Türkiye nihayet uyandı ve Doğu Akdeniz’deki haklarını savunmaya başladı. Bu da, bölgeyi babalarının çiftliği zannedenleri çileden çıkardı.
Hadi Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların tepkisi anladık da, Fransa’ya ne oluyor? sorusu çok sık gündeme geliyor.
Bugün (13 Ağustos) yayınlanan bir haberde, “Ankara’ya bölgede yürüttüğü doğalgaz arama faaliyetlerini durdurma çağrısı yapan Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Gelecek günlerde Doğu Akdeniz’deki Fransız askeri varlığını geçici olarak güçlendirmeye karar verdim” dedi.
Neymiş, Macron efendi bölgeye savaş gemisi ve savaş uçaklarını gönderecekmiş. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de, kendisine Fransızca teşekkür edip, ‘mersi boku’ demiş.
Unutmadan hatırlatayım, Fransa’da kamuoyu desteği sıfıra düşen Macron’a halk, soy isimin sonundaki N harfini kaldırarak, argodaki ifadeye vurgu yapıp Macro diye hitap eder. Bu da onu çıldırtır. Fransızca konuşanlar, bunun anlamını bilir.
Bu Fransız devlet adamları gülünç adamlardır vesselam. Ünlü imparator Napolyon Bonaparte da, İstanbul’u, kurmayı hayal ettiği Dünya İmparatorluğu’nun başkenti yapacağını söylemişti.
Osmanlı döneminde her türlü kolaylığı sağlayıp, kapitülasyonlar verilen Fransa hep, “İyilik yap, kötülük bul” sözüne uygun davranmış, Türklerin karşısında kim varsa ona destek olmuş, düşmanca davranmayı seçmiştir.
Soykırım iftirasını Ermenilerden bile daha ateşli savunan Fransa’nın bu tavrı, Doğu Akdeniz ve Libya krizlerinde de değişmeden devam etmektedir.
Fransız devlet adamları, Türklere karşı kendilerinin bile çözemediği bir kompleks içindedirler.
Bunun nedenini anlamak için üniversite eğitimi yaptığım, çalıştığım ve uzun yıllar yaşadığım Fransa’da araştırmalar yaptım, arşivleri karıştırdım, yazılanları okudum, uzmanlarla konuştum.
Yayınlayacağım yazılarda, konuyu tarihten somut örneklere vererek anlatmaya çalışacağım.
Fransa çoğu kez Türklerden hak ettiği yanıtı ve dersi de almıştır. Bunu görmek için tarihe bakmak yeterlidir.
Kurtuluş Savaşı sürecinde, önemli başarıların kazanıldığı bölgelerden biri de Güney Cephesidir. Urfa, Antep, Maraş, Adana, Mersin, Hatay’daki Fransız işgalcileri, karşılarında düzenli Türk ordusunu değil, Kuvayı Milliye güçlerini ve onların örgütlediği yerel direnişçileri bulmuştur.
Aslında Güney Cephesi adı verilen alan, yaklaşık 1000 km uzunluğunda ve 250 km derinliğinde bir bölgeyi kapsıyordu.
Bu cephe Fırat nehri tarafından 2 bölüme ayrılmıştı.
Doğuda kalana Elcezire batıdakine ise Adana cephesi deniliyordu.
Elcezire’de İngilizler, Adana Cephesinde Fransızlar bulunuyordu.
Elcezire’de mevcudu azalmış da olsa 13. Kolordu vardı.
Ancak Fransızların olduğu Adana cephesinde tek bir askeri birliğimiz yoktu.
Fransızlar, İskenderun’a asker çıkarmalarının ardından 11 Aralık 1918 tarihinde Dörtyol’u işgal etmeleriyle birlikte, Urfa, Antep, Maraş, Adana, Mersin’i kapsayan, Niğde sınırındaki Pozantı’ya dayanan bir bölgeye uzanan maceraları başlayacaktı.
