Bir
Merkez Bankası’nın ‘yüz milyar dolar’ı eritip uçurmasına asla-kat’a ‘soygun’ demiyoruz, şöyle diyoruz, ‘kur politikaları kötü yönetildi’. Yüz milyar doları buharlaştırıp iç edenlere de ‘hırsız’ hiç demiyoruz, onlar, ülkeye istihdam sağlayıp memleketin önünü açan işadamları!
İstim üstünde ve uyanık bir borsacısınız, üstüne, hükümete yakınlığıyla tüyolar da almışsanız, bunlar sizin ‘ticari sırlarınız’, yani asla haşa kat’a mafya çete ve günahkar hiç değilsiniz. Sadece ‘deneyim ve bilgi sahibi ve iyi koku alan başarılı bir girişimcisiniz!’
Artık daha alt kategorilere ‘hırsızlık’ diyoruz, mesela, market kamerasının gördüklerine, kamera delil olduğu için değil, çalan bir el’in çalınan elma’nın da görülmesi lazım, öyle rakamdı sayıydı şemaydı, bu grafiklerden hiç anlaşılmıyor, hele siyasilerin dilinde, bakın, Katarlılar’ın milli varlıkların yüzde onu’nu almasını dahi gökten yetmiş bin melek borsamıza inip mübarek Katarlılar bizi kurtardı, diye anlatıyoruz.
Ancak sıkı bir gazeteci olsam bu yüz milyar’ı kimler yutmuş tek tek araştırıp mesela bakan bürokrat yakını kimi isimler bulup yayınlayabilsem işte o zaman kur politikaları mı kötü yönetildi yoksa eşe dosta yakına çarçur mu edildi, belki bir parça anlayabiliriz.
Zaten bu seviyede iş gören profesyonellerin (hırsızların) minare çalacak kılıfları hazırdır, boşuna da uğraşmayın! Bu piyasada iş gören herkes hazinenin ‘çarçur’ edildiğini bilir, aralarında da böyle dürüst konuşurlar, ancak, ‘çarçur’ gibi, yedi, çaldı, iç etti, cebe attı, gibi lafları basına dönük kullanmazlar.
Yani aramızda bir gizlilik yasası var, hepimiz biliriz ama söylemeyiz, böyle de dürüst yurttaşlarız.
Ve yüz milyar doları götürenlerden hiçbiri hırsız eldiveni ve başına çorap gibi maske takmadı, şu an, gazetelerde ve ekranlarda güle oynaya mutlu büyük işadamı pozları veriyor ve hala büyük ihaleler alıyor ve en baş köşelerde ağırlanıyorlar, hükümet, yalvarırım biraz daha alın (çalın, değil) diye halen görüşme halindeler.
Hepsini geçtik, mesela eskiden şöyle haberler de yapılırdı, ‘yüz milyar dolarla (kaç fabrika, kaç okul) neler yapılabilir?’. Toplum o kadar bıkkın ki yüz milyar dolarla neler yapılabileceğini duymak bile istemiyor!
İktidar medyasını da suçlamayın kardeşim, hiç bir göz (biyolojik gözümüz) kendini görmez, gözümüzün kendisini görebilmesi için birinin ayna tutması lazım.
Aynayı kim tutacak?
Muhalefete bakıyoruz, aynayı kime tutturuyorlar, Babacan’a!
Vay maşallah, hayatında bir kez ‘hırsız’ diyememiş ‘soygun’ diyememiş tam da bu piyasanın piyano şantörü, şantözü de var.
Üstelik, bakın, hem Cumhuriyet hem Sözcü (koca koca adamlar) yazarları Babacan ve Davutoğlu ve HDP’yi ‘muhalif’ ilan etmişler?
Sözcü ve Cumhuriyet yazarlarına sormak lazım, bu arkadaşlar neye muhalif, Babacan, Davutoğlu, HDP, neye-neyine muhalif, borsaya mı, IMF’ye mi, yabancı sermayeye mi, Suriye savaşına mı, ülkenin federasyon diye bölünmesine mi, cemaat ve tarikatlara mı muhalif, yoksa bugünkü İslamcı işadamı burjuvaya mı muhalif, bir söyleyin Sözcü ve Cumhuriyet yazarları, bu arkadaşlarınız Tayyip’in şahsi varlığı dışında neye muhalif? Yani bu arkadaşların kavgası ‘saray’ kavgası, Tayyip gitsin, Saray’ı bize kalsın, muhalif oldukları başka bir şey varsa bana da söyleyin? Adalet hukuk vs. diyorsanız, bu arkadaşlarınızın Ergenekon Balyoz cemaziyelevvellerini de biliyoruz.
