Nihat Genç
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Napolyon’un maceraları

Napolyon’un maceraları

featured

Nihat Genç yazdı…

(Oruçlular ve yaşı küçükler okumasın…)

Napolyon’un Trabzonlu olduğuna dair imanım tamdır!

Tarihçiler şeceresinin Trabzon İmparatorluğu’na çıkması gerçeğine burun kıvırıyor ancak Fransızlar bir Karadenizlinin hiçbir şey gizlemeyen çok açık sözlü karakterini yakından bilselerdi bu iddiaları ciddiye alırdı.

Romalıların (Rumların) henüz bölgeye gelmediği Hititleri canından bezdiren, soyları İskitlere ve yerli kavimlere dayanan Trabzon İmparatorluğu!

Bonapart’ın amiralleri ve adamları ‘anılarında’ Napolyon için ‘yemeği çok hızlı’ yerdi, der, hatta ‘resmi’ davetlerde hemen yiyip protokole hiç uymaz yerinden fırlardı, beş-on dakika sofrada duramazdı, der, ki, işte tam bir Karadenizli karakteri!

Yine Napolyon için, çocukluk günlerinden beri, herkesten hızlı ve önde yürürdü, kimse onu durduramaz ve onun hızına hiçbir generali mareşalı hatta askeri ayak uyduramaz, deniyor, ki, işte tam bir Karadenizli karakteri!

Tarihçiler, gözü karalığı, atılganlığı ve gece gündüz kavramı bilmeden delirmişçesine çalıştığını söylüyor, ki, işte tam bir Karadenizli karakteri!

Ve ‘kestirme’ dediğimiz yarım-bir saat uykuyla tüm gün ayakta kaldığı, ki, tam bir Karadenizli Nihat Genç’in gençliği!

Yorulmak durmak dinlenmek nedir bilmeden yetmişin üstünde muharebe ve onlarca savaş, ki, tüm tarihçiler Napolyon’un kendini durduramadığı konusunda hem fikir, ki, bir Karadenizlinin en büyük hastalığı: kendini durduramamak! Ve kavga etmeden rahat edemez!

Kafasının dikine  gidiyor ve öfke patlamaları ve kafasına koyduğunu imkan ve şartlar müsait olsun olmasın bir milleti karşısına alıp mutlaka yapıyor, inadına ve dikine ordusunu kaybedeceğini bile bile Moskova’ya gitmesi!

Ve savaşsız geçen nadir günlerde meclise gelip bitmeyen müzakerelere katılması, ve bilsin bilmesin her konuda ahkam kesmesi, ve değme hukuk profesörleriyle atışması, işte tam bir Karadenizli karakteri!

Karmaşık felsefi ve kompleks yasaları anında halk diliyle basitleştirip dikte ettirmesi, ki, Napolyon Yasaları meşhurdur, en yalın haliyle ifade edebilme yeteneği!

Hiçbir savaş yenilgisini kabul etmemesi ve her defasında mağlubiyeti (ki gerçekte böyle de olmuştur) arkadan kendini hançerleyip ihanet edenlerin üstüne yıkması, ki, tam bir Karadenizli karakteri!

Savaşın bittiğine asla inanmaması ve savaş biter bitmez onca zayiatı hiç ciddiye almayıp anında yeni bir yeni savaş hazırlığına başlaması! Ve disiplin ve hiyerarşiye ve saygınlığına hiç bakmadan askeriyle çocuklar gibi şakalaşması!

Yağmur ve nem ve günlerce yıkanmamış üniformasıyla ordusunun ve kendisinin ‘uyuz’ olup kaşınması, ki, uyuz, biz çocukken Karadeniz’in milli hastalığıydı.

Ve Karadenizliler dağ bayır taşa oturmayı sever ve Napolyon’un sürekli at üstünde ‘basur’ hastası olması (her bölge insanında da olur ama) ‘basur’ Karadenizlilerin milli hastalığıdır!

