Gürcan Elbek yazdı…
Geçen hafta Slovenya’daki son durağımız Piran’a ulaşmış, yağmurlu bir gece geçirmiştik.
İlgili yazı: Slovenya’ya veda: Lipizzan atları ve Piran
Piran’da sabah…
Slovenya’daki son durağım Piran’da sabahın erken saatleri, gece yağan yağmurun izlerini taşıyordu. Eski zamanlarda, Arnavut kaldırımı döşenmiş dar sokaklı bir Ceneviz kentinde dolaşıyormuş gibi hissediyordum. Arada düzgün yüzeyli modern yapılar olsa da, genelde taş evlerin bulunduğu, kemerli geçitleri olan sokaklarda öylesine yürüyordum. Evlerin cam pervazlarını süsleyen çiçekler, kapıların önlerindeki bisikletler, ufak motosikletlerle birlikte Piran’daki bu manzaralar, İstria Yarımadası dahil neredeyse tüm Dalmaçya kıyısında göreceklerime benzeyecekti.
Gece yağan yağmurun etkisiyle serinlemiş, gri ve nemli havada, ruhuma o an hüzünlü gelen bir görüntü kolajı içinde yürüyordum. Yağmurun ardından havadaki ferahlığa Akdeniz’in kokusu eşlik ediyordu. Hosteldeki kahvaltı sonrası günlük sırt çantamı alıp Piran’ın çıkışındaki otoparka gidip, Kara Şimşek ile buluştum. Ardından da benim uğramadan geçeceğim turistik yerleşim Portoroz (Portoroj diye telaffuz ettiklerini duyuyorum) somrası, İstria Yarımadası ziyaretiyle Hırvatistan günlerim başlayacaktı. Aslında anne ve babamdan duyduğum Zagreb’e gitmek istemiştim ama hemen yakınında bulunduğum Adriyatik kıyısından yola devam etmeyi tercih edecektim.
Sanki biraz yorgun, biraz bıkmış gibiydim. Sıkılmış bir ruh halim vardı. Bu his geçişleri, uzun süreli yollarda yabancısı olduğum bir durum değildi. Biliyordum ki her şey kısa süre içinde yine değişecekti ama yine de o anı sorguluyordum…
Piran’da yağmur sonrası sabah görüntüleri, Slovenya.
Bir gün uzun süreli bir geziye çıkarsanız, emin olun bir süre sonra çoğu yerde, yine kendinizle ve sorguladığınız kişiliğinizle karşılaşacaksınız. Bu durum, felsefe ile ilgilenenlerin veya ruhani işlerle uğraşanların da karşı karşıya geldiği bir oluştur diye düşünüyorum. Sonuçta bu tür seyahatler sonunda size çıkan yollar olacaktır.
Herkes için nasıl olur bilemem, ama ben kendi deneyimimi aktaracağım. Her uzun gezide böyle anlarla karşı karşıya gelmişliğim vardır. Neden o an, o yerde olduğumu sorgulamışımdır. Bazen öyle sıkıntılı yolculuk süreçlerinde ve yerlerde bulunurum ki, o an için bana saçma sapan görünen bu noktada ne aradığımı sorarım kendime. Onca yoksunluk ve zorluğa ne gerek vardır? İşte o anlarda, bir an için durup, daha dikkatli bakarım çevreme ve kendime. Etrafımdaki varlıklar gerçek midir diye düşünürüm ister istemez? Prototip hippiler, boşvermişler, çok önemseyenler, kaçanlar, arayanlar… Farklı mimari ortamları ve doğayı izlerim. Ailemi, arkadaşlarımı, bağlarımın ne olduğunu tekrar gözden geçiririm. Gerçekten neleri istediğimi, yolculuğun beni nereye götürdüğünü düşünürüm. Yola çıktığımda isteklerim bunlardan uzaklaşmak ve kendim dahil keşifler yapmaktır aslında. Birden tekrar o anki isteğimin ne olduğunu sorgularken bulurum kendimi. Sonra bir şeyler olur ve yeniden yoluma devam ederim.
Bu kez de sınır geçişi telaşı, benzin alma, LPG doldurma, vinyet var mı yok mu derken tekrar arabaya dönmüş, etrafı izleyerek yola devam eder halde bulmuştum kendimi. O an izlediğim çevrenin mi, yoksa düşündüklerimin mi gerçeğim olduğu bir an karışır ve hangisinin uyku halim olduğunu bilemem.
İstria Yarımadası…
İstria Yarımadası, Hırvatistan’a giriş yaptığım yer. Slovenya’daki son durak olan Piran’dan çıkınca ilk girilen bölge. Güneye doğru 100 km’den biraz daha fazla uzanan bölgeyi kıyıdan kıyıdan gezecektim.
İstria, Adriyatik’teki en büyük yarımada. Hırvatistan, Slovenya ve İtalya arasında toprakları pay edilmiş durumda. En büyük kısmı Hırvatistan’a ait. Önemli kentleri: Pula, Poreč, Rovinj, Pazin, Labin, Umag, Motovun, Buzet, and Buje olarak geçiyor. Ben bu gezide bunların birkaç tanesini gezecektim.