İki
İnsan beyni bencildir, kendine yontar, vücudunuz tehlikeye girdiğinde önce kendini savunur, öyle ki, hatta, başınız kolunuz ayaklarınız çok şiddetle çarpma yanma vs. kazayla karşı karşıya, beyin önceliği kendine verir, ellerinize komut verir, ellerinizin ilk işi başınıza sarılır, ellerinize ilk komut ellerinizle beyninizi korumaya alırsınız.
Tabii bencil beyin teorisinin çalışmadığı durumlar çoktur, mesela çocuğu ezilmesin diye kendisini arabanın altına atan anne ya da ülkesi için dağda kendini feda eden asker.
Annelik genetiktir, anne, çocuğuyla kendini aynı bedende hisseder, askerlik ise kültürdür, askerin kendini feda etmesi ülkesiyle kendini aynı bedende hissetmesiyledir.
Annelik ve askerlik duygusu, herşey gibi zamanla değişebiliyor, mesela çağımızda artık bir karar alma sonrası anne oluyorsunuz, yani önce, ‘ben anne olmalıyım’ kararına varıyorsunuz.
Bu kişisel kararınız modern çağlarda gelişen bir şey. Eski çağlarda annelik’ten vazgeçmeyi anne olmak için karar almayı muhakeme etme şansınız ve sosyal ortamınız ya da anneliği red edecek bir düşünce tarzı hiç yoktu, toplumun size verdiği ‘annelik’ rolünü oynamak zorundaydınız.
Modern toplumda ise hem anneliği hem askerliği hem sosyal hem yasal (suçlanmadan, utanmadan ve en önemlisi dışlanmadan) reddetme şansınız var.
Düşünce dediğimiz şey, otomatik bir eylem, ben bir düşüneyim diye karar verip düşünmezsiniz.
Bir eşyaya bir olaya karşı beyin kendini çalışırken bulur, fikir üretir, red eder, ben olsam böyle yapardım der, şöyle bir cevap hazırlar, yani beyin kendiliğinden otomatiğe takılır, arzuları istekleri korkuları heyecanları devreye girer, bir fikir oluşturur ve size benimsetir ya da itiraz ettirir ya da geçiştirir, yani bir sonuca ulaşır.
Ya da ani refleksler, karşı çıkışlar bir kişisel eylem, oluşturur.
Düşüncesiz eylem yoktur, bizim düşünmeden dediğimiz hemen anında oluşan tepkileri refleksleri dahi tetikleyen bilinçaltına depoladığımız hafıza kaydı heyecanlar korkular çekinceler umutlar vs. vardır.
Mesela bazı adamlar vardır, ben çok gördüm, arabası onun yaşayan eli kolu ayağı kalbi beyni gibi bir parçası bir organıdır.
Arabası bir çizilmesin yüreğinden bıçaklanmış gibi olur. Bir benzetme olarak bıçaklanma değil, bayağı, arabanın çizilmesiyle bıçak acısını aynen duyarak yaşar.
Malı mülkü tarlası eşyası kolyesi elbisesi evi dairesi, kendisiyle bütünleşmiştir, adamın tarlasına yanlışlıkla bir kuzu girmesin o kuzuyu da sahibini de anında öldürebilir.
Yani çocuğu gibi arabasıyla eviyle tek parça tek vücud’dur.
Bu adamın beyni ve refleksleri öncelikle ‘tek parçayı’ korur, işbirliği, vefakarlık, bölüşme, empati vs. gibi ‘duygular’ı kökünden kesilmiştir.
İşte geldik borsa oyuncularına ya da particilere ya da eş dost yakın birlikte kalkınan yek vücut sadece kendi bedenlerinin acılarını duyanlara, toplumsal değerleri dayanışma-bölüşme gibi millet olma insan olma değerlerini hiçe sayan milyonlardan bahsediyoruz.