Ve Waterloo savaşının son ve kritik muharebelerinde sağanak yağmurlar yüzünden ordusu topçuları ve süvarileri ve piyadeleri çamur yüzünden seri hareket edemedi.

Ve topçular süvariler ve piyadeler arasındaki uyum, kayboldu, işte Napolyon topçu-süvari-piyade arasındaki koordineyi sağlamak için atın üstünde olmalıydı. Kadere bakın, ‘basur’ yüzünden atın üstünde çok zorlandı ve teftişlerini o son gece çok ihmal etti.

Yani Waterloo’yu kaybetmesinin asıl sebebi çamur değil: ‘basur’. Gelin görün ki koskoca komutan savaşı ‘basur’ yüzünden kaybettiğini etrafına nasıl söylesin! Basurdan kıvrandığı halde yok canım deyip başka sebeplere yordu, basur olup ata binemediğini herkesten gizledi, tam bir Karadenizli karakteri!

Ve savaş başladığında geride kurulu korunaklı karargahında bir an duramaması ya atını sürüp cepheye dalması ya da karargahını cephenin içine çok yakın kurması, yani top tüfek sesine olaya mevzuya uzak kalmayı kendine yedirememesi, tam bir Karadenizli karakteri!

En olmayacak imkansız hayallere kendini ve etrafını inandırması, ki esir tutulduğu Elba adasından kaçıp koskoca Fransız ordusunun tekrar başına geçiverdi!

Napolyon eski feodal düzene yani ‘krallıklara ve soylulara ve kiliseye’ karşı savaşıyordu!

Napolyon savaşları, bir, İngiliz sömürge İmparatorluğu’nun Hindistan yolunu kesmek ve İngilizlerin Avrupa kıtasıyla ticaretini bitirmek.

İki, Fransız ihtilaliyle soyluların topraklarını ellerinden alınıp köylülere satılmıştı ve Fransız ordusunu artık asilzadeler değil yoksul ve köylü çocuklarının komutanlığı (yeni soylular) yönetiyordu!

Ki, Napolyon, Avusturya, Prusya ve İtalya’nın küçük şehir devletleri küçük krallıklar ve İngiltere ve Rusya’da hakim olan bu feodal-soylu düzeni işte bu köylü çocuklarıyla yıkıp yepyeni bir çağ başlatmanın peşindeydi!

Avrupa’da değişen yeni düzen şuydu: soyluluk yerine bir anayasa ve seçim, ve imtiyazlı dokunulmaz kral, asilzade ve kilisenin ortadan kaldırılması, yani Aydınlanma değerleriyle, dilenciyle kralın eşitlendiği yepyeni bir dünya kurmak!

Ancak Fransız ihtilaliyle şahlanan Napolyon Fransız ihtilaliyle ortaya çıkan Cumhuriyet’e çokta saygı göstermedi, .ötü sıkışınca, kendi kurduğu imparatorluk başkalarının eline geçmesin diye, babadan oğula eski feodal imparatorluk yasasına geri döndü!

Ve ne kadar eşitlikçiyim dese de, batılı beyaz adam gibi davrandı, mesela savaş meydanlarında Batılı soylulara krallara centilmen ve savaş kurallarıyla saygın davrandı.

Ancak ilk savaş yenilgisini aldığı Akka’da Cezzar Ahmet Paşa’ya karşı vahşet ve barbarlık uyguladı, ve, Mısır’ı fethettiğinde Araplara vahşi ve barbar davrandı ve Moskova’yı yakarak Ruslara karşı vahşet sergiledi, yani, söz konusu olan Türkler Araplar Ruslar olunca, centilmenliğinden eser kalmadı.

Ve İmparatorluğunu ilan ettikten sonra jakobenlerin iğrendiği ve yıktığı o debdebeli şatafatlı gösterişli sarayları yeniden inşa etti, hem müsrif karısı Josephin’e hem gözde metreslerine!

