ABD’de büyük veriseti analiz yöntemleri (bigdata) kullanılarak yapılan bir çalışmada, pandeminin yolaçtığı iktisadi krizin etkileri olarak şunlar göze çarpıyor: En zengin yüzde 25’lik nüfusun tüketiminde salgının başlangıcındaki yüzde 31’lik düşüş, mali önlemler sonrası yüzde 17’e gerilemiş. En fakir yüzde 25’lik nüfusun tüketimindeki düşüş ise, pandeminin başlangıcındaki yüzde 23’den bugün yüzde 3’e kadar düzelme göstermiş. Yazarlar bunun sebebini mali önlemlerin az gelirliyi telafi etmesiyle açıklasa da, kanımca (diğer) açıklama şu: öncelikle, zengin kesim lüks tüketim harcamalarını (restoran, kişisel bakım ve seyahat başta olmak üzere) kesebilirken, alt gelir gruplarının tüketim harcamaları genellikle zorunlu harcamalardan oluştuğu için zaten daha az olan harcamalarını (bizde olduğu gibi kredi çekip borçlanarak da olsa) kesememeleri.
Pandeminin işsizliğe etkisi ise özellikle kalifiye olmayan işgücünde ve görece zengin bölgelerde…daha da önemlisi, mali önlemler sonrası istihdamda düzelme henüz gözlenmiyor. Bu gözlemler ABD’ye ait olsa da, evrensel özellikler taşımakta ve Türkiye’deki gelişmelere de ışık tutuyor.
Bu gözlemleri dünya üzerindeki resesyonlarla gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi analiz eden bir çalışmamın sonuçlarıyla birlikte yorumlamak istiyorum.2 O çalışmamda ortaya çıkan çarpıcı bulgular şunlar: öncelikle, göreli gelir dağılım bozukluğunun (en zengin yüzdelik kesimlerin aldığı gelir payının en düşük gelir gruplarına oranı) gelişmiş ülkelerdeki krizlerin öncüsü olduğu görünüyor. İkinci olarak da krizlerin (global ve dış kaynaklı da olsa bile) gelir dağılımını bozucu etkisi az gelişmiş ülkelerde gelişmiş olan ülkelere göre belirgin biçimde daha fazla!
Pandeminin yol açtığı iktisadi krizin de, özellikle kaynak sıkıntısı çeken ve kaynaklarını etkin kullanmayan gelişmekte olan ülkelerdeki gelir dağılım bozukluklarını daha da bozacağını beklemek isabetli olur. Ekonomi kapandıkça özellikle hizmet ve perakende sektöründe yaşanabilecek iflaslar, artan işsizlik, ve bunlar karşılığında uzun vadeli kalkınma planlaması yapmayan yönetimler, özellikle de krize yüksek hane halkı borçluluğu ve yüksek işsizlikle girilmiş ise, pandeminin uzun dönemli iktisadi krize dönüşümünden (L-kriz) kaçınamazlar.
***
Yıllardır, dünya halinden her anlayan insanın idrak ettiği, ‘vahşi kapitalizmin sürdürülemezliği’ne karşı ilk başkaldırışın Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayacağını söylüyordum.
Galiba tam da böyle oluyor.
Gençliğimin 12 yılını ABD’de geçirdim. Afrikalı, Asyalı, Avrupalı ve Amerikalı insanlar tanıma fırsatını orada buldum, bazılarıyla halen dostluklarım sürüyor. Lisans-üstü çalışmalarımı sürdürürken asistan ve danışman olarak Dünya Bankası’nda da çalıştığım sırada ABD’deki toplumsal ve profesyonel hayata dair de gözlemlerde bulundum; bir sosyal-bilimci olarak bu tecrübeler dünyayı anlamak için çok kıymetliydi. Bu tecrübelerimin bir kısmı, ABD’de ikinci sınıf insan muamelesi gören zencilerin kendilerinden daha aşağı bir sınıf olarak gördükleri ‘Hispanik’ler gözündendi….
Çünkü beni Meksikalı’lar dahil çoğu insan Meksika’lı ya da Latin Amerikalı sanıyordu! Oldukça dar bir bütçeyle okuduğum o dönemlerde arabam yoktu; Hispaniklerle birlikte belediye otobüsleriyle Washington DC ve Maryland arası gidip geldiğim o zamanlarda, semt duraklarında durdukça gördüğüm fakirlik, başıboş dolaşan gençler, zaman zaman metroda polis tarafından bir sebeple yakalanan silahlı zenciler, Uluslararası Öğrenci Ofisi ve Amerikalı arkadaşlar tarafından biz yabancı öğrencilere uzak durmamız gerektiği anlatılan suç oranın yoğun olduğu bölgeler, ve her yerde sürekli devriye gezen polis arabaları ABD’nin faklı yönlerini göstermişti.
Hispanikler gibi Uzak Doğu’lular da zencilerden ırkçılık gördüğü için ABD mozayiğinin ‘üçüncü sınıf’ını oluşturur demek sanırım yanlış olmaz. Ama benim uzun yıllar bulunduğum ABD’nin en doğusundaki D.C. bölgesinde de, daha sonra bir yıl yaşadığım batı kıyısında yer alan, ve nüfus olarak Uzak Doğulu, Latin Amerikalı ve zencilerin aşağı yukarı beyaz Amerikalılarla eşit oranda bulundukları Los Angeles’da da suç oranları çoğunlukla zencileri işaret etmekteydi. Bu sosyal dinamikleri araştıran çok çalışma mevcut.
ABD’de pandemi krizi dönemi kaosa dönüşen bu sınıflaşmanın tarihsel kökenlerinden öte sebepleri de var. Yerel birimlerin yakınsaması ve sosyal geçişgenlik bir ülke içinde kaynak dağılımı ve adil bölüşümün en önemli göstergeleridir. Bunları sağlamanın en önemli yöntemi ise standart kamu eğitimi ve eşitlik hedefleyen yerel transfer mekanizmalarıdır. Federal bir sistem olan ABD’de temel eğitim sadece eyaletler düzeyinde değil, neredeyse mahalleler düzeyinde organize olmuş durumda…Öğrenciler kendi mahalleleri dışında okullara yazılamıyor. Bu da fakiri fakir, zengini zengin olmaya zorlayan ve geçişgenliğe neredeyse imkan tanımayan bir yapı…yerelleşmenin kalkınma için gereklilik olduğunu söyleyenlere inanmayın (bu konuda kuramsal ve ampirik çalışmalar yapmış biri olarak söylüyorum).
Eğitim politikaları çok, ama çok önemli… Eğitimi özelleştiren ve sosyal geçişgenliği engelleyen uygulamalar, toplumsal birliğin ve sürdürülebilir kalkınmanın önüne kaçınılmaz biçimde set çekiyor!