Bölgeye girdiğim andan itibaren içime tanıdık bir yerde dolaşıyormuşum hissi hakim olmuştu. Yol kenarındaki zeytin ağaçları, evlerin yapıları, bitki örtüsü ve aralarda sağ tarafta görünen deniz tanıdığım bir yapıyı hatırlatıyordu.
Haydi şimdi görseller eşliğinde yapacağımız İstria Yarımadası gezimize başlayalım.
Umag, San Lorenzo, Novigrad…
Portoroz ve sınır geçişi sonrası yabancılık çekmediğim bir görünüm içinde yol almaya başlamıştım. Dünkü tatsız hava hala devam ediyor, yağmur ara ara şiddetini artırıp, sonra sakinliyordu. Öğleden önce çok nadir ve kısa aralıklarla güneş yüzünü gösterse de, hemen ardından bulutların perdesi araya girip gri bir ortam oluşturuyordu. Tüm bu değişken hava durumuna karşın, etraftaki zeytin ağaçları, toprağın rengi, taş duvarlı tarla sınırları, taş evler ve denizin görüntüsü sanki beni Ege’ye getirmişti.
İstria Yarımadası’ndan ilk görüntüler.
çok eski tarihlerde bir asilzadenin yazlık yerleşim olarak inşa ettirdiği tarihi bir şehirmiş. O eski zamanlardan kalma savunma duvarları, surlar ve taş yapılardan bazıları hala yerlerinde durmakta. Kuzey Adriyatik’i koruyan önemli bir askeri nokta olarak da kullanılmış Umag. Romalılar sonrasında, Slavlar ve ardından 13-17 yüzyıllar arasındaki uzun sürede Venedikliler hakim olmuş Umag’a. Bu tarihi yerde görecek çok şey var. Bizim kıyı kasabalarımızı andıran kentte huzurlu zamanlar geçirmek mümkün.
Umag’da, suratımı döven şiddetli rüzgar ve yağmurdan hırpalanacak, bu güzel yerde kısa süre kalacaktım. İyi bir havada gezildiğinde bir Ege kasabası hissi vereceğine eminim.
Umag’dan görüntüler.
Umag sonrasında geçtiğim San Lorenzo da Urla’yı anımsattı bana. Ardından gezdiğim Novigrad, biraz Ayvalık gibi geldi. Eski yapı evler olduğu gibi modern mimari anlayışa uygun olarak inşa edilmiş sevimli ve bakımlı villalar da vardı. Çok huzurlu bir hava hakimdi bu küçük yerleşimlerde. Şimdiki aklım olsa daha da uzun vakitler geçirir, hatta onlardan birinde en azından bir gece kalırdım.
Ege benzeri görüntüleriyle İstria kasabaları, San Lorenzo ve Novigrad.
Size fikir vermesi açısından bir Novigrad tanıtım videosu paylaşıyorum.
Poreç…
Bir sonraki durağım Poreç, diğerlerine nazaran daha büyük bir yerleşim. Oldukça turistik hale gelmiş; çekirge sürüsü gibi insanlar etrafta dolaşıyordu. Tabii ki bu kadar kalabalıktan rahatsız oldum. Söylediklerine göre, Poreç’e o yaz Almanlar damgasını vurmuştu.
Karnımın sesine uyarak bir restoranda yediğim levreğe 95 Kuna, yani yaklaşık 15 Euro ödedim 2014 Ağustos ayı fiyatıyla. Tabii ki yer turistik hale gelince bu durum kaçınılmaz oluyor. Bir turist için makul fiyat olabilir ama gezginin sürekli kalıp bu tür yemekleri bu fiyata yiyebileceği bir yer değil Poreç. Yine de Poreç’de geçirdiğim vakit keyifli geçmişti.
Poreç’e ait drone ile çekilmiş tanıtım videosu size yer hakkında kuşbakışı bir fikir verecektir.
Poreç’ten görüntüler.
Gezilerde öylesine salınmak da mümkün, bir izin peşine düşmek de. Bu arayışınız içinde edebiyat varsa İstria sizin için farklı bir ortam sunacaktır. Benim avare gezimde kendi akışında yolumu düşürdüğüm bu bölgenin birçok eserde geçtiğini, bu yazıyı hazırlarken yaptığım incelemede fark ettim.
Artık uyuşmuş beyinler ve telaşe içinde hızlandırılmış hayatlarda lüks gibi görünse de, kitaplarda okuduğunuz yerlerde bu eserlerin izlerini aramak, yazarın ruhunu hisseder gibi dolaşmak mümkün. İlahi Komedya’daki mezarlığı Pula’daki mezarlıktan esinlenerek yazan Dante’den, Jules Verne’e, Thomas Mann’dan James Joyce’a birçok yazarın kitaplarında yer almış bir yer İstria. Bu konuya ilgi duyanlar aşağıdaki İngilizce makaleye göz atabilirler: https://www.timeout.com/croatia/things-to-do/a-literary-guide-to-istria
Rovinj,
Bölgenin korsanlara layık kenti…
Venedik döneminden kalma bir kasaba Rovinj. Dalmaçya kıyısında karşılaşacağınız birçok örneği gibi burası da bana sanki korsanlar zamanından kalma bir yer izlenimini ilk bakışta verdi.