Napolyon hayatına bir Korsika milliyetçisi olarak başladı, ve, ergenlik yıllarında okuduğu eski Yunan eserlerinin özellikle İskender ve Sezar’ın etkisinde kaldı!

Matematik derslerindeki başarısı onu henüz 20 yaşında topçu teğmen yaptı ve Fransa’da ihtilal karışıklıkları sürerken gözü kara topçuluğuyla isyancıları topa tuttu. Ve, dört beş yıl gibi kısa sürede generalliğe kadar yükseldi, Savaş konseyine ve göze girdi, ve Kuzey İtalya ordusunun başına geçti, ve zaferler geldikçe namı yürüdü ve ilk büyük deneyimleri ve şöhretini kazanacağı İtalya seferine çıktı. Sonra Mısır seferi, sonra yine İtalya seferi, sonra Almanya seferi, sonra yine Almanya, bu böyle Waterloo’ya kadar gider.

Mısır Seferi, İngilizlerin Hindistan yolunu kesmek, ancak tarihçiler, Napolyon’un hayalinde Hindistan fethi olduğunu söyler, şayet, Akka’da Cezzar Ahmet Paşa önünü kesmesiydi, İran üzerinden Hindistan’a gidecekti tıpkı İskender gibi.

Napolyon’un Karadenizlilere hiç benzemeyen en büyük eksikliği ‘denizcilik’i hiç yoktu.

Ve İngiliz tarihinin efsane denizcisi Nelson, Napolyon’un gemilerini batırdı ve deniz gücünün çok zayıf oluşu sonunu hazırladı!

Onca savaşta yenilmesine rağmen Waterloo savaşı için parayı ise Amerika’nın bir yarısı Fransa’nın tapulu mülküydü ve Napolyon Fransız topraklarını Amerikalılara sattı, Fransızlar onu öyle seviyordu ki, bu satışa kimse gıkını çıkartmadı!

Düşman ayağa bakar, lafı, sanki Napolyon tarafından icad olunmuştu, çünkü, Fransızlar Napolyon yine ikiyüzbin-üçyüzbin çizme siparişi verdiğinde yeni bir savaşın seferin başladığını anlarlardı!

Napolyon’un en çok ağrına giden çizmesiz bir asker görmek, savaş meydanında yırtık çizmeli asker gördüğünde Napolyon hüzünlenip gözlerinin yaşarır!

Napolyon Elba adasından kaçıp Fransız sahillerine ulaştığında Fransa’yı yeniden fethetmek için yanında ancak altıyüz adamı vardır, ve dağ geçitlerinden Paris’e sızarken karşısına Fransız ordusu çıkar, eli kolu bağlanmış önü kesilmiş, hiç şansı yoktur. Kendisine silahını uzatmış bir askere yanaşır ve şöyle der: -Ulan puşt beni mi vuracaksın! Bu ifadeler de tam bir Karadenizli ağzıdır ve bu samimi diyalogla Fransız Ordusu’nu arkasına alır!

Napolyon’un hayatını yazan tüm tarihçiler istisnasız askerleriyle çok derin bir samimiyet ve bağlılık kurduğunu söylerler, ki, bir defasında hitap ettiği birliğin içinden bir asker, Napolyon askere nutuk çekerken mermilerle delik deşik olmuş yırtık pırtık paçavraya dönmüş üniformasını gösterip: -bize yeni üniforma, der.

Napolyon:  -Hayır, sana üniforma vermeyeceğim, o mermi delikleriyle dolu üniformayla savaştığını herkes görsün!

Tarihte Napolyon kadar çok mektup bırakan lider yoktur, hergün yüzlerce mektup gönderir ve mektuplar çoğu zaman İngilizler’in eline geçip İngiliz gazetelerinde yayınlanır! Mektupların düşman eline geçeceği ihtimaliyle de savaş bilgilerini abartılı verir!

