Bilin Neyaptı yazdı…
Türkiye IMF ile 1958’den beri 20 kez borç (stand-by) anlaşması yapmış; bunların en yüksek borç miktarını da kapsayan son üçü 2000, 2002 ve 2005 yıllarında yapılmış. IMF’nin kötü şöhretli erken liberalizasyon önerileri sonucu, Türkiye’nin dış borcu, son elli yıl boyunca bazı dönemler göz ardı edilirse, genel olarak artış eğiliminde olmuş ve GSYİH oranı olarak 3 katına ulaşmıştır. 20 yıl önce alınan, tarihin en yüksek IMF desteğine rağmen, 2021 itibarıyla Türkiye’nin dış borcu 2001 krizinden de yüksek bir seviyeye, % 62’ye ulaşmış durumdadır. Artan dış boçluluğa paralel olarak, 2000’lerde ortalama yüzde 4 civarı olan cari açık da önceki 20 yıl ortalamasının iki katıdır.
IMF’nin diğer ülke ya da finansal çevrelerden temin edilecebilecek borçlardan daha avantajlı oluşuna temel teşkil eden, uzun vadeli ve geri ödemesi ertelemeli borç vermesi argümanları iktisaden geçerli argümanlar değidir; çünkü, IMF’nin bunu neden yaptığı ve nasıl yapabildiği, karşılığında boçlu ülkeden uzun vadede elde ettiği kazanımlarla orantılıdır.
IMF’nin şartlı verdiği uzun vadeli borçlar, en açık haliyle ülkeyi, özelleştirme gelirleriyle kısa vadede rahat nefes aldıran, fakat uzun vadede iktisadi istikrarsızlık dönemlerinde istihdam ve mali açılardan otomatik dengeleme mekanizmaları oluşturan karlı kamu işletmelerin gelirlerinden olduran politikaladır. Aynı zamanda, sanayiye girdi sağlayan işletmelerin özelleştirilmesi ve kapatılması ile gelişmekte olan ülkelerin erken sanayisizleşmesinin ve ithal girdi bağımlılığının önü açılmıştır. Uluslararası işletmelerin ve jeopolitik güçlerin uzun vadeli kazanımlarına dönüştüğü için IMF gelişmekte olan ülkelere finansal piyasalardan daha ucuz kredi ver(ebil)mektedir. Türkiye’de on yıllarca IMF programlarının gerçekleştirmiş olduğu tam da budur; yani IMF aslında Düyun-u Umumiye’dir.
IMF kredilerine ümit bağlayan az gelişmiş ve gelişmekte olan bir ülkenin tam bağımsızlığını kaybetmeden, ya da daha fazla istikrarsızlığa sürüklenmeden kalkınma patikasına girdiği gözlemlenmiş değildir. Bu konuyu irdeleyen sayısız akademik çalışma mevcutur.[1] IMF’nin 1980’lerden beri kamu harcamalarında daralma önerileri ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde dengeli büyüme modelinin önemini göz ardı eden öngörüsüzlüğü, bugün zamanında kendi aşısını ve tedarik zincirlerini geliştiremeyen Türkiye ve diğer birçok ülke örneğinde de acı biçimde tecelli etmekte.
IMF’nin gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere yaptığı bu hizmetler(!) ortada iken, tekrar IMF ile içinde bulunduğumuz dar boğazdan çıkma umudu, ya tecrübelerden öğrenmemek ya da ülkenin tam bağımsızlığı yerine, kısa vadeli siyasi çıkarı tam bağımsızlıktan üstün görmek demektir. Eşit ve onurlu şartlarda yapılmayan, muhtaç olununca başvurulan ya da sonraki aşamalarında şartları gereği gibi yeniden düzenlenmeyen anlaşmalardan medet ummak, ancak kısa vadede siyasi çıkarlara hizmet edebilir. Gümrük Birliği Anlaşması sonrası Türkiye’nin AB ülkeleriyle artan ticaret açığı da, artan ticaret hacmine rağmen bu anlaşmanın uzun vadede Türkiye’ye net fayda sağlamadığına örnektir. İş insanları, ihracatçı ve siyasetçi artan cirolara yoğunlaşırken, bu anlaşmanın olmama durumunda da sadece içeride işimizi doğru yaparak, zaman içinde dengeli sektörel büyüme ile pazar payını artırma olasılığını göz ardı edebilmektedirler.
