Cumhurbaşkanı partisinin 5 Şubat 2020 tarihli grup toplantısında Suriye politikası için kapsamlı bir değerlendirme yaparak, yeni Suriye stratejisi hakkında bilgi verdi.
Bir hafta içinde üst üste gelen Türk Milletini derinden üzen felâketler yaşandı. Hem bu üzücü olaylar hem de grup konuşmasında Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkındaki suç duyurusu talimatı, konuşmanın Suriye bölümünü dikkatlerden kaçırdı. Halbuki verilen bu bilgiler Türkiye’nin yakın gelecekte nasıl problemlerle karşı karşıya kalacağının işaretlerini taşımakta.
Suriye meselesi Türkiye’nin gerek kısa vadede gerekse geleceği çok etkileyecek bir vaziyette. Dolayısıyla siyasî partiler ve uzmanları tarafından kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve Türk Milletinin ilgisine sağlanması gerekiyor. Aksi takdirde bu mesele ülkemizin üzerinden bir silindir gibi geçme istidadını taşımakta.
Cumhurbaşkanı Suriye politikasını anlatmaya “Türkiye’nin Suriye’deki varlığı keyfe keder bir tercih veya basit çıkar hesapları sonucu ortaya çıkmış değildir. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç çatışmalardan uzak durmak için yıllarca sabrettik.” sözleriyle başladı. Devamında da “Ancak; 2015 yılından itibaren Suriye’deki kriz tamamen kontrolden çıktı. Durum; rejimin ve terör örgütlerinin sınırlarımızı taciz etmeye başladığı, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini doğrudan tehdit ettiği bir noktaya ulaştı.” dedi. Ama 2015’e kadar 4 milyon Suriyelinin de ülkemizde yaşar hâle geldiğini de belirtti.
Yeni strateji açıklamasını değerlendirmeye geçmeden kısa bir geçmiş turu yapmak çok faydalı olacaktır.
SURİYE İÇ SAVAŞINDA KISA BİR GEZİNTİ
Suriye olayları 15 Mart 2011’de başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ydu. Türkiye’ye 2011 Kasımına kadar 100 bin Suriyeli geldi. Bu sayı yılsonuna doğru 1 milyona ulaştı. 2015’e gelindiğinde 4 milyonu aştı. Ama açık kapı politikası ile başka ülkeler de dâhil sığınmacı sayısı 7 milyonu aşmış vaziyette.
9 Ağustos 2011’de Davutoğlu ile Suriye Devlet Başkanı Esad arasındaki 6 saatlik toplantısı, Esad’ın “Osmanlı padişahlarının dönemi kapandı. Suriye Arap kimliği yerine bir kez daha Osmanlı’nın içinde yer almayı asla kabul etmeyecek. Ankara bir kez daha Arap dünyasının karar merkezi olamaz.[1]” sözleri, 3 Kasım 2011’de Mesut Barzani’nin Dolmabahçe Sarayında Davutoğlu ve Erdoğan ile görüşmesi, Davutoğlu’nun birlikte yapılan basın toplantısındaki “Bölgemizde bütün yapılar yeniden inşa edilirken, Türkler ile Kürtler arasındaki bu kardeşliğin inşa edici bir rolü var. Bölgemizde kalıcı bir etki yapacaktır.[2]” açıklamaları arşivlerde durmaktadır.
Olaylar hemen başladıktan sonra o zamanki adı Hür Suriye Ordusu olan muhaliflerin komutanı Riyad el Esad ile Hatay’da yapılan röportajlar arşivlerde. Muhalifler İstanbul’da bir araya gelerek Suriye Ulusal Konseyini ilan ettiler.
