Ahmet Müfit yazdı…
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesinde yer alan habere göre, CHP Genel Başkanlığı için adaylıklarını açıklayan Özgür Özel ve Örsan Öymen’in, parti kimliğinden vazgeçildiği yönündeki “eleştirileri”, genel merkezde, Kılıçdaroğlu’na yakın kişi ya da kişiler tarafından, “Altı Ok ve Atatürk değerlerinden asla vazgeçilmediği, muhafazakâr, milliyetçi oylar için işbirliği yapıldığı” söylenerek reddedilmiş. Bununla da yetinilmemiş, yapılan eleştiriler, “siyaset bilmezlik” olarak değerlendirilmiş. Yazının devamında aktarılan, “laikliğe yeterince sahip çıkılmadığına” ilişkin eleştirilere verilen “Laikliğe anakronik yaklaşım doğru değil” şeklindeki yanıt da en az diğeri kadar önemli.
Bu yazının konusu, Genel Merkez adına yapıldığı söylenen bu açıklamalar olsa da, öncelikle, Genel Başkan adayı olarak piyasaya çıkan kişiler hakkında kısaca birkaç şey söylemek gerek diye düşünüyorum.
Özgür Özel’le başlayayım. Düne kadar Kılıçdaroğlu’nun peşinde dolaşıp, arkasından gözyaşı döken, 6’lı masayı eleştirenleri yüzü maskeli AKP’liler olmakla eleştirip, içerisinde kendisini farklı şekilde tanımlayan çok farklı siyasi figürlerin yer aldığı çıkarcı, ilkesiz bir koalisyonun adayı olarak sahne alan Özgür Özel’in çıkışını, siyasetteki kirlenmenin, ilkesiz, tüm değerleri hunharca kullanan ikiyüzlü çıkarcılığın canlı örneği olarak değerlendiriyorum.
Örsan Öymen hakındaki görüşümün de olumlu olmadığını belirtmeliyim. İyi niyetli olduğunu düşünsem de, bir yandan “sosyal demokrat” olduğunu ifade edip, yani devletçilik ve devrimcilik oklarının Anayasa ve CHP programından fiilen kalkmasına neden olan deformasyonu savunup, diğer yandan “CHP çıkmaz sokağın içindedir. Bizim üçüncü yol açmamız gerekiyor. Bu yol Atatürk’ün yolu, altı okun yoludur” demeyi samimi ve ciddi bulmuyorum.
CHP içerisindeki, kurultaya dönük “muhalif” çıkışlar için yaptığım bu eleştiriler, CHP Genel Merkezi’nin daha iyi olduğu anlamına gelmediğini de ekleyip, gelelim esas konumuza.
Esas konumuz yazının başında sizlerle paylaştığım gibi, “CHP Yönetimindeki, Kılıçdaroğlu’na yakın” ve “siyaset bilen” isimler tarafından yapıldığı söylenen açıklamaların içeriği, ne anlama geldiği.
“Altı Ok ve Atatürk değerlerinden asla vazgeçilmediği, muhafazakâr, milliyetçi oylar için işbirliği yapıldığı” yönündeki açıklama ile başlayalım. Bu konuda bir şeyler söyleyebilmek için yapılması gereken ilk şey, Altı Ok’un neyi temsil ettiğini, Atatürk değerlerinin ne olduğunu kısaca hatırlamak.
Altı Ok yani 1927’de, cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik ve milliyetçilik olarak belirlenip, sonrasında geçen dört yıldaki cumhuriyet değerleri karşıtı girişimler sonrasında, cumhuriyeti emperyalizmin kışkırtmalarıyla güç kazanmaya çalışan gerici ve yeniden ekonomik bağımlılığı savunan görüşlere karşı savunmak amacıyla 1931 yılında devletçilik ve inkılapçılık (devrimcilik) ilkelerinin eklenerek sayısı altıya çıkan ilkeler bütünü.
Sosyal demokrat olarak, daha 60’lı yılların sonundan itibaren devrimcilikten, özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılışı sonrasında Blair, Schroder gibi Avrupalı sosyal demokratların izinden giderek yani Washington uzlaşısının dayattığı kuralları benimseyerek ise devletçilikten vazgeçtiklerini, Örsan Öymen ile ilgili değerlendirmem esnasında belirtmiştim. (²), (³)
“Muhafazakar ve milliyetçi oyları alabilmek için seçim ittifakları yaptıklarını, bunun kendi ilkelerinden vazgeçmek anlamına gelmediğini söyleyen Genel Merkeze Yakın kişi ya da kişilerin, milliyetçi oyları almak için, milliyetçi ya da milliyetçi görünümlü- partilerle ittifaklara ihtiyaç duyuyor olmalarını söylemesindeki derin çelişki, “Milliyetçilik” ilkesine halihazırda ne kadar sahip çıktıklarının da göstergesi. Kendileri de milliyetçiler ama milliyetçi görünebilmek için, kendini milliyetçi olarak tanımlayan başka partilerle işbirliğine ihtiyaç duyuyorlar. Şaka gibi ama gerçek.