Ve mektuplar Napolyon’un çok açık sözlü ve dobra bir karakteri olduğunu gösterir, ve Josephine’in kendini aldatmasına rağmen Josephine’den uzun süre kurtulamaması bir yüz yıl dedikodularıyla manşetlerden inmez, ve, Josephine yazdığı şu mısralar Fransızlar’ın Napolyon’un en çok ilgi gösterdiği aşk sözcükleridir: ‘Göğüslerinin üstünden hasretle öpüyorum, biraz daha aşağısından. Biraz daha aşağısından’…

Napolyon son seferini İstanbul Beykoz’a yapar, yanına Mısır seferinde olduğu gibi, botanikçileri, mimarları, ressamları ve aşçıları ve arkeologları ve tiyatrocuları ve bando ve mızıka takımını ve Mısır seferinden sonra kölesi olup her gece kapısına yaygı yatak serip yatan ve yarı çıplak gezen Rüstem’i alır!

Güneşli manzaralı bir gün Napolyon ordusuyla Yeniköy sahilinden araba vapuruyla Beykoz sularına yaklaşır!

Boğaz’ın suları Napolyon’un yorgunluğunu alır ve neşesi yerine gelir!

Kendisi için hazırlanıp ağır mobilyalarla döşenen yalısına geçer ve kölesi Rüstem’e, -Rüstem, etrafı bir kolaçan et, buranın insanları ne yer ne içer, sofraları, yemekleri, alışkanlıkları ve efendileri kimlerdir bir öğren, der, gözünü kulağını aç, altın sandıkları gömüleri nerede, Kurtlar Vadisi’ne mi düştük!

Rüstem, tebdili kıyafet halkın arasına karışır, Nevizade, Kumkapı meyhanelerini gezer ve dedikodulara kulak kabartır ve daha önce Mısır’dan akrabası olan Osmanlı Sarayı’ndan emekli hadımağasıyla uzun bir görüşme yapar.

Ve ‘ulan biz nereye düştük’ diye panik içinde bir nefeste Napolyon’un yanına döner ve Napolyon’a ‘Yüce Bonapart’ım  Sodom Gomore’ye düşmüşüz’ der…

Napolyon: -Hayırdır Rüstem, çok telaşlısın?

Rüstem: -Vallahi Bonapart’ım bu yalılarda yeni soylular efendiler paso sabahlara kadar düzüyormuş!

Napolyon: -Kim bu efendiler, soylular, olamaz!

Rüstem: – Değil efendim, hiç soyluya benzetemedim, daha düne kadar köylüymüşler, ancak son padişahları sayesinde buranın tozunu atmışlar, eski sahipleri kovup, yalılara kurulmuşlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında!

Napolyon: -Ne güzel işte. Biz de İhtilal’den sonra soyluların kellesini alıp topraklarını köylülere vermiştik. Rüstem, tez ol, bana ‘yalılar’ üzerine yazılmış bütün makale ve kitapları buluver!

Rüstem: -Yüce efendim, bu memlekette ağır bir yalı vakası var, Waterloo’nun çamurundan beter, bok götürüyor, parayla satın alınmış Höderlinler iktidarı alaşağı edeceklermiş, ancak aralarında anlaşamıyorlarmış, inşaatoğulları, hocaoğulları, kılıçoğulları, alayı…

Napolyon: -Rüstem ne diyorsun anlamıyorum, Hölderlin ne lan! Tarihçiler bu satırları okuduğunda hiçbir şey anlamayacak!

Rüstem: -Yüce Bonapart’ım, Hölderlin, erkek erkeğe eski köylü yeni soyluların köpek düzüşmesi…

Napolyon: -Nolamaz, nayır, Yatak odalarında hiç mi arzulu endamlı cazibeli bir kadın yok!

Rüstem: -Valla Bonapart’ım yazarları patronları alayı Hölderlin. Kimsecikler korkudan Hölderlin’i ağzına alıp konuşamıyor, yüce Efendim, bu Hölderlingliler iktidarı devireceklermiş!