Beşar Esad’ın Cumhuriyet Gazetesinden Utku Çakırözer’e verdiği röportajdaki[3]
“Onun ve ekibinin kafasındaki proje daha büyük bir proje. Suriye’den daha büyük. Hatta benim pozisyonumu da kapsayan bir proje. Kendi özel ajandası var. Teröristlerin Suriye’de özgür olmasını, onlara baskı yapılmamasını, tutuklanmamalarını, kendimizi onlara karşı savunmamızı istiyordu. Bunları yapsak çok da mutlu olacaktı”
sözleri veya;
“Teröristler kim? İhvan Hareketi mi?” sorusuna verilen “İhvan bunlardan bir bölümü. İlk görüşmelerimizden beri Suriye’deki Müslüman Kardeşler hareketi konusunda hep çok heyecanlıydı. Onlarla o kadar çok ilgiliydi ki, Türkiye-Suriye ilişkilerinin gelişmesine onların sorunlarına verdiği önemi göstermezdi. Müslüman Kardeşler’e yardım etme ve onları savunma içgüdüsü, Erdoğan’ın izlediği Suriye politikasının gerçek çıkış ve dayanak noktasını oluşturmuştur. Elbette biz bu konuda ne Erdoğan’a ne de başka birine izin verdik, vermeyeceğiz… “
cevabı hiç yalanlanmadı.
29 Ekim 2014’de Irak’tan, kaç kişi olduğu bilinmeyen ve Barzani’nin peşmergesi kılığındaki PKK’lı teröristler “biji serok Obama” çığlıkları arasında ve polis arabalarının öncülüğünde Mürşitpınarı (Ayn el Arap-Kobani)’na geçirildi. Daha önce bu talebe direnmiştik. Ancak 6-8 Ekim olayları yaşandı. 5o civarında vatandaşımız hayatını kaybetti. Sonra Amerikan başkanı Obama ile yapılan telefon görüşmesi bu geçiş gerçekleşti. Başbakanın “Kobani’deki her kardeşimin alnından öpüyorum(!) Kobani bize tarihin emanetidir(!)” güzellemesi de ardından geldi. Kobani İŞID’den temizlendi ve yerini PKK PYD aldı.
ARTIK RUSYA DA DEVREDE
30 Eylül 2015’de Suriye yönetimi tarafından yardıma çağrılan Rusya ilk müdahalesini yaptı.
2015 Ekiminde Suriye sınırımızda önemli olaylar oldu. Rusya, 7 Ekim 2015’de Hazar Denizinden 26 (yirmi altı) uzun menzilli füze fırlattı. Yaklaşık 1500 km menzilden gelen füzelerin; IŞİD’e karşı atıldığı, İran-Irak-Suriye hava sahasından(!) geçtikleri ve hedeflerini bulduğu açıklanmıştı. Ama biz bunlardan birisinin topraklarımıza düştüğünü ama patlamadığını Cumhurbaşkanının Güney Amerika gezisinde, Şili’de gazetecilerle sohbetinde öğrendik. “Mesela Hazar’dan Suriye’ye atılan ve patlamayan bir füze vardı ki, pekâlâ patlayabilirdi de. Bedeli çok da ağır olurdu.” diyecekti (2 Şubat 2016 gazeteler)
24 Kasım 2015’te Rus uçağı düşürüldü. İlk açıklama Cumhurbaşkanlığından geldi. Sonra emri kimin verdiği tartışmaları yaşandı. Bugün bir FETÖ tezgâhı olduğu ortaya çıktı.
24 Mayıs 2016’da ABD, Suriye Demokratik Güçleri adını verdiği PKK/PYD ile birlikte Rakka Operasyonunu başlattı. Operasyon Cumhurbaşkanı ABD seyahatinden döndükten iki ay sonra yapıldı. Adı Rakka idi ama Fırat vadisini (Fırat’ın doğusunu) ve batısında Menbiç’i kontrol altına aldı. Menbiç, bir gece yarısı kaçırılan Süleyman Şah Türbesinin hemen altındaki M 4 karayolu ve Fırat üzerindeki Karakozak Köprüsünü kontrol ediyordu. Bugün İdlib’te bu yolun kontrolü için büyük mücadele verilmekte.
15 Temmuz 2016 hain saldırısı yaşandı…
24 Ağustos 2016 Fırat Kalkanı Harekâtı yapıldı.
9 Aralık 2016 Rus Büyükelçisi Andrey Karlov, hâlâ tam aydınlatılamayan bir suikast ile öldürüldü, vuran FETÖ’cü olduğu iddia edilen ve bağlantıları tam olarak tespit edilemeyen bir polisti.