Güney Cephesi için söylenecek, yazılacak çok şey var, ama 27 Mayıs 1920 tarihinde, Pozantı-Gülek mevkiinde, sadece 44 kişiden oluşan milli güçlerin, yaklaşık 1000 kişilik Fransız taburuna karşı kazandığı zafer unutulacak, öne çıkarılmayacak türden değildir.
Pozantı, Fransız Alayının 2. Taburunun işgali altındaydı.
Fransız taburunun amaçlarından biri de, Toros geçitlerini, özellikle de, en stratejik nokta olan Gülek Boğazı’nı tutmaktı. Bu nedenle Gülek tarafına müfrezeler gönderilmişti.
Ancak çevre köylerden katılanlarla sayıları sürekli artan Milli Güçler, Türk subayların komutasında Fransız müfrezeleri oldukları yerde tutmayı başarmıştı.
Milli Güçlerdeki köylülerin çoğunun silahı yoktu ve kazma, kürek, balta kullanıyorlardı. Buna rağmen Fransızlar ne ilerleyebiliyor ne de geri çekilebiliyordu.
Ama asıl sorun, Pozantı’daki taburun geri çekilmesini sağlamaktı.
Adana’daki 1. Fransız Tümeninin komutanı, Pozantı’daki Türk çemberinin bir şekilde kırılıp, buradaki güçlerin Mersin’e çekilmesi emrini verdi.
Bunun için de, bir uçaktan atılan torba ile Fransız tabur komutanı Binbaşı Pierre Mesnil’e, dağ yollarını kullanarak Mersin’e çekilmesini içeren emir ve kroki gönderildi.
Subayları ile bir toplantı yapan Binbaşı Mesnil, 25 Mayıs 1920 tarihinde, gece karanlığında bölgeden ayrılma kararı aldı.
Çuğbeli olarak adlandırılan mevkiden ilerleyerek, çemberi aşmayı başaran Fransızlar, 15 kilometre sonra köylüler tarafından fark edildiler.
Çamalan’daki atlı jandarmalara haber veren Pazınçukuru köylüleri, çevre köylerden gelenlerle birlikte Fransızların peşine düştü.
Diğer yandan, Çamalan’da yakalanan bir Rum (Bazı kaynaklarda Ermeni), Fransız Taburunun Pozantı’da yaralı ve hastaları bırakarak çekildiğini anlatması üzerine, gelişme süratle bölgedeki Kuvayı Milliye güçlerinin komutanı Tekelioğlu Sinan Bey’e iletilmiştir.
Sinan Bey ise bölgedeki Milli Güçlere bağlı müfrezelere komuta eden, Teğmen Şefik, Üsteğmen Hasan, Teğmen Besim ve Kâhyazade İbrahim Beye, Fransız taburunun olduğu bölgenin belirlenerek, baskın yapılması emrini vermiştir.
Bu güçler, Karaisalı’da buluşarak, Fransızların en son görüldükleri mevkii olarak bildirilen Teker’e doğru harekete geçti.
Fransızlar ise kendilerine rehberlik eden yerli Ermenilerin öncülüğünde, Teker’i geçerek, Elmalı Boğazı’na ulaşmıştı.
Fransızları takip eden köylülere yetişen Milli Güçlere, Gülek’teki müfreze komutanı ile Aydınlı aşiretinden 11 kişi de katılınca, Milli Güçlerin sayısı 44’e çıkmıştır.
26 Mayıs 1920 akşamı, yoğun yağmur ve göz gözü görmeyen karanlıkta, Sünedir Boğazı’na gelen Milli Güçler, burada Fransızları beklemeye başladı.
Yaklaşık 10 kişi Boğazın girişine pusu kurarken geri kalan er ve köylüler de dağları tırmanıp, boğazın çıkışına yerleşmek üzere harekete geçti.