Napolyon: -Arkadaşlara yardımcı olalım, sonra da Hölderling ailesinin elinden iktidarı biz alırız!

Rüstem: -Yüce Bonapartım, İstanbul dedikodularla çalkalanıyor, hani dilim varıyor, en ünlü yazarları müteahhitleri, erkek erkeğe, paso düzüşüyorlar? Hölderlinglilerin günleri mangal partisi ve Uzak-Doğu ta Bali’den getirdikleri masajcı kızlar ve dizi sanatçıları ve…

Napolyon: -Ağzındaki baklayı çıkart! Ne?

Rüstem: -Efendim, burada erkek yazarlara odalık diyorlar…

Napolyon: -Panik yapma, odalığı Mısır’dan bilirim Rüstem, cariye, diyorsun, ama şu Hölderling’i hala tam anlayamadım!

Rüstem: -Yüce efendim, bin tane odası olan, geçmişi dinciyle geçmişi ulusalcı hepsi birbirine geçmiş olunca alayına Hölderling diyorlar!

Napolyon: -Ne ima ediyorsun Rüstem, oğlancılık mı gay mi ibne mi diyorsun, ben LGBT’ye karşı saygılıyım Rüstem, doğru konuş, eşcinseller de eşit insanlardır, ağzını alma gözlerini kör ederim, konuş Rüstem, biz nereye düştük!

Rüstem: -Efendim halk iki ateş arasında kalmış, saraya oy vermek siyanür içmek gibi Hölderling’e oy vermek bok yemektir, diyorlar, Hölderlingler’in bir ayağı medyayla bir ayağı sarayla araları çok iyiymiş!

Napolyon: -Beynim sulandı Rüstem, Hölderling kafamı karıştırdı, şimdi bu Hölderling ölünceye kadar peşime bırakmaz. Rüstem çıplak gezme, üstüne bir şeyler git, bak fena karıştım!

Rüstem: -Yüce efendim, dilim varmıyor, yalıların odaları çok ama inşaatoğulları işi helada bitiriyormuş, adam büyük servetler yapmış ancak hela fantazisinden kurtulamıyor, ilk işini bir helada yaptığı için, hölderling!

Napolyon: -O güzelim işlemeli nakışlı yorganlar yumuşacık yastıklar dururken o işi helada mı, sahi Rüstem biz nereye geldik, üstünü giy dedim öyle pazulu kaslı, bak, Hölderling!

Rüstem: -Sorma Bonapartım, Nevizade meyhanelerinde herkes Hölderling’i konuşuyor, kim aktif kim pasif gece yarılarına kadar iddiaya giriyorlar Hölderling, alemin eğlencesi, Hölderling kaynıyor Efendim!

Napolyon: -Osmanlı sultanı ve şeyhülislam bu Hölderling işine ne diyor?

Rüstem: -Yüce efendim, Hölderling yeni dinleri olmuş, Hölderling tarikatlarda da çokmuş, camii arazisine inşaat yapacak kadar dokunulmazlıkları var, Hölderling ünlü gazetecilerle dolu, valla Bonapart’ım hayat Hölderling’e güzel, Paris, yalanmış! Hem acayip kahraman eski solcu yazar havasındalar hem de sabaha kadar Hölderling!

Napolyon: -Burası Kostantinopolis Rüstem, diğer adı Bizans, Diozenes şenlikleri, Roma’nın sefih hayatı burada başladı. Demek köylü gazeteciler köylü inşaatçılar yalıların sahibi yeni efendileri olmuş. Sormadın mı Rüstem Hölderling’te günler nasıl geçiyor? Müzikal eğlencelerini, senfonilerini, tiyatrolarını, balolarını inceledin mi, Rüstem üstüne bir şey giy, dedim!