Ocak 2017 Astana Süreci hayata geçti.
20 Ocak 2018 Zeytin Dalı Harekâtı başladı.
13 Şubat 2018 Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “ABD, Fırat Nehri’nin doğu yakasından Irak sınırına kadar bir bölümde devlet benzeri bir yapı oluşturma yolunda ilerliyor.” açıklamasını yaptı.
15 Şubat 2018, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson Ankara’ya geldi. 3 saat 15 dakika Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun tercümanlığında baş başa görüştü. Ertesi gün iki bakan Dış İşleri Bakanlığında bir araya geldiler. Bu görüşme 2 saat 45 dakika sürdü.
18 Şubat 2018 Rus Dışişleri Bakanı Lavrov; ABD Suriye’de devlet benzeri yapı kurmaya çalışıyor açıklamasını ikinci defa yaparak, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmaya yönelik adımları endişeyle takip ediyoruz. Bunun nedeni ABD’nin sahada, özellikle de Fırat’ın doğusu ile Suriye’nin Irak – Türkiye sınırı arasındaki bölgedeki uygulamaya başladığı planları(dır).” dedi.
22 Mart 2018, Mevlüt Çavuşoğlu, Anadolu Ajansı’nın, TV’lerden canlı olarak yayınlanan, Editörler Masası programında Menbiç’in yeni yapısı üzerine yaptığı açıklamalarda; demografinin tabii kriter olacağını ve nüfus oranlarına göre temsil edilen bir yapı oluşturulacağını, daha önce kontrol altına alınan Cerablus el Bab ve diğer yerlerde de aynı şekilde idari yapı ve asayiş gücü kurulduğunu söyledi.
9 Nisan Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov: “Afrin’in normalleşmesi için yöntemin, bölgenin kontrolünün Suriye hükümetine geri verilmesi olacağına inanıyoruz” dedi.
10 Nisan 2018 Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Afrin’i kime vereceğimizi iyi biliriz. Afrin Afrinlilerindir.” açıklamasını yaptı.
4 Haziran 2018, Türk ve Amerikan dışişleri bakanları yeniden bir araya geldiler. ABD’de bakan değişmişti, yeni bakan vardı. Toplantıdan sonra Amerikan Dışişleri sözcüsü yaptığı açıklamada “ABD ile Türk hükümeti Münbiç bölgesine istikrar ve öz yönetim getirecek bir anlaşmaya vardı. Biz bunun Münbiç halkı dâhil tüm tarafların kabul edebileceği bir çerçeve olduğuna inanıyoruz.” diyecekti.
SURİYE’DE ÇÖZÜM ORTAĞIMIZ BAĞDAT VE ERBİL (!)
5 Haziran 2018 Çavuşoğlu, Antalya’da gazetecilere “Münbiç için Türkiye, ABD, Bağdat ve Erbil arasında dörtlü bir iş birliğinin olacağını” açıkladı. Suriye’de, Fırat’ın batısındaki bir küçük bir şehir için Irak ve Irak’ın bir parçası olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile mutabakat(!) yapılmıştı. Çavuşoğlu açıklama yaparken Eski ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile çalışma gruplarını oluşturduklarını da söyledi.
23 Ocak 2019 Moskova’da yapılan Erdoğan Putin görüşmesi gerçekleşti. Putin, Türkiye’nin terörle mücadelesi için Adana Mutabakatı’nın işletilebileceği gündeme getirdi.
9 Ekim 2019 Barış Pınarı Harekâtı yapıldı… Önce 17 Ekim’de ABD ile sonra 22 Ekim’de de Rusya ile mutabakat imzalandı. Ama her iki devlet de imzalardan hemen sonra PKK PYD’nin sözde komutanı ile dünyaya açıkladıkları görüşme yaptılar. Yani terörist olarak görmüyorlardı. Mutabakat metinleri dikkatli okunduğunda bunun yazılı olduğu anlaşılıyordu da.
Astana sürecinde Türkiye, Rusya ve İran arasında beş kere liderler zirvesi gerçekleşti. Hepsinde de Suriye Arap Cumhuriyeti (millî devlet)’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne çok güçlü bir şekilde vurgu vardı.
Çok uzun bir kronoloji verdim biliyorum. Ancak bir devletin yaşadığı bir iç savaşı anlamaya çalışıyoruz. Ve mütemadiyen değişen siyaset ve manevralar söz konusu. Çoğu defa konuşulanlarla gerçekleşenler farklı. Ayrıca olan biten de küçük detaylarda gizli. Dolayısıyla bu olaylar zincirini zaman zaman tekrarlamak önem arz ediyor. Bunlar da olan bitenin parçalarından seçilenler.
DEĞİŞEN STRATEJİ DENİYOR AMA…
Geçmişe baktığımızda imza altına aldığımız hiçbir sürecin çalışmadığı görülüyor. Bu Cumhurbaşkanının konuşmasında da “Bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum; tüm bu süreçleri Amerika ve Rusya ile birlikte en üst düzeyde tesis ettiğimiz temaslarla, vardığımız mutabakatlarla, iş birliğiyle yürüttük.” İfadeleriyle çok açık olarak dile getiriliyor. Peki, muhataplarımız suçlu ya da hatalı, bizi aldatıyorlar mı? Uluslararası ilişkilerde bunu söylemek çok mümkün değil. 2011’den bu yana dokuz yıldır devam eden süreçte hep yanılan, yanıltılan ya da aldatılan olmamız açıklanması çok mümkün olmayan bir durumdur. O hâlde yürümememe sebebi ne?
Olayların gelişmelerine bakıldığında en üst düzeydeki görüşmelerden hemen sonrasında farklı seslerin çıkmaya başladığı görülüyor. Şartların bu kadar çabuk değişmesi çok mümkün olmamalı. Meselenin bütün tarafları yaptıkları anlaşmalardan farklı angajmana girmemeliler. Mesela Suriye’nin toprak bütünlüğü ve millî devlet yapısının korunmasına imza attıktan sonra, Suriye’nin devlet yapısını ilgilendiren yapısını ilgilendirecek şekilde Irakla görüşmek bu güveni sarsacaktır. Hem de Irak Merkezî devletle birlikte IKBY’yi de bu sürece dâhil etmek Türkiye’nin devlet yapısı için de büyük risktir.
Ayrıca, velev ki şartlar bu kadar çabuk değişmiş olsa bile, o zaman da çok yakın geleceği öngörememek devreye girmekte. Galiba buradaki en büyük sorun tarafların vekâlet verdiği grupları diğerlerinin terörist olarak değerlendirmesinde. Yani herkesin teröristi de farklı.
“Hassasiyetlerimizi ve kararlılığımızı her seviyede, her fırsatta, her platformda belirtmemize rağmen Suriye’de anlaşmalara uyulmuyor.” diyen Cumhurbaşkanı, bundan dolayı “hem İdlib’de hem tüm sınır hattımızdaki güvenlik stratejimizde değişiklik yapmaya mecbur” bıraktığını söyledi. İskenderun’dan Irak’a kadar olan sınır bölgesinde terörist yapılanmaya karşı tedbir almayı anlamak mümkündür. Peki, İdlib’ten gelebileceği düşünülen terör tehdidini sınırımıza çekilerek önlemeyi niçin düşünmeyiz? Niçin, ateşin tam ortasında kalmayı tercih etmekteyiz? Neden Rusya’yı, İran’ı ve dolayısıyla Suriye’yi karşımıza alma pahasına hareket ederiz, anlamak mümkün değildir.
Suriye, İdlib’te olduğunu düşündüğümüz terörist unsurları uluslararası denetim altında kendi devlet yapısı içinde hâlletse, daha rahat ve daha hukukî bir çözüm olmaz mı? Türkiye için en az maliyetli çözüm değil midir? Bize savaşı göze aldıracak kadar ağır şartlar ya da –varsa- angajmanlarımız nelerdir?
