Ahmet Müfit
Ahmet Müfit
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Temsili demokrasinin sonu, siyasetin meşruiyet sorunu!

Temsili demokrasinin sonu, siyasetin meşruiyet sorunu!

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Son dönemde yazdığım yazıların ortak vurgusu, siyaset kurumunun dünya genelinde yaşadığı yaygın itibar kaybı. İtibar kaybının en önemli nedeni ise siyaset kurumunun neredeyse bir bütün olarak, geniş halk kitlelerinin, çalışan emeğiyle geçinen toplum kesimlerin temsilcisi olmaktan vazgeçmiş olması.

Artık siyaset kurumunun, seçmenin desteğini kazanmak için toplumla organik ilişkiler kurmaya, toplumun içerisinde olmaya, yönetim kademeleri ve temsil makamlarına insan seçerken, seçecek olanların hassasiyetlerini gözetmeye ihtiyacı kalmamış durumda. Bir eski parti başkanının söylediği gibi, iktidar olmak için önemli olan şey ne yaptığınız ne söylediğiniz değil, “rüzgarın” doğru yönden esmesi. Böyle düşünüyor olmalarının nedeni, eskiden medyayı günümüzde, teknoloji gücüyle her şeyi izleyen, kontrol ve manipüle edebilen “önemli” siyasi ve ekonomik güçlerin desteğini almanın yeterli olacağını düşünüyor olmaları.

Böyle düşünmekte de haksız değiller. Bu bakış açısının, özellikle 1980-2008 yılları arası yani küresel finans sisteminin karşılıksız olarak çılgınca para yarattığı yıllarda “oldukça olumlu” sonuçlar verdiğini söylemek mümkünse de, bu durumu/gelişmeyi zaman içerisinde siyasetçilerin, daha da öte bir bütün olarak siyaset kurumunun meşruiyetini de ortadan kaldıran, siyasetçiyi şovmen gibi davranmaya iten bir yoldan çıkma olarak nitelemek mümkün.

Nitekim, gelinen nokta da “sorun”, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren başlayan ve “ABD liderliğinde küreselleşme” ile paranın ve malların serbest dolaşımı yani serbest piyasa adı altında yürürlüğe konulan ve finans piyasalarında yoktan var edilen trilyon dolarlarla sanal bir refah yaratılarak kök salması sağlanan bu operasyonun ve tabii ki bu operasyonda rol alan siyasetçilerin yaldızlarının dökülmeye başlamış olması.

Siyaset kurumu ve siyasetçinin yaldızlarının dökülmesine neden olan şey, özellikle 2008 ABD mortgage krizi ile başlayıp, Batı Avrupa’yı ve tüm dünyayı saran borç krizi sonrası yaşanan ve özellikle gelişmiş ülkeler orta sınıflarını vuran, yoksullaştıran süreç. Ülkeler ve tek tek bireyler, küresel finans siteminin uç görev gücü bankalar kanalıyla, mevcut ve gelecekte olacağını varsaydıkları tüm gelirlerini ipotek etme karşılığı borçlandırılarak sağlanan “ödünç refah”, 2008 krizi sonrası yaşanan süreçte verdiklerini misliyle alarak, yerini büyük bir umutsuzluğa bırakmış durumda. Şimdilerde bizde -gerek kamu, gerek şirketler gerekse ailelerin bilançolarında- yaşanılan şeyin, 2008 sonrası özellikle “gelişmiş ekonomilerde” yaşanan bu senaryonun gecikmiş ama, ülkenin jeopolitik nitelikleri nedeniyle, çok daha tehlikeli -İsveç’in NATO’ya girişi konusunda yaşandığı gibi- bir versiyonu olduğunu eklemekte yarar var.

Üzerinden geçen 15 yıla ve “gelişmiş ülke” Merkez Bankalarınca ortalığa saçılan trilyon dolarlara/avroya/yene karşın sonlandırılamayan bu çöküşün, gerek dünyada, gerekse ülkemizde siyaset kurumu ve seçmenler açısından, bu günden bakıldığında, geleceği de şekillendirecek önemli sonuçları oldu.

Siyaset kurumu açısından baktığımızda, geçen 40 küsur yılda ideolojik içeriği boşaltılmış -sağ ve sol görünümlü- piyasaya esir olmuş “merkez partilerin” genel olarak güç kaybettiklerini, ideolojik özünü koruyan ya da şu ya da bu şekilde bunu vadeden partilerin ise siyaset kurumunda güç kazanmaya başladığını söylemek mümkün. 1990’larda tarihin sonunun geldiğinin en önemli göstergesi olarak sunulan, ABD patronajında oluşacak tek kutuplu dünya projesi, günümüz itibarıyla iflas etmiş durumda. Durum böyle olunca da, küresel sermaye ve ardındaki siyasi güçler, son 40 küsur yılda kurdukları ve neredeyse dünyanın tüm varlıklarına sahip oldukları mali ve siyasi gücü kaybetmemek için dünyayı ateşe vermek dahil her şeyi yapmaya hazır bir görüntü sergiliyorlar.