Devletçilik ilkesinden vazgeçerek, yani “Yeni Hedefler, Yeni Türkiye” başlıklı 1994 Parti Programından itibaren resmen özelleştirmelere evet diyerek ve ekonomiyi yani üretimin, istihdamın sorumluluğunu yerli yabancı özel sektöre teslim ederek yani kimsesizlerin kimsesi olmaktan vazgeçip, yerli yabancı sermayeli şirketlerin her şeyi olan bir devlet yapısını savunan bir partinin, Cumhuriyetçilik ve Halkçılık ilkelerinden ne anladığını ise sanırım sorgulamaya dahi gerek yok. (⁴) 1994 Programının, Altı Ok anlayışındaki yeni çizgiyi, söz konusu programın, Tarih İçinde Değişim başlıklı 1.3 numaralı bölümünde açıkça görmenin mümkün olduğunu da bir not olarak ilave edelim.
Kalan son ilke, muhafazakar oyları alabilmek için alenen savunulmadığı vurgusu yapılarak, aslında halen sahip çıktıklarını söyledikleri Laiklik. Diyanet Akademisi kurulması hakkındaki yasaya karşı çıkmayarak, eğitime her ölçekte el atmış tarikatları, kanaat önderi adı altında ziyaret etmeyi toplumsal barışa hizmet diye sunarak yani laikliğin temelini oluşturan eğitimde birlik (Tevhid-i Tedrisat) yasasını fiilen ortadan kaldıran eylemlere sessiz kalan bir partinin laiklik ilkesinden vazgeçmediğini söyleyen, bu tutuma karşı çıkanları “anakronik” yani çağdışı olmakla suçlayan bir densizlik. (⁵)
Gelelim, Genel Merkez adına konuşan kişinin “Atatürk değerleri” diyerek sahip çıktıklarını söyledikleri şeyin/şeylerin ne olduğu ve bu değere/değerlere gerçekten sahip çıkıp, çıkmadıkları konusuna.
Atatürk’ün söylevlerine, yazdıklarına baktığımızda, “Atatürk değeri” olarak adlandırılabilecek sanırım en önde gelen şey, karakterim diyerek tanımladığı “özgürlük ve bağımsızlık” olsa gerekir. Ekonomik bağımsızlık olmadan siyaseten özgür ve bağımsız olunamayacağını, dolayısıyla ekonomik bağımsızlığı gözümüz gibi korumamız gerektiğini belirtilen Atatürk’ün, Büyük Nutkunda da belirttiği gibi, tüm yurttaşların ama esas olarak gençlerin sahip çıkması gereken, aksi halde kolayca kaybedilebilecek en önemli mirası ya da değeri. Nasıl adlandırırsanız.
Karakter olarak özgürlük ve bağımsızlık, gerçekte tam tersini yapıp/söyleyip, sıkışıldığında, yeri geldiğinde biz Atatürkçüyüz ya da Kuvvacıyız denilerek kolayca kazanılacak bir vasıf değil şüphesiz ki. Hal böyle olunca da, hem özgürlük ve bağımsızlığı savunup, hem de tek taraflı egemenlik devrini -Gümrük Birliği konusunda olduğu gibi-, savunabilen, dışarıdan gelecek 300 milyar dolar “temiz borçla” ülke ekonomisini kurtaracağını iddia eden bir partinin, Atatürk’ün karakterim dediği, ekonomik ve siyasi bağımsızlığı savunduğunu iddia edebiliyor olmasının makul ve mantıklı bir açıklaması yok.
Yazının başlığı açısından durumu değerlendirdiğimizde, Kasım ayı başında yapılacağı belirtilen CHP Kurultayına bir aydan biraz fazla zaman kalmışken, bir yandan, son dönemde en çok değişen partinin kendileri olduğunu söylenerek övünen, diğer yandan ise Altı Ok’a ve Atatürk değerlerine sahip çıktığını iddia eden/edebilen CHP Yönetiminin durumunun ne kendi tabanına ne de topluma güven verdiğini söylemek mümkün. CHP’nin ve ülkenin geleceği açısından durumu daha da umutsuz hale getiren şey ise bu yönetime muhalif olarak ortaya çıkanların da aynı siyasi çizgiyi, değişim adı altında cumhuriyetin deformasyonunu savunuyor olmaları.
Kaynakça:
(¹)https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chp-kurmaylari-ozel-ve-oymenin-parti-kimligini-kaybediyor-elestirisine-yanit-verdi-siyaset-bilmezlik-2120066
(²)https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1924-anayasasi/, (³)https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1961-anayasasi/
(⁴)https://www.odatv4.com/yazarlar/ahmet-mufit/cumhuriyet-tarihinin-en-buyuk-iktisadi-krizi-varken-2002deki-politikalari-savunmak-ise-yarar-mi-144178
(⁵)https://acikerisim.tbmm.gov.tr/bitstream/handle/11543/956/200305414.pdf?sequence=1&isAllowed=y
cok guzel bir yazı. sonuna kadar haklısınız. ancak sorun surada ne yapmalı? kimse bir şey soylemıyor. ozellıkle kemalıst ulusalcı altıok ılkelrıne gercekten baglı taraf nerede* yoksa kalmadı mı. nıye bu hareketsızlık. bunun yanıtını bulmak ıstıyorum. siz ne dersınız?saygılar.