Şu çaldığımız parada şu yetimlerin şehitlerin hakkı var, demezler, yahu bir kere de bizim malımız eksilmiş azalmış, olsun, yeter ki memleket sağolsun, çalışır yenisini yaparız, diyemezler, fetöcüleri, bugünkü Menzil’i İsmailağası, iktidar çevresindeki bugünkü müteahhitler diyebildi mi diyelim kendi ideolojisinden olmayanlara beş kuruşluk yardım veya reklam veya iş verebildiler mi? Bütün ülkeyi hukuksuz yasasız kendi şahsi malları gibi tepe tepe kullanırlar.
Borsa yükselip alçalıp on kuruşları değer kaybettiğinde ise ne ülkenin ne insanlık’ın ne dünyanın varlığı güzelliği hayatı gözlerine hiç görünmez. On kuruş kaybettiler mi batsın yıkılsın bana ne bu dünya, diye feryat ederler.
Kapitalizm budur, serbest piyasa karakteri gereği bencillikleriyle şöhret para sahibi olmuşları siyasette ticarette sosyal hayatta toplumun en önüne geçirir, yüzbinlerce mümin müslümanı geçiriverdiği gibi. 100 milyar dolar uçmuş, dıngıllarında değildir.
Artık devlet bir yerleri daha satsın da bize para yetiştirsin, derdindeler.
Reform dedikleri de emperyalizmin siyasi dayatmalarına hemen para bulun, siyasi tavizler verin, ki, bizim para değeri kaybetmesin.
Kardeşlerim, tam tersi, siyasette hukukta gerçek bir reform yapacaksanız, ilk işiniz, kendi malını ülkeden bayraktan ve milletden üstün gören sanatta siyasette ticarette bu toplumun en önündeki onbinleri yerinden edeceksiniz, sorgulayacaksınız, denetleyeceksiniz, gerekirse haksız kazanılmış mallarına el koyacak tasfiye edeceksiniz.
Devrim, reform, şudur, ilk refleksleri çocuklarını ülkelerini kurtarmak olan fedakar insanlarla yola çıkacaksınız!
Toplumculuk, beyne karşıdır demek istemiyorum, toplumculuk önce bireylere, işbirliğini kardeşliğini empati kültürünü öğretir, ve insanlar düşünmeye kendilerinden değil memleketlerini önceleyerek başlarlar! Milli refleksleri artık milli endişelerden kaynaklanır, servetlerinden değil.
Ülkeye düşman saldırsa, ki, saldırıyor, arabasına atılan bir çizik kadar üzülmeyen dert etmeyen insanlar kendi partilerinde sosyal hayatlarında gazetelerinde üstelik bu ekonomik savaşın kahramanları gibi her gün arzı endam ediyorlar.
Bu ‘bencil’ vurdumduymaz bana ne, işim olmaz, amaaaan sıra bana gelene kadar, vs. kültürü yüzünden toplum değerleri ahlak din hukuk anayasa alt üst olduğunu anlatamıyoruz.
Mesela, binlerce örnekten sadece bir örnek, memleketin yüz milyar doları uçmuş, adamın derdi, dava arkadaşı Çakıcı’yı sahiplenmek, tek vücut, tek beden, dava arkadaşlığını devletin milletin ilk kurtarılacaklar en ön sırasına koymak.
Memleketin 100 milyar doları uçmuş, adam karşıma geçmiş, hala bilmiş bilmiş ve kasıla kasıla ben Türk Milliyetçisiyim, diyor.
Oysa milli refleks, 100 milyar doları iç edenlere karşı hesap sormak yakalarına yapışmaktır, hayır, onlarca değişik parti, görüş, hepsi, kendi .ötünü adamını çıkarını koruyor, içlerinde alayına, .iktirgit, diyebilecek, bir milli refleks yok.
Çünkü kişisel iradeyle milli özgürlüğümüzü karıştıran milyonlarımız var.
Özgür bir birey olup olmadığımız duygusunu bize irademiz öğretir, şöyle. Yanımızdaki bardağa uzanır ve su içeriz. Bir bardak suyu içmemiz ‘irademizin kullanımıdır’.
İşte kolumuzu rahatlıkla uzatıp suyumuzu içebilmek bir özgürlük yanılması yaratır.
Yani, bir insanın ülkesi işgal edilse, borsası batsa, madenleri talan edilse, ancak, o kişi kalkıp kimse kendisine engel olmadan tuvalete gidebiliyorsa, yine bir illüzyonla işgali hissetmez, aksine, kendini özgür hisseder.
