipark.org.tr/tr/pub/jpfs/issue/69657/1068787#:~:text=T%C3%BCrkiye%2C%201980%20y%C4%B1l%C4%B1%20ve%20sonras%C4%B1nda,sonu%C3%A7lar%C4%B1%20itibariyle%20farkl%C4%B1l%C4%B1k%20arz%20etmektedir.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 18 Temmuz 2023, 12:23

    Doğru saptamalar. Ekonomiyi döviz-faiz-kriz üçgeni dışında değerlendirmemek doğruların görülmesine de engel oluyor. Toplum, belirli aralıklarla yineleyen ekonomik krizleri olağan karşılamaya başlıyor. Faiz indirme tutkusu olmasa da bu kriz yaşanırdı. Yıkıcılığı ve şiddeti belki bu denli yüksek olmayabilirdi. Türk siyaseti küçük ayrıcalıklar dışında “yok aslında biribirimizden farkımız” diye çığlık atıyor her fırsatta. Elbette anlayana…

    Cevapla
Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!