Tarihi 5. Yüzyıla kadar gidiyormuş. Turistik hale gelmiş olmasından hoşlanmasam da pastel renkli evleri, dapdaracık, denizlere inen sokakları ve geçitleriyle bu eski şehrin içinde gezmek size tarihi düşler sunabilecektir. Piran’da görmeye başladığımız mimari yapı doğal olarak burada da devam ediyor. Son dönemde İtalyan etkisinin yüksek olduğu kasabada zevkli bir turistik tatil geçirebilirsiniz.
Yoğun turist akımından bıkmış olmalılar ki, “Buralı mısınız? Birşey soracağım” dediğim bir esnafın “Yok başka galaksidenim” diyerek cevap vermesi garibime gitmişti. Ancak merkezden biraz uzaklaşıldığında daha sempatik noktalar bulmak mümkün.
Daha sonra gideceğim ama çok meşhur olan Dubrovnik mi, Rovinj mi diye sorarsanız, gezmek hatta kalmak için kesinlikle Rovinj’i seçerim.
Rovinj’den görüntüler.
İlk gün İstria’da ziyaret ettiğim yerlerde gördüklerim sonrası Hırvatistan, biraz da dondurma demek herhalde, diye düşünmeye başlamıştım. Her yerde dondurma tezgahları ve dolayısıyla herkesin elinde külahla, kornette, kapta veya değişik sunumlarla dondurmalar bulunuyordu.
Rovinj, İstria Yarımadası, Hırvatistan
Sonuçta, tanıdık sahil şeridi, dar sokaklı tarih kokan yerleşimleriyle İstria Yarımdası’na ve Hırvatistan!a Merhaba! diyordum.
Merhaba Hırvatistan!
İstria Yarımadası’nın daha da turistik hale gelmesi ve yerleşim açısından işgal edilmesi çok uzun zaman almaz. Burayı 2014 Ağustos ayında, görece sakin ve güzel bir dönemde gezdiğimi düşünüyorum.
Yoga felsefesinde hiçbir şeyi biriktirmemek çok önemli deniyor. Bunlara anılar da dahil. Kötü anıları biriktirmemeyi anlardım da, güzel anıları da biriktirmeyin, sahiplenmeyin diyordu bir usta. Zira hep o güzel anları arayarak, şimdiyi kaçırma durumuyla karşı karşıya kalınabilirmiş. Yani, her türlü anıya öykünme durumunda anda olmak elden gidebiliyormuş. Dolayısıyla, şu an haricinde başka bir gerçeklik yok. Şu an ne yapıyorsak, geleceğimiz de geçmişimiz de o, sonucunu çıkardım ben.
Siz ŞİMDİ’nin gücüyle hareket etmek için her ne yapıyor ve nereyi geziyorsanız, o anın keyfini çıkarın. Benim aktarmaya çalıştıklarım, yaşadığım o anları içeriyor. Siz de bir gün İsrtia’yı gezerseniz kendi anınızı yaşayacaksınız. O anlarınızın, farkındalıkla, güzel geçmesini temenni ederim.
Sağlık ve huzurla geçecek bir hafta diliyorum.
Saygı ve sevgilerimle.
Umarım keyifle gezeriz bu köşede.
Ben teşekkür ederim.
Harika bir manzara. Şehrin mimarisi de çok güzel korunmuş.
Sondaki fotoğraflar ayrı bir güzel çıkmış. Hırvatistan’ı bekliyoruz
Teşekkürler Üstad: Yazının finali etkileyiciydi:”…..Yoga felsefesinde hiçbir şeyi biriktirmemek çok önemli deniyor. Bunlara anılar da dahil. Kötü anıları biriktirmemeyi anlardım da, güzel anıları da biriktirmeyin, sahiplenmeyin diyordu bir usta. Zira hep o güzel anları arayarak, şimdiyi kaçırma durumuyla karşı karşıya kalınabilirmiş. Yani, her türlü anıya öykünme durumunda anda olmak elden gidebiliyormuş. Dolayısıyla, şu an haricinde başka bir gerçeklik yok. Şu an ne yapıyorsak, geleceğimiz de geçmişimiz de o, sonucunu çıkardım ben.
Siz ŞİMDİ’nin gücüyle hareket etmek için her ne yapıyor ve nereyi geziyorsanız, o anın keyfini çıkarın. Benim aktarmaya çalıştıklarım, yaşadığım o anları içeriyor. Siz de bir gün İsrtia’yı gezerseniz kendi anınızı yaşayacaksınız. O anlarınızın, farkındalıkla, güzel geçmesini temenni ederim….”