Mesela o insan, madenlerini kontrol edemiyor. Yaylalarını kontrol edemiyor. Meclisini kontrol edemiyor. İhalelerini kontrol edemiyor ve o insan hayatın hiç bir yerinde milli bir karar alamıyor!
Yani, vergileri-zamları hiç bir şekilde kendi kontrol edemiyor olması bir gerçek olmasına rağmen o insan rahatlıkla sabah kalkıp kahvesine gidebiliyorsa, yine bir iradi illüzyon, kendini özgür sanıyor.
Yani milli iradeyle kendi iradesini karıştırıyor!
Oysa milli iradesine sahip çıkamayan insan kendi sevincine isteklerine arzularına geleceğine vatanına haklarına vs. sahip çıkamaz.
Mesela Katarlılar top tüfek tankla gelseydi ya da başımızdan aşağı bomba atsaydı, belki o zaman, Katarlılar’a karşı milli bir refleks gösterebilirdi, çünkü o savaş halinde bombalar düştüğü için bir yürüyüş için dahi sokağa çıkamayacaktı.
Yani, Katarlılar’ın aldığı borsaymış, yaylaymış, ormanmış, limanlarmış, filan firmalarmış, bizatihi devletin kendi hazinesi varlıklarıymış, olunca, ses yok, ama haşa Allah korusun, Katarlılar falan sokağa çıkma yasağı getirdik, dese, işgalin boyutunu belki o zaman anlayacak.
Yirmi uzun yılın tecrübesi, artık anladık ki bu insanların kendi mallarına sahiplikleri gibi ülkeyi sahiplenmeleri imkansız.
Bu insanlar, Tayyiple partileriyle tek vücud olmuşlar, ülkeye değil, birlik-bütün oldukları o araba o mülkle o vücudun kılına zarar gelmesin derdindeler.
Hazine varlıklarının yüzde on’u Katarlılar’ın eline geçti, diyorsun, adam karşıma geçmiş, kıkır kıkır gülüyor, yahu, insan evladı değil misiniz be adam, bu ne kayıtsızlık?
Kayıtsızlık, dünyadan hayattan isteklerin kısıtlanma hastalığıdır.
Bebek, gördüğü her şeyi ister, hayat ona her şeyi ele geçiremeyeceğini öğretir. Ortaokula gelince, bir basket topuna dahi sahip olamadığını görür. Üniversiteye gelince istekleri azalır sevdiği kıza bile şansını deneyip açılamaz. Üç-beş yıl işsiz kaldıktan sonra artık hiç bir şey istemeden sadece günlük ihtiyaçlarına razı olur. Onun bunun yanında ‘her işte’ çalışmaya razı olur. Hayattan bir şey istemeden-isteyemeden artık kırk yaşını devirmiştir. İstediği hiç bir şeyi ele geçiremeyeceği kafasına dank eder artık kemiğiyle ruhuyla hisseder, neşesi söner. Sonra Emevi Camii’nde namaz kılmak isterken, Sürmene Yaylasını Katarlılar’a kaptırır. Sonra milyonlarca müslüman Suriye Savaşı’nda birbirini kırarken sonra Diyanet başkanı kılıç kuşanır Bizans’a karşı Ayasofya Camii’ni açar.
Yabancı sermayeye karşı iflası işgali nasıl anlatsak, bizatihi İngilizler ayakkabılarıyla gelip camiilerimize girince mi anlayacağız işgal edildiğimizi.
Şu an bizim ne dediğimizi neyi tarife çalıştığımızı hepsi it gibi bilir, bu yüzden İslamcı işadamlarında yazarlarında siyasetçilerinde, çok uzun zamandır iştahsızlık…
Hazları coşkuları sönüyor, bedenleri besin değeri vitaminlerini yitiriyor pençeleri vahşi dişleri yırtıcılıklarını kaybediyor, kalp böbrek yetmezliği başladı, çöp gibi yaşamayı öğreniyorlar, artık onun bunun köpeği gibi talimatla yaşamayı siyaset diye yutturamayacaklarını kökünden anladılar.
Ve ama hala bu adama gel benim kapımda güvenlikçi ol, dediğimizde, dünyalar servetler kazanmış gibi sevinçten deliye dönüyor.
Osmanlı imparatorluğuna ümmet imparatorluğuna giderken, şimdi, bir güvenlikçiliğe razı olmuş bu hayatı kendi hayatını dahi düşünecek hiç zamanı olmamış milyonlardan bahsediyoruz.