Boğazın olduğu Ağaçkesen deresinin çevresi duvarı andıran kayalıklarla doluydu. Bu nedenle pusu kurulması için çok elverişliydi.
27 Mayıs sabahı, gün ağardıktan hemen sonra Fransız taburu, rehberleri öncülüğünde derede ilerlerken görüldü.
Atış menziline girdiklerinde ise Türk Milli Güçlerinin yoğun ateşi başladı. İleriye koştuklarında boğazın çıkışını tutanların, geriye döndüklerinde ise girişe mevzilenmişlerin ateşi altında tam bir bozguna uğradılar.
Nihayet akşam saatlerine doğru Fransızlar teslim olacaklarını, ama önce Türklerin komutanı ile görüşmek istediklerini söylediler.
Karşılıklı konuşmaların ardından Fransız Tabur Komutanı Binbaşı Mesnil, teslim olmak için protokol imzalamak istediğini, bunu da bir Türk Subayı ile yapabileceğini bildirdi.
Mesnil’in bu talebi kabul edilmiş, asıl görevi Karaisalı Jandarma Tabur Komutanlığı olan Üsteğmen Hasan ile görüşüp, protokol imzalanmıştır.
Bunun ardından da Fransız esirler ve yanlarındaki Ermeni ile Rumlardan oluşan yardımcı güçler Pazınçukuru köyü yakınlarına götürülerek, kendilerine köylülerin hazırladığı pilav ve ayran verilmiştir.
Tamı tamına 44 Kuvayı Milliyeci ile kazanılan bu zaferi, Tekelioğlu Sinan Bey, 29 Mayıs 1920 tarihli raporu ile Mustafa Kemal Paşa’ya iletmiştir.
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivlerinde olan söz konusu rapor özetle, “Pozantı’dan çıkan düşmanı, Gülek Köyünün 15 kilometre uzağında Sünerdir deresinde sıkıştırarak, teslim olmasını sağladık. 550 er, Tabur Komutanı Binbaşı ve 9 subay Esir alınmıştır. Ayrıca 100 kadar da yaralı asker vardır. Pusuda, 200 Fransız askeri ölmüştür. Ayrıca bölgedeki tepelerde ve sırtlarda çok sayıda ölü bırakmışlardır. Düşmandan 2 top, 8 makineli tüfek, 40 otomatik tüfek, 1000 civarında çeşitli tüfek ve tabanca, 13 katana ve 90 katır ele geçirilmiştir” denilmektedir.
Bu zafer sayesinde, Mersin, Tarsus, Adana’nın kuzeyinde ve Toroslar bölgesinde tek bir Fransız askeri kalmayacaktır.
Kuvayı Milliye sadece 44 kişilik gücüyle koskoca Fransız taburunu esir alması Fransa’da da yankı bulmuştur.
Dönemin önde gelen gazetelerinden La Croix, 25 Haziran 1920 tarihli sayısında Fransız Hükümetini suçlamaktadır. Pozantı hezimetine yer verilen yorumda, “Bu yüzyılın başından beri, bitti, tükendi denilen, Orta Asya’ya sürülecekleri söylenen Türkler, Fransa’ya hepimiz utandıran bir tokat attı. Tam Türkleri bitti derken yeniden canlanıyorlar. İsyancı Türklerin lideri Mustafa Kemal, Fransızları Anadolu’dan söküp atarsa kimse şaşırmasın” denilmektedir.
Gazetenin öngörüsü gerçekleşmiş, Fransızların Nisan 1921’de imzalamak zorunda kaldıkları Ankara Anlaşması’nın ardından ellerindeki silahları da bırakarak topraklarımızdan ayrılmak zorunda kalmışlardır.
Bu gurur veren olayı paylaştığınız için sağ olun. Çok gurur duydum. Kurtuluş Savaşı’nda cesaretin ve aklın bileşimi inanılmaz çarpışmalar olmuş. Bir kahramanlık hikayesi daha öğrenmek çok güzel.