Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başında bulunduğu partinin adını aldığı Cumhuriyet’e kin besleyen; ilk fırsatta onu yerle bir edecek kadar düşmanca faaliyetlerde bulunan ve bu düşmanlığını gizleme gereği duymayan gerici, bölücü ve etnikçi çevreleri cesaretlendirici ve taltif edici ‘helalleşme’ sendromundan kurtulamıyor. Hukukun alanına siyasi müdahalelerin muhalefet cephesi için de meşru görüldüğüne dair algıları pekiştiren bu sendrom, devlete, Türk milletine ve Cumhuriyet’e yönelik ne kadar sorunlu odakları muhalefetin biricik ilgi alanı içine dahil ediyor. Türk halkına rağmen sarı muhalefetin ilgi merkezinin bunlar olduğu anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu bu gün yaptığı açıklamada “ bir ara Said Nursi’nin kitapları yasaklandı. Biz Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk, kitapları yasaklayamazsınız diye” diyerek bu sendromu sürdürmektedir.
Kitap bilime, gerçeklere, doğrulara ve iyiye yönlendirdiği sürece kitaptır. Said-i Nursi’nin kitapları cehalet, delalet ve hıyanetle doludur. Bunlar kitap değil, dine, topluma ve devlete karşı kışkırtıcı düzmece sloganlardır. İki kapak arasındaki her kütle kitap değildir. Ana Muhalefet partisinin daha ciddi işleri olmalıdır. Daha kötüsü, ‘Cumhuriyet’ adını taşıyan bir partinin karanlık insanlarla ve kitap görünümlü cehalet propagandalarıyla ne işi olur? Bu bir muhalefet değil, cehalet karanlığının yanında saf tutmaktır. Fetö ile Said arasındaki organik iltisakın farkında olmalılar ki KHK helalleşmelerinde Said’in eksik kaldığını anladılar. Eğer bu konularda hukuki bir yanlışlık varsa zaten bunu hukuk çözecektir. Siyasallaşmış hukuk iddiası doğruysa bile, o zaman sen de kendi siyasallaşmış hukuk anlayışınla istediğin kişi ya da kişileri aklayamaz, suçsuz olduklarına siyaseten hükmedemezsin. Muhalefet tamamen hukukun yanında olmalıdır.
Doğu’da 2007 yılından beri bina ve öğrenci sayıları sürekli artan, Tevhid-i Tedrisat’a düpedüz aykırı eğitim veren, resmi dil olarak Kürtçeyi kullanan ve buralardan Diyanet’e geçişleri sağlayan yasa dışı medreseleri neden ifşa etmiyorsunuz? Bu medreselerin kökeni Said’in kitapları değil mi? Yani biz gelirsek çok daha rahat olacaksınız demek mi istiyorsunuz? Cumhuriyet’i ve eğitim öğretim birliğini savunmak yerine, ona saldıranları, çökertmeye çalışanları mı aklayacaksınız?
Derdinizin oy olmadığını, demokrasiden başka bir şey düşünmediğinizi öne sürüyorsunuz. Peki Cumhuriyet ve laiklik düşmanlarıyla, demokrasiyi küfür sayanlarla demokrasiyi ikame edebilir misiniz? Laiklik olmadan demokrasi olur mu? Olmaz. Bunu siz de biliyorsunuz. Buna rağmen etnikçi ve dinci yapılarla demokrasi inşasına kalkışıyorsanız, siz de onlar gibisiniz demektir. Onlarca örnek ortaya koydunuz. Çoğaltmaya gerek yok.
Siz gerçekten muhalefet misiniz?
Evet, muhalefetiz diyorsanız, şu helalleşmeye kalktığınız Said’i ve kitaplarını iyi tanıyın.
Gerçek İslâm’ın aydınlık yüzünden gözleri rahatsız olan Said-i Nursi ve şürekası, Fetullah gibi emperyalist ajanlar, Türk halkını asırlardır din ve bilimde cahil bırakan uğursuz cühela zincirinin Cumhuriyet sonrası korkunç halkalarından biridir.