İstekleri arzuları hedefleri menzilileri neydi dünyaya niye gelmişlerdi, ne olmak istiyorlardı, hepsini unuttular, İslamcılık bilinçlerini kapadı, ideolojileri onlara çok kötü bir çalım attı ve sadece bin-iki bin kişinin büyük servetler yaptığı bir siyasetin köpeği olmaktan öte gidemediler, ve şimdi, hayat sınırlarını çizdi, ve emperyalizm köpeklerini tekrar kafeslerine kapamaya başladı.
Olan, yağmalanan ülkemize bizlere ve cumhuriyet’e oldu.
İşte bu adam hala gelmiş karşıma oturmuş, kasıla kasıla ağbi ben Türk Milliyetçisiyim, diyor.
‘Katarlılar ülkenin yüzde 10’ununu satın aldı’, diyorsun, bu Türk milliyetçisi kardeşimiz Katarlılar’a değil hala bize ‘düşman’ gözüyle bakıyor.
Milli bir endişesi olur insan evladının, tabii servetleri zarar görmedikçe, bu insanlar acı da çekmezler. Artık acı çekmeyen milyonlarımız var.
Ve bugün gayet iyi biliyoruz ki hayvanlar acı çekiyor, çeker. Mesela bir hayvan kendini bile bile ateşin içine sokmaz uçurumdan atmaz, ama insan, menzildi tarikattı islamdı ümmetdi palavralarıyla ateşi ve uçurumu tanıyamaz-anlayamaz hale getirilip acı çekmeyen robotik yaratıklar haline pekala sokulabilir.
Bilinci açık her insan acı’yı hisseder, İslamcılık gibi ideolojiler, bilinçlerini kapadı…
Yani yabancı sermayenin Sürmene Yaylası’ndan Borsa’ya vs. ülkeyi istilasını hala anlayamayan milyonlarımız var.
İşgal ordularını tanıyabilmeleri için yabancı sermayenin İzmir’e giren Yunan ordusu gibi toplu tüfekli üniformalı olmasını mı bekliyorlar.
Düşmanla yabancı sermaye arasında ilişki kurabilmesi için bizatihi yolda yürürken İngiliz Borsasından biri gelip arkadaşımızı dövüp cebinden cüzdanını çalması mı lazım.
Ve dövülen arkadaş mahkemeye gittiğinde de adaletin yabancı sermayenin bu hırsızlığının hesabını sormadığını gördüğünde ülkesinin hiçbir değerinde kararında hazinesinde meclisinde iradesi kalmadığını zavallı bir köle olduğunu o zaman mı anlayabilecek!
Sevgili Nihat Genç
Arada bir dönup bu yazını tekrar tekrar okuyorum. Bir çığlık formatında enfes bir makale. Rahmetli Sebahattin Ali’nin markopaşa yazılarındaki CHP’li elitin Atatürk’ün ölümünden sonra ülkeyi emperlizme satmasina isyanini çağrıştırıyor.
Elbette bu tür yazıların yankısı ancak benzer sorumluluk ile mücadele azmini yitirmemiş vicdanli azınlıkta karşılık bulur. Diğerleri içinde Sebahattin Ali büyük bir yazardır ama onlar ancak “Kurk mantolu Madonna” yi hatırlar…
Kalemine yüreğine sağlık …
senın bankalrın pay dıyor. o haram olmuyor tabı.
Faiz haram diyen kardeşim neyin faizi paranın.Para nedir peygamberimiz dolarmı kullanıyordu euromu riyalmi.Para altın gümüş altın gümüşe faiz verebilecek babayiğit varmı.Kağıt para gibi matbada basıp veremez yoktan var edemez.Kağıt paralar karşıliksız basıldığı için değer kaybı kesindir basıldıkça satınalma gücü erir bu erimeyede enflasyon denir.Bankaya para yatıranlar para kaybetti geçen sene faiz aldı parası enflasyonla @ satınalma gücünü kaybetti Anaparası 0 eridi.Altın gümüş alsaydı P fazla tl si vardı fakat altın gümüş aynı değişmedi.Şimdi bankaya kağıt para yatıran mı faiz aldı.Parayı karşılıksız basıp dağıtanlarmı faiz aldı
Sayın Genç sizin şu “ne.. ne” bağlacına olan düşmanlığınızın nedenini tüm samimiyetimle merak ediyorum.
Çıkış var mı Nihat abi? Üzgünüm ama ben göremiyorum. Üç tane çocuğum var, nereye?
