Sonda söyleyeceğimizi daha en başta söyleyelim: Cemevi, Alevilik için yeni yeni bir kavramdır ve tarihsel bir derinliği yoktur.
Bir kısım dostumuz bu cümleye kızacak, biliyorum, ama gerçek böyle ve biz gerçeği ifade etmek zorundayız.
Aleviler tarih boyunca cemevi denilen ibadethanelere sahip olmadılar.
Elbette Aleviler, eski dönemlerden beri cem tutuyorlardı. Ama cem yapılan yerlerin adı cemevi değil “meydan”dı.
Geleneksel olarak Kızılbaş zümreler cemlerini dedelerin veya taliplerin evlerinde meydan adı verilen geniş bir odada yapardı.
Bektaşîler ise cemlerini tekke ve dergâhlarda bulunan ve yine meydan adı verilen bölümlerde icra ederlerdi.
Aleviliğin bütün yazılı kaynaklarında meydan kavramına yüzlerce atıf vardır ama cemevi veya cemhane gibi bir adlandırma bir kere bile geçmez.
MEYDAN; NE MEYDANI, KİMİN MEYDANI?
Elimize ulaşan yazılı kaynaklarda ve sözlü gelenekte cem tutulan meydanlar farklı şekillerde anılmıştır. Bunların bazıları şöyle:
- Ali meydanı,
- Er-bacı meydanı,
- Erenler meydanı,
- Erkân meydanı,
- Erler meydanı
- Eşitlik meydanı,
- Hacı Bektaş-ı Veli meydanı,
- Hak divanı,
- Hakk meydanı,
- Horasan meydanı,
- Huzur meydanı,
- İbadet meydanı,
- Kardeşlik meydanı,
- Kırklar meydanı,
- Meydan evi,
- Muhammed-Ali meydanı,
- On İki İmam meydanı.
ERENLERİN DİLİNDEN MEYDAN
Alevi uluları, meydan kavramını sayısız kere kullanmışlardır. Birkaç örnek vererek konuyu kavramaya çalışalım.
Anadolu’da Türklüğü ve İslamiyet’i yerleşik kılan ululardan Hacı Bektaş Veli’ye nispet edilen (şiir ona ait değil ama bir inanç çevresini anlamak bakımından önemli) bir dörtlükte meydan, erenler meydanıdır:
“Dostumuzla beraber yaralanır kanarız
Her nefeste aşk ile Yaradan’ı anarız
Erenler meydanına vahdet ile gir de gör
Kırk budaklı şamdanda, kırkımız bir yanarız”
Hacı Bektaş Veli’nin ikinci kuşak öğrencilerinden olan büyük gönül insanı Yunus Emre, meydanın alelade bir kavram olmadığını ifade eder:
“Yunus sen bunda
Meydan isteme
Meydan içinde
Merdaneler var”
Yine Hacı Bektaş Veli’nin ikinci kuşak öğrencilerinden Akdeniz’in büyük gönül insanı Abdal Musa Sultan, Muhammed Ali meydanından bahseder:
“Muhammed Ali‘nin kıldığı dava
Yok meydanı değil var meydanıdır
Muhammed kırklara niyaz eyledi
Ar meydanı değil er meydanıdır”
Abdal Musa aydur gerçek er isen
Ali’yi sevene muhib yar isen
Hakk’ın didarını görem der isen
Urganı boynunda dar meydanıdır.
Kızılbaş Devletinin kudretli kurucusu, kudretli şair ve Türk hakanı Şah İsmail Hataî, davet aldığını ve Kırklar meydanına vardığını söyler:
“Kırklar meydanına vardım
Gel beri ey can dediler
İzzet ile selam verdim
Gel işte meydan dediler”
Türk Hakanı başka bir şiirinde meydana gelmek için bazı vasıflara sahip olmanın gerekliliğinden bahseder:
“Elâ gözlü pirim geldi,
Duyan gelsin işte meydan.
Dört kapıyı kırk makamı,
Bilen gelsin işte meydan.”
Kızılbaşların adı efsanelere karışmış büyük ozanı Pir Sultan, On İki İmam meydanı kavramı ile selamlar bizi:
“Pir Sultan’ım der ki Hakk’a yolumuz
Evvel kurban verdik şaha serimiz
On İki İmam meydanında darımız
Biz şehidiz serdarımız Ali’dir”
Bu atıflar, böylece uzatılabilir; ancak konunun anlaşıldığını kabul ederek bu kadarı ile iktifa ediyoruz.
MEYDAN NEYDİ, NE İŞE YARARDI?
Koluaçık Hacım Sultan Ocağının değerli dedesi İsmail Özmen, meydanların ne olduğunu ve ne işe yaradığını pek güzel özetlemiştir. Ona kulak verelim:
— Edep-erkân meydanıdır.
— Sorgu-sual ve karar yeridir. Dar meydanıdır.