Uzun dönem kazanımları için sebat yerine, kısa vadede aşırı büyüyebilen bazı sektörlerin ülkenin topyekün kalkınmasındansa kendi cirolarını yeğlemesi tam da bu tür anlaşmaşların ardındaki siyasi desteği besleyen gücü oluşturmaktadır. Ya vizyonsuzluk ya aç gözlülük ya da bunların bir kombinasyonu ile motive olan dar çıkar gruplarının kazançları uğruna ulusun kalkınması tam da böyle feda edilebilmektedir.
Krizler sarmalı içinde dar vizyonlu siyasetin ekonomik politika seçimlerinin hem sonucu olup hem de sebebi haline gelen bağımlılık ve kalkınamama problemine çözüm, uzun vade için önce milleti sonra dış sermayeyi ikna edecek tutarlı bir büyüme modelidir. Bunun artan dışa bağımlılık ile olmayacağı ortadadır; ülkenin zincirlerini tekrar kıracak kalkınma modeli, milletin refahını artırırken adil paylaştıran, teknolojiyi geliştirirken doğru alanlarda kullanılmasını tasarlayan planlı-demokratik bir büyüme modelidir.
[1] Bkz., öğn. https://www.jstor.org/stable/pdf/27750397.pdf?refreqid=excelsior%3Aa6a42b54eaa34876d79e9e08a7616d11 ; Dead Aid (D.Mayo); Africa’s Growth Tragedy (B.Easterly).
Bu sözde yardim yani borclandirma konularinda DSÖ+IMF beraber calisiyor!
DSÖ Türkiye de neden ofis acti?!!!!!!
Türkiye DSÖ nün sözünden cikmiyor !!!!!
Prof. Sucharit Bhakdi : Koronaya karsi ASLA ve ASLA istedigimiz bir sekilde etkili aşı bulunamaz ve bulunamayacaktir ! Neden?
Cünkü aşı sadece kan yoluyla tasinan ve vücuda yayilan mikroplara karsi etkili olmasi düsünülen yöntemdir ! Cünkü kan icinde solunum yolundakinden ( mukoza zarinda ) daha cok “Antigen” bulunmaktadir.
Ama solunum yoluyla gelen bir mikrobu vücuda girmeden önce aşı ile önleyemezsiniz!
Solunum yoluyla girdigi icin önce solunum yolu hastaligina yol acar. Bunun vücutta taninmasi ve BAGISIKLIK sisteminin harakete gecmesiyle iyilesmeye gidecek yol acilir!, eger BAGISIKLIK sistemi iyi ise!
IMF İle ilişkilerimizden doğan dengesizlik durumu, GSMH yükselişi ve istihdam ile 2015 sonrası değişti hocam. Veriler artık lehimize. Bu konuda hakkını teslim edelim iktidarın.
IMF İle ilişkilerimizden doğan dengesizlik durumu, GSMH yükselişi ve istihdam ile 2015 sonrası değişti hocam. Veriler artık lehimize. Bu konuda hakkını teslim edelim iktidarın.
Bu cok basit yazimi dahi anlayamayanlar var! ( sasirmadim! )
o zaman kuyruga gecebilirsiniz. Sorun yok !
insanoglunun en zayif noktasi düsünmek zorunda birakilmasidir!
Bunun diger adi “vurdumduymazlik!”.
Ben yazdim ve rahatim!
IMF’ye borç veren ülkeyiz Tayyip Bey’in ifadesine göre. Niye borç alalım ki IMF’den?