Türk milleti Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’le varlığını ve geleceğini kurtarmayı başardığında, içeriden ve dışarıdan akıl almaz saldırıların hedefi haline gelmiştir. Temelde içeridekiler dışarıdaki saldırıların devamıdır. Belki de en tehlikelisi, emperyalistlerin bizzat kendi düşmanlıkları değil, ülke içinde yarattıkları cahil hainlerdir; kullanageldikleri karanlık çehrelerdir.
Asıl adı Said-i Kürdi olan cahil bunların başında gelir. Kur’an ayetlerinde geçen “Nur” yani ışık, aydınlık kavramını, kendi karanlık ve hainane misyonuna eklemleyen Said-i Deccal, FETÖ ile yeniden hortlamıştır.
Cumhuriyet’in aydınlık tarihinin çöplüğüne gömülen bu cahil adam, bir kanser hücresi gibi başta FETÖ olmak üzere tüm Nurcu cemaat ve tarikatlarda mütemadiyen hortlamakta, hortlatılmaktadır.
Nedeni, emperyalistlerin bilek gücüyle yenemedikleri Türk milletini ve bozamadıkları İslâmiyet’i, Said-i Deccal gibi “kuzu kılığına girmiş karanlık çehreler”le” bozguna uğratmayı denemekten vazgeçmeyişleridir. Said ve şürekası Fetullah gibi emperyalist ajanlar, Türk halkını asırlardır din ve bilimde cahil bırakan maziyi meş’um (kötü, uğursuz) bir insanlık düşmanlığına çevirmeyi hedeflemişlerdir. Türk milletinin üzerine yıllardır cehalet pisliğini boca eden Said karanlığı ve şakirdi Fetullah, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için her yolu denemektedirler. Din işportacılığından mehdilik, peygamberlik hatta tanrılık iddialarına kadar her türlü ahlâksız ve dinsiz yöntemlere başvurmaktan çekinmemekte; olmadı, kendi silahlarımızla bizi vurup kan gölü içinde boğmayı planlamaktadırlar..
Dün Fetullah’ı “kuzu” sananlardan bir kısmı bugün adeta Deccal olan Said’i “kuzu” postuna sarmaya çalışmaktadır. Oysa bozacının şahidi şıracıdır.
USTA: SAİD, ÇIRAK: FETULLAH
Konumuz “çırak” Fetullah-ı naşerif değil, halen mevcut veya istikbalde sayelerinde yeniden hortlama imkanı bulabileceği tarihsel ve dini lanete uğramış Nurculuğun ağababası Said-i Deccal’dır.
Said-i Deccal; Cumhuriyetimiz üzerine çöken karanlıkların kaynağıdır. Ülkemizde yüzleri bulan cemaat ve tarikatların çoğu, bir elinden ihanet, öbür elinden cehalet akan bu deccalın safsatalarından, ruhsal rahatsızlığının zahire vuran Risalelerinden beslenir. Karanlık bir ruhtan, mantıksız, akıllara zarar, dine, Allah’a ve elçisine küfreden sözler dökülürdü ancak. Nitekim böyle de olmuştur.
Köpekten kuzu doğmaz atasözü, Said’le Fetullah arasındaki somut organik ilişkide bir kez daha kanıtlanmış olur. Ülke yanarken saçını tarayandan, ülkeyi darbeyle ateşe atan evlat doğarmış. (Türk Milleti varlık yokluk mücadelesindeyken Said’in Boğaz’daki evine çekilip sözüm ona kitaplarla uğraşması vs., bkz. Sinan Meydan, Odatv, Said-i Nursi hakkındaki yazısı.). Çünkü Fetullah, Said’in hem öğrencisi hem de Nurculuktan beslenen takipçisidir. Cehaletin hortlağı Said, Fetullah’ın kendi ağzından takdis edilir, ululanır:
“Mürşit, bu düşünce ve amel ufkunu-Allah’ın inayetiyle-yakalayabilirse Allah da onun birini bin eder, gönlünü ilham kaynağı yapar. Bir avuç kor olan mahiyetini, okyanusları söndürecek derecede genişletir. İşte kendinden evvel de yüzlercesi gibi Bediuzzaman! Altı aylