Ne zaman haberlere bakıp genç bir kadın fotoğrafı görsem, yüreğim hop eder; ‘öldürülmüş mü?’ diye…
Kadının bir yerlere gelmesi o kadar zor ki bu kadar sıklıkta haber olabilsin. Ancak kadın, bu kadar sık, hatta hemen her gün, kadın cinayetinin mağduru olarak birbirinden acı öyküleriyle gündem oluyor ne yazık ki…
Neden böyle? Kim bu kadınlar;
Şair Ahmet Telli’nin şiirindeki
“Asmin…
Hakkari dağlarında, üç bin metre yükseklikteki uçurumlarında açan isyan çiçeği…” midir?
Nazım Hikmet’in
“Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız
…
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen”
Bu mudur? Bizim kadınlarımız…
Oysa Cumhuriyet bir kadın devrimi değil midir? Kurtuluş savaşını birlikte veren kadınlarımıza Gazi Mustafa Kemal Atatürk haklarını teslim etmiş eşit yurttaşlık temelleri üzerine kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda kadın erkek eşitliğini teminat altına almıştır. 100 yıl kadar sonra gelinen durum bu mu olmalıydı?
Bugün gelinen durumda cinsiyet eşitliği konusunda çağın gerisinde kalınmasının, siyasi ve iktisadi alanda kadın temsiliyetinin yok denecek kadar az olmasının acı bedelleri ödenmektedir.
Çağdaş, demokratik ve laik bir toplumu hedefleyen başta Mustafa Kemal Atatürk ve yeni kurulan TBMM, kadınların insan haklarından eşit olarak yararlanması için gerekli düzenlemeleri yaparak kadınlara seçme ve seçilme haklarını tanımışlardır.
1930’da belediye seçimlerinde seçme, 1933‘de çıkarılan Köy Kanunu’yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934‘te Anayasa‘da yapılan bir değişiklikle de kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları sağlanmıştır.
Türkiye dünyada bu hakkı kadınlara tanıyan Avrupa’da dahi ilk ülkelerden biri olmuştur. Ancak aradan geçen 85 yılda tüm siyasi partilerin, dolayısı ile ülkemizin karnesi içler acısıdır.
Örneğin; Cumhuriyet tarihinde bu güne kadar 32 bin erkek belediye başkanı olurken sadece 150 kadar kadın belediye başkanı olabilmiştir. Siyasi partiler kolay seçim aldıkları, kimi aday gösterse kazanacakları yerlerde bu hakkı kadınlara tanımamaktadırlar.
Bu durumu çok güzel ifade eden; Fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir “Kadınların kanatlarını kesiyoruz, sonra da uçamıyor diye yakınıyoruz…” diyor.
Gelinen bu durumda eşitlik ve özgürlük şöyle dursun, kadının yaşam hakkı dahi tehdit altındadır.
Kadının ekonomik, sosyal ve siyasi yaşamda var olması sağlanmadıkça kızlarımız şiddet görmeye, öldürülmeye devam edecektir.
“Kadının İnsan Hakları” sorunu, sadece kadının sorunu değildir. Bu Türk insanın şanlı tarihinden getirdiği kadına değer veren anlayışına, Atatürk’ün Devrimleri’ne, en büyük eseri olan Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkılmaması sorunudur.
Bu bağlamda acilen, toplumsal bir mutabakatla kadın cinayetleri konusunun ele alınıp çözülmesi gerekmektedir.