Rüstem: -Yüce efendim, akşama kadar gömmeli batak oynuyor sabaha kadar Hölderlingliler Göthe okuyup Göthe çalışıyorlar!

Napolyon: -Almanya seferimde Göthe’yle oturup tanışmıştım!

Rüstem: -Geçecen onu Bonapart’ım bu başka göthe efendim. Hölderling’in alayı götheci efendim. Hadımağasına sordum, pırıl pırıl parlak çok berrak yazarı inşaatçısı götheleri var. Hölderling’te odalıkların hepsi göthe, inşaatçı soyluların götheleri dağın başına kadar, Hölderling’te göthe deyince yanıp tutuşuyorlar!

Napolyon: -Rüstem, savaşta olduğumuzu unutma, Hölderling deyip midemi bulandırma, biz işimize bakalım, paralarını altınlarını mücevherlerini ve sanat eserleri yağlı boya tablolarını inceledin mi,  hepsini ellerinden alıp gemilere yükleyip Paris’e götürmeliyiz, Hölderling’in tadına zenginliğine dedikodularına bir de Paris şahit olsun! Söyle Rüstem, bunlar neye inanıyor, dinleri imanları kiliseleri, lan Hölderling üstünü giy dedim!

Rüstem: -Valla efendim Hölderling’in alayı göthe tapıyor, ancak çok hayalperesler, hem götheye tapıyor hem de siyasete belediyeye saraylara medyaya para dağıtıp efendi olacaklarını sanıyorlar, Hölderlingliler yakında iktidar olacaklarmış!

Napolyon: -Vallahi mi lan, o zaman bizi de …….ler!

Rüstem: -Valla, diyorum Bonapartım, Bu Hölderling’te ..tü kaptırmadan tüyelim buralardan!

Napolyon: -Rüstem, evladım, Hölderling’te başka eğlenceler yok mu sanatçıları tiyatrocuları ve  güzel kadınları?  Yoksa diyorum Hölderling’in baştan çıkartmak için Paris’ten Josephin’i getirsek soylu ipekler giymiş mücevherlerle süslenmiş sosyete prenseslerimizi getirip akıllarını alsak diyorum, lan Hölderling üstüne bir şey giy, dedim!

Rüstem: -Yüzlerine bakacaklarını hiç sanmam efendim, Hölderling .ötü bulmuş!

Napolyon: -Hölderling aşağı Hölderling yukarı, dedikodular bu kadar ayyuka çıkmışken, söyle Rüstem, bu memlekette hiç mi gazeteci yok bu sefih Hölderling’i yazıp çizsin!

Rüstem: – Efendim, buranın muhalif medyası, halk Hölderling’i duymasın bok yemekten vazgeçer, siyanür içmeye karar verip saraya oy verir diye korkuyorlar!

Napolyon: -Aşağı tükürsen Hölderling, yukarı tükürsen Hölderling!

Rüstem: -Efendim, burada çok eskiden Osmanlı’nın en genç en saldırgan askeri alayı  Laz Uşakları Ocağı vardı, hani Mısır’ı aldığında III.Selim gemilere bindirip üstüne salacaktı, hani, Kabakçı Mustafa denen asi Laz Uşakları’nı yanına alıp Osmanlı padişahını devirdi, buranın kökeni de seninle aynı kanı taşıyor, eski hemşerilerin!

Napolyon: -Aradan ikiyüz yıl geçmiş Rüstem!

Rüstem: -Efendim, buranın yeni soyluları Hölderlingliler de yine senin eski hemşerilerin!

Napolyon: -Ben de kendime bunca yolu niye tepip buraya niye geldin, diye, kan çekmiş!

Rüstem: -Senin kanını ………! Kişilik hakları, bilmem ne, sana mı kalmış bir sürü yasa çıkarttın, o yasalar olmasaydı, şimdi bu Hölderling’i çöl kumlarına gömer ahaliye bir güzel taşlattırırdım!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!