— Semah yeri olarak, Kırklar Meydanı’dır.
— İkrar yeri olarak, er-bacı meydanıdır.
— Musahipliğin kabul ve onay yeri olarak, birlik meydanıdır.
— İrfan eğitiminin yapıldığı okuldur.
— Dualı lokmaların yenildiği aş evidir.
— Yola uymayanların alınmadığı seçkinler meydanıdır.
— Eline-diline-beline sahip olanların güven yeridir.
— Gerçekler meydanıdır.
Eskiden meydanlara eşik öpülerek girilirdi. Alevilikte eşik kutsaldır çünkü.
Peki, eşik neden kutsaldır? Çünkü meydan, ilmin şehrini, eşik ise ilim şehrinin kapısını yani Hz. Ali’yi sembolize eder. Bildiğiniz gibi Hz. Muhammed “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır. İlim isteyen kapıya gelsin” buyurmuştur.
Alevi; Kalûbela’dan beri Ali kapısında bekleyen, sonsuza değin de o kapının bekçisi olmak azminde olan kişidir.
CEMEVİ NEDİR, NE İŞE YARAR?
Peki, cemevi ne zaman ortaya çıktı Türkiye’de…
Cemevi kavramı, aşağı yukarı 1970’li yıllardan sonra literatürümüze girmiştir.
Hangi nedenle çıktı, dersek; bunun iki nedeni var.
Birincisi, 1925 yılında Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile Bektaşi dergah ve tekkelerinin de kesin şekilde kapatılması…
İkincisi, kentleşme ile Alevi köylerinin boşalması ve Alevilerin kentleşmesi…
Bugün cem evlerinin birçok eksiği var. Kör, topal, ruhsuz belki de sadece taş duvar. Ancak ne eksiği olursa olsun, eskiden tekke ve dergâhların görevini daha modern bir şekilde yerine getirmeye çalışıyor cemevleri.
Cemevinde birçok bölüm var: Derslikler var, idari bölümler var, mutfak var, yemek salonu var, konferans salonu var, bazılarında misafirhane var… Ve en önemlisi cemlerin yapıldığı meydan var. Tıpkı, dergâhlarda ve tekkelerde olduğu gibi…
Meydanda cem yürütülür, ibadet yapılır. Dolayısıyla cemevleri ibadethanedir ve ibadethane statüsü mutlaka tanınmalıdır.
ALEVİLER GERİCİLİĞİN PANZEHİRİDİR, CEMEVLERİ DE YOZ CEMAATLERİN PANZEHİRİ OLABİLİR
Tarih boyunca Alevilik gericiliğin, din(i)darlığın, yobazlığın, şekilciliğin panzehiri olmuştur.
Bugün de cemevlerinde yürütülen finansal model ile Alevilerin talepleri son dönemde peyda olan yoz ve gerici cemaatlerin panzehiri olabilir.
Birinci olarak, cem evleri büyük oranda oradan hizmet alan kişilerin yardım ve bağışları ile ayakta durmaktadır. Devletten ve devlet kurumlarından çok az yardım alınmaktadır.
İkincisi, Aleviler uzun süredir Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasındaki amaçtan saptığını dillendirmekte ve kaldırılmasını talep etmektedirler.
Bu iki gerçek yan yana konulduğu zaman modern dünyada uygulanan bir yönteme ulaşırız: Devlet, dini grupları desteklemez, sadece uluslararası insan hakları ver hukuk, halkı din ve düşmanlığa teşvik etmemek, ulusal birlik gibi bakımlardan denetler. Dini hizmetler bağlılarının bağış ve yardımları ile yürütülür.
Bu yol bizi iki sonuca ulaştırır:
* Türkiye’de her geçen gün daha çok güçlenerek büyük holdinglere dönüşen ve Türkiye’nin geleceğini karartan gerici/yoz cemaat ve tarikatların büyümesi sona erer, bunlar kontrol altına alınır.
* Diğer vatandaşlardan kesilen vergiler din alanına aktarılmaz. Din işlerine (haydi haram demeyelim) gönülsüz, rızasız insanların parası karıştırılmaz. Din alanı temiz kalır.
Özetle, devlet cemevlerini ibadethane olarak kabul etmekle kalmamalı, finansal yönetimini ülkedeki bütün dini gruplar üzerinde uygulamalıdır. Bu model, geleceğimiz için doğru olan modeldir.
Allah kuran-ı mecidde derki:”Allahın fazlı ve keremi olmasa idi havralar kiliseler ve mescidler yıkılır giderdi.” ve buna göre isa bir kilise için gelmediği halde Allah o kiliseyi bile koruyor ise elbette Cemevinide korumaktadır zira orası Ümmetin kurtuluş gemisidir Mehdinin zuhur yeridir HAK MUHAMMED ALİ EVİDİR elbette ibadethanedir VESSELAM..