Barış Adıbelli yazdı…
Şu son iki hafta diplomasinin en sıcak yaşandığı günlerdi dersek yanılmış olmayız. Her ne kadar diplomaside tansiyon düşmese de önemli gelişmeler oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York ziyareti ile başlayan süreç Soçi’de Putin ile yapılan görüşme ile devam etmiş ardından F-16 alımı için ABD’ye başvurulması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika ziyareti, Senato’da Türkiye’yi zehir zemberek sözlerle eleştiren ABD’nin yeni Türkiye büyükelçisi Jeff Flake Ankara’ya geliyor olması, Türkiye’yi tepeden tırnağa eleştiren AB raporu, 10 büyükelçinin Türkiye yönelik ültimatom gibi açıklaması ve Türkiye’nin “istenmeyen şahıs ilan etmesi ve nihayet bu konuda bir uzlaşmaya varılması. Ayrıca Ege’de suların ısınması, Yunanistan’ın hızla silahlanmaya başlaması ve ikili güvenlik işbirlikleri kurmaya yönelmesi, bir başka ifade ile NATO’yu aradan çıkarması ve Türkiye’ye meydan okuması, bölgemizde yeni bir jeopolitik iklimin oluşmakta olduğuna işaret ediyordu.
Tüm bu yaşanan süreç sadece şu günlerde müttefiklerle veya ortaklarla yaşanmıyor. 15 Ekim’de Rus Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova’nın Rusya’nın KKTC’yi tanımasına karşın Türkiye’nin de Kırımı tanıyacağına ilişkin bir soruya böyle bir durumun olmadığını söyleyerek, “Son dönemde Kuzey Kıbrıs’taki “yasadışı devlet” varlığının uluslararasında tanınmasını hedefiyle artan bir hareketlilik gözlemliyor ve toplumlar arasındaki gerilimin artmasına neden olabilecek adımlardan kaçınılması çağrısı yapıyoruz. Ada’daki durumun dengesini bozabilecek her şeyden kaçınılması çağrısı yapıyoruz.” şeklinde konuşmuştur. Hemen bir hafta sonra da Güney Kıbrıs Rum kesimini ziyaret eden Rus dışişleri bakanı Lavrov’un Kıbrıs sorunu bağlamında yaptığı açıklamalarda başta Maraş’ın açılması olmak üzere Türkiye’nin iki devletli çözümü de dahil olmak üzere tamamıyla Rum tezlerine destek vermesi Türkiye’yi rahatsız etti. Diğer bir kriz de Ukrayna’nın dün Donbass bölgesinde başlattığı harekatta Türk sihaları Rus destekli mevzilerinin bombalanmasında kullanıldığını Rusya açıklayarak üstü kapalı olarak bir kez daha Türkiye’yi suçladı.
Öte yandan, Eylül ayında BM kürsüsünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Çin’in toprak bütünlüğü perspektifinde Müslüman Uygur Türklerinin temel haklarının korunması hususunda daha çok çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz” şeklindeki Çin’e çağrısının Pekin’de yarattığı şaşkınlık devam ederken, 22 Ekim günü BM İnsan Hakları Komitesinde 43 ülkenin imza attığı Çin’in Uygurlara yönelik politikalarının kınandığı bildiriyi Türkiye de imzaladı. Türkiye’nin Çin politikası değişmeye başladı. Özellikle bir süreden beri iki ülke arasındaki ilişkileri mümkün olduğunca Ankara Uygurlara endekslememek için büyük bir çaba sarf ettiği dikkatlerden kaçmamış; hatta bu tür Çin’e karşı bildirilerde yer almak yerine Çin’e destek veren bildirilere imza atmayı tercih etmişti. Ancak şimdi Türkiye’nin bu tercihi değişmeye başlamış gibi görünüyor.
27 Ekim günü ise Çin’in Türkiye’ye karşı hamlesi gelmiştir. BM Güvenlik Konseyinde Suriye özel oturumunda Çin’in BM Güvenlik Konseyi temsilci yardımcısı Geng Shuang, “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunu yasadışı bir şekilde işgal ettiğini ve su kaynaklarını kestiğini” söyleyerek, “Türkiye’nin uluslararası hukuka uyması ve Birleşmiş Milletler için insani yardım erişimini garanti etmesi çağrısında bulundu.” Bunun üzerine Türkiye’nin BM temsilcisi Feridun Sinirlioğlu da “Uluslararası insan hakları hukukunu ihlal edenlerden ders alacak değiliz” diyerek Çin temsilcisinin iddialarına sert bir yanıt verdi.
Sonuç olarak neredeyse bir aydan beri Türkiye muazzam bir diplomatik kuşatmanın altında. Artık dış politikada denge stratejisini uygulayacak veya bu yönde manevra yapacak alan kalmadı. Şimdilerde Türkiye yeniden dış politikasını gözden geçirme süreci içerisine girme durumunda. Lozan Antlaşmasının 100.yılının yaklaştığı şu günlerde Türkiye’nin üzerindeki baskı ve kuşatma yoğunlaştı. Küresel güçler Türkiye’nin üzerine yine Sevr gündemi ile geliyor. Bu güçlerin rengi ne olursa olsun Türkiye’ye karşı hasmane tutumlarından vazgeçmediler. Dolaysıyla tek bir gerçek var o da emperyalizmin renginin olmadığı gerçeği…Bu gerçek bugünlerde sanki daha net görülüyor gibi….
Türkiye’nin şansızlığı yine bir projeyle başa getirilen bu iktidarın yönetimde olması. ayrıca İç Cepheyi sağlaması gereken muhalefetin yine Batı’nın bir projesine dönüşmesi.