ülkemiz osmanlı çöküş döneminin bire bir aynısını yaşıyor. iktidar hem söylem hem de eylemler de bulunuyor.
muhalefet ise sadece konuşuyor. olmaz. anayasal barışcıl eylemler ile halkı bilgilendirmelidir. iç dış borç 460 milyar $ olmuş , üretim yok edilmiş. eğitim bitmiş. gençler cahil işsiz. kimse evlenmek istemiyor evlenenler boşanıyor. bir ülke bir vatan göz göre göre yok oluyor. kim veya kimler suçlu . sadece yöneticiler mi ? hayır.
ülke topraklarını derelerini yollarını şirketlerini satmalarına rağmen halen inadına oy veren yoksullaştırılan vatandaşlar suçlu yetmez olup biteni görmesine rağmen bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye pasif iyi yurttaşlar suçlu ve denetlemeyen hesap sormayan yargı mensupları suçlu. hepimiz suçluyuz. bu sebepten sıra ile hepimiz belamızı buluyoruz.
erken seçim ile önce rte/akp den kurtulmak gerekiyor.
sade anlaşılır barış adalet içinde kardeşçe yaşayacağımız yeni anayasa
kürsü dokunulmazlığı hariç cb bb vekillere dokunulmazlık verilmemeli
tüm devlet yöneticileri, çalışanları denetlenmeli hesap vermeli şeffaf olmalı
politikacıların 4+4= 8 yıl 2 defa siyaset yapmalı bir daha bu kişinin siyaset yapmasına danışmanlık dahil izin verilmemelidir.
nereden buldun kanunu çıkmalı
üretim ekonomisine geçilmeli ve fabrikalar açılmalıdır.
akıl ve bilim ışığında eğitim sistemine geçilmelidir. İmam hatiplerin
79’de eğitim fakültesinde öğrencisi olduğum Feyza Hanım’ın ne diyeceğini kestiremesem de önemli olanın başlıktan sonra gelen cümlelerde meselenin net olarak anlatılmasıdır.
Peki ne olacak bu memleketin hali…?
Kimse de çıkıp demiyor ki faiz haram.
100/100 katılıyorum ama bence en önemlisi ve can alıcısı ”’Dokunulmazlık yasası”
Susturucu bilgi Vodinalı’nın bugünkü yazısında,
Adama somut kanıt göstersen de “ha ha ha bir komplo teorisi daha” diyor, gerçeği görmek istemiyor, görse de ikrar etmek istemiyor, millet 80 yıldır yalanlar duya duya, yalanı gerçek, gerçeği yalan sanıyor,
toplu halde illuzyon yaşıyoruz vesselam.
Nihat usta mı uyandıracak bunları, yoksa tarihin sillesi mi?
Yaşar Nuri’nin deyimiyle “tarihin diyalektiği” mi?
Yazıdaki ana temaya bakarsak,
Bireysel menfaat// veya ego// ile toplumsal bilinç arasındaki çelişkinin çözümlemesi “tevhid” teriminde mevcut, ben buna “tevhid bilinci” diyorum;
Yani evrenin varoluşuna dair holistik/veya bütünselci/veya tevhidi bir bilinç.
Bu bilinç sayesinde insan yalnızlığından, zayıflığından, değersizliğinden bir anda arınır, egosundan da kurtulur ve “kainatın parçası insan” olarak adeta kainat kadar güçlü olur. Rokefeller vs gibi “dünyayı yiyen böceklere” de korkmadan ve duraksamadan meydan okur. Çünkü arkasında kainat vardır ve de kainatı “hak üzerine” yaratmış olan Yaradan vardır.
Ukala ve kibirli aydınlar olarak Yaşar Nuri adındaki gariban filozofun değerini bilemedik, bıyık altından gülüp geçtik, ama her kitabında dili döndüğünce işte bunları, yani “tevhid dinini” anlatmaya çalıştı bize, bu nankör kuşağa.
Bu bilgiler, emevi dininde veya firavun dininde yoktur ama “Hak din”de, yani İslam dininde mevcuttur, tabii okuyana, okuyabilene, anlayabilene, anlamak isteyene!