Yaşanan 40 küsur yıllık deformasyon sürecinin, seçmen yani sıradan insanlar açısından etkisi de, en az siyaset kurumuna etkisi kadar önemli. Konuyu birçok başlıkta tartışmak mümkünse de bu yazı kapsamında sadece en önemli gördüğüm ikisinden bahsedeceğim. Bahsedeceğim birinci etki, her an etrafımızda gördüğümüz, duyduğumuz, hiçte yabancısı olmadığımız bir şey. Seçmeni yozlaştıran, siyasi çıkarcılığın öznesi haline getiren particilik anlayışı yani siyasetin ülke çıkarı için değil kişisel çıkar makam mevkii ya da para için yapılması, taraftarı olunan partinin ülke genelinde ya da yerel de iktidar olması durumunda kontrol edeceği/kullanacağı kamusal kaynaklar ve yaratılacak rantlardan pay alma arzusu/motivasyonu. Bu durumun, ABD ya da AB’den çok bizim gibi, son 40 küsur yılda “yapısal reform” adı altında devlet yapısı deforme edilmiş ülkeler için geçerli bir yozlaşma türü olduğunu ilave etmekte de yarar var. İkinci etki, yurttaşın, seçmen olmaktan, siyaset adı altında yaşanan tiyatronun, aslında hiçbir şeyi değiştiremeyecek, edilgen figüranı olmaktan uzaklaşması yani seçimlere, siyasi parti faaliyetlerine ve siyasi süreçlere katılımın düşmesi. Bu durum, kısmen siyasetin çıkar odaklı hale gelmesinden beslense de, esas olarak siyasetin bireysel, toplumsal, ülkesel sorunların çözüm yeri olarak görülmemeye başlanılması, yurttaşın, siyaset arenasında yaşanan ikiyüzlülüğün farkına varması, seçilenlerin temsil yani halkın temsilci olma niteliklerinin sorgulamaya başlamış olmasından kaynaklı, seçen ve seçilen arasında bir kopuş olarak açıklamak mümkün.

Peki de, neden böyle oluyor. Seçilenler, arık insanlar seçimleri niçin daha iyiye ulaşmanın bir aracı olarak görmüyor diye sormuyor, daha da öte bu durumu düzeltmek yani yeniden seçmenin temsilcisi olabilmek için bir şey yapmıyorlar. Seçen ve seçilen arasındaki kopuşa yani seçilmişlerin ikiyüzlülüğüne karşı, seçmenlerce duyulan öfkeyi anlamak yerine, niçin bu gerçeği görmezden gelmeyi/yok saymayı, bu gerçeğe karşı oluşan tepkiyi, hemencecik gayrimeşru ilan etmeyi tercih ediyorlar.

Böyle davranmalarının nedeni, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren, Temsili Demokrasinin krizini aşmak, halk katılımını sağlamak, müzakereci demokrasiyi oluşturmak denilerek, “yapısal reform” adı altında, devlet yapılarının deforme edilmesiyle başlayan süreçte, yurttaş-devlet, yurttaş-siyaset, siyaset-devlet ilişkilerini bilinçli şekilde bu hale getirmiş olmaları. Anlayacağınız bu durum yani gelinen nokta onlar açısından bir sorun değil, tam tersi baştan itibaren varılmak istenilen hedef bizatihi bu. Siyaset kurumunu, siyasetçiyi, seçmenin baskısından, “rasyonel olmayan taleplerinden” -hiç yabancı gelmedi değil mi-kurtarmak. Sorun, 2008 krizinin operasyon bitmeden gerçekleşmiş, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren tıkır tıkır işleyen süreci sekteye uğratmış olması.

Sonuç olarak, gelinen noktanın, sermayenin emrine girmiş siyasetin kaçınılmaz sonucu olan bu durumun, temsili demokrasinin ya da genel olarak “yönetenlerin meşruiyet krizi” olarak görülmesi gerektiği açıktır.

Bu noktada sorulması gereken soru, demokrasi hatta cumhuriyet kavramlarını karikatürleştiren bu meşruiyet krizinin, aşılıp aşılamayacağı ya da aşılırsa nasıl aşılacağıdır. Bu defalarca kendimize ve herkese sorulması gereken, önemli bir sorudur. Sorunun yanıtı, tarihin defalarca kez gösterdiği gibi, bizim ve dünyanın geleceğini belirleyecektir.

Avrupa Birliği’nin, 25 Ağustos 2023’den itibaren toplumu, idarenin kararlarına/uygulamalarına itaatsizliğe çağıran paylaşımları kaldırmayan sosyal medya ağlarına yaptırım uygulanacağını duyurmuş olması, izlenecek yolun, söz konusu bağın yeniden kurulması değil, itiraz edenlerin sindirilmesi yani ciddi bir otoriterleşme olacağını ortaya koymakta olsa da, bu sorunun, tekrar tekrar sorulması, yanıtın değişmesini mümkün kılabilir.

 

https://www.veryansintv.com/fransa-basbakani-bornedan-protestolara-aciklama-sok-olduk/ https://www.veryansintv.com/macrondan-her-seyi-yapma-talimati/
https://tr.euronews.com/2021/06/28/fransa-da-secmenin-boykot-ettigi-bolge-secimlerinde-macron-ve-le-pen-hezimet-yasad
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/tak-sak-pasadan-sonra-simdi-de-basustune-bakani-358228
https://haber.sol.org.tr/yazar/neoliberalizm-ve-hegemonik-milliyetcilik-376371

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!