“Tek gayemizin) Suriye’deki kriz sona erene, bu ülke istikrara kavuşana kadar hem Türkiye için hem de Suriye halkı için en doğru, en sağlıklı, en güvenli ve en sürdürülebilir çözümü” bulmak olduğu vurgulanmakta. En doğru çözüm Suriye Devleti ile ilişki kurularak millî devlet yapısı içinde, toprak bütünlüğünü koruyan bir komşuya sahip olmaktadır. Hem bu birliktelikle İsrail karşısında daha güçlü olmak mümkündür. Türkiye sınırlarını İsrail’e karşı daha kolay koruyacaktır. Ayrıca Doğu Akdeniz’in suları çok ısınmıştır. Suriye ile kurulacak ilişki, Mısır’la da aranın düzeltilmesi için önemli bir hareket olacaktır.
Eğer “Bize topraklarımız yeter. Biz 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarımızda mutlu olarak, insanca yaşıyoruz.” diyorsak siyasetimizi ve stratejimizi değiştirmek zorundayız.
Sadece “Ülkenin [Suriye H. P] başına halkın tamamını temsil eden bir yönetim gelir, terör örgütleri ve diğer güçler Suriye topraklarını terk eder, işte o zaman Türkiye’nin de orada bir işi kalmaz.” denmektedir. Anayasa ve yönetim tercihi Suriye halkını teröristlerin çıkması hem Suriye halkını hem bizi ilgilendirir. Dolayısıyla Suriye’nin yönetimini Suriyelilere bırakmak en doğrusudur. Suriye halkını Suriye’de 1 tane bile Suriyeli kalmayana kadar Türkiye’ye almak ve orada sunî bir demografik yapı oluşturulmasına hizmet eden politikamızdan da vazgeçmek zorundayız. Suriye Devleti ile ilişki kurarak emperyalist unsurların bir an evvel bölgeden çıkmasını sağlamak Türk Milletinin güvenliği için hayatî bir husustur.
AKP Genel Başkanının Grup Konuşması, yeni strateji demekle birlikte aslında taktik değişiklikleri anlatan eskinin devamı görüntüsündeydi. En önemlisi de ideolojinin hâkim olduğu siyasî yolculukta bir rota değişikliği de fark edilmiyor. Bölgedeki hareketlilik Türkiye’nin egemenlik yapısını da doğrudan etkiyecek parçalı devlet yapısına doğru olmakta. Ancak bütün dünya bilir ki Türkler egemenliğine düşkün bir millettir.
[1] https://www.milliyet.com.tr/dunya/o-sozler-ipleri-kopardi-1446963
[2] https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/11/03/davutoglundan-net-mesaj
[3] 3 Temmuz 2012’de başlayıp 5 gün süren yazı (röportaj) dizisi http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/354316/esad-keske-dusurmeseydik.html (1. Yazı)
Meşhur aldatıldık sözünü tekrar tekrar duyacağımız ortada. Kim aldatiliyor ve kim aldatıyor. Aramızdaki hain kim? Eninde sonunda ortaya çıkacak.
ABD’nin Erdogan’in sirtini sivazlamasi ve yanindayiz diyerek Erdogan’i Rusya’ya karsi tavir almaya ikna etmesi ile Erdogan acik acik Suriye ile savasacagini ilan etti.Yani artik takke düstü kel göründü.Ve anlasildi ki Idlip davasi asla bir sivil halka zarar vermeyi önleme davasi degil Suriyeyi ele gecirme oyunudur.Kim Suriyeyi elegecirmek istiyor ABD,Kim BOP Esbaskani Recep Tayyib Erdogan.Peki Ortadoguda 22 ülkenin sinirlari degisecek diyen kimdi?ABD hersey apacik ortada degil mi?Irak’inbölünmesi gerceklesti,Libya bölündü,Iran karisik,Suriye Türkiye ve Israil’in saldirisi altinda.Suriye topraklari bir yanda Türkiye diger yanda Israil arasinda paylasiliyor.Daha ne olmasi gerekiyorki,Sevinelim Türkiye genisliyor yasasin Tayyib!