“Gücümüz birliğimizde” tezi sadece beşeri düzlemdeki “teorimizde” veya tarihsel deneyimlerimizde değil, ilahi kaynaklı bilgimizde de, yani dinimizde de mevcut. Yani genetik kodlarımızda, yani fıtratımızda, yani damarlarımızdaki asil kanda mevcut. Fıtratımıza sırtımızı dönmenin bedelini ödüyor olabilir miyiz sizce?
atların genclerine tay denir. Arap atları değerlidir. Dünyanın en değerli tayı milletimizindir.
adı tay- i . “malum” dur. bu taya araplar biner. ancak bu taya binen arapların cinsi katır dır.
yani taya bindiren katır durumu vardır. ama bu katırada birileri biner. katırada sanco panzo biner. (Tabi daha bi nazik), simdi güzide ülkenin durumu sudur.. insanların bir kısmı atın kuyruğunun teli olma derdinde , bir kısmı dünyanın en pahalı arap-ingiliz kırma yada mustang (yerli) kısrağı olaraktan binici katır bey için başa geçme derdinde, küçük bir kısmı sanco panzadan pay derdinde, bir kısmı don kişot olma derdinde, bir kısmı uzun donlu kişot olma derdinde, bir kısmı donsuz kilot olma derdinde, bir kısmıda cervantes olma derdinde, kimileride cervantesin yazdığı kitap olma derdinde. :) benim gibi göreceli çapsızlarda okuduğundan keyif alma derdinde… doğaçlama fantastik taşlamalar (john savage)
BÜYÜK İNSANLIK
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor. ( Nazım Hikmet )
DOĞRU TÜRKÇE “Ne (…) ne çâre arayacak açık bir bilinç k.a.l.d.ı” söz-dizimidir. Olumsuzlama için “ne (…) ne” ekleri yeterlidir. 1971-1980 yılları arasında âilecek kapı-komşusu olduğumuz PROF. Dr. SAYIN EMRE KONGAR bu hususta çok titiz idi. SAYIN FEYZÂ HEPÇiLiNGiRLER kanaati ne merkezdedir, onu saptayabilmiş değilim.
O yüz milyar dolar bizim değildi zaten .Sıcak para girerken parasını tl ye çevirdi faize borsaya soktu şirket satınaldı.Buna kazan doğurdu diyor nasrettın hoca.Biz cep telefonlarına ithal samana ithal ete ithal kedi köpek mamasına vs bu dolarları verip şahlandık uçtuk.Her guzel şeyin sonu var.Hesap ödeme vakti gelince yabancı ettiği karı götürunce dalgalı kur gereği talep oldukça kurun yukarı gitmesi ve çıkmak isteyenin yüksek kurdan çıkması gerekliydi.Kuru ve faizi düşük tutup yabancının kaçmasına imkan tanıdılar.2000 yılı 94 krizi aynısını yaptılar.Kazan öldü
Ülkede suç işlemek serbest ,dürüst temiz hırsız değilsen suçlusun ,bir tane savcı varmı hoop noluyor diyen yok.milletin aklı alınmış beş duyusu kaybolmuş. İnsanlar düşünemiyor artık en basit şeyi iki kere anlatıyorsun . Okuyor okuduğunu anlamıyor . Zehirlenmiş bir toplum var.maaşım ödensin kim öderse ödesin diyen insanlar var! Buna neyi anlatacaksın?
Ah Nihat kardeş haini çıkarcısı işbirlikcisi en acısı kıytırık muhalefetiyle bukadar. Partiler yasası Seçim yasası ve Dernekler kanunu durduğu müddetle birşeyler düzelmez.
“(…) bilinç kalmadı” mı? “Bu milletin adam olabilmesi için daha çoook jandarma-dayağı yemesi lâzım” diye düşünen Atatürkçülere kapılarını ardına kadar açmış bir Türkiye İşçi Partisi TiP’in allahlık “sınıf bilinci”(!)ne kıyasla, bugün çok daha iyi bir konumdayız NETEKiM [bkz: «Esat Çağa “Tabii senatörlerden bir kısmı TiP’e girebilir” dedi» (3 sütun üzerine) başlıklı haberi, Cumhuriyet gzt., Sahibi Nazime Nadi, Umumi Neşriyat Müdürü Ecvet Güresin, Yazı işlerini fiilen idare eden Mesul Müdür Vecdi Kızıldemir, 40. yıl sayı 14110, Çarşamba 13 Kasım 1963, Basan ve Yayan Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T. A. Ş. Cağaloğlu Halkevi Sokak No.39-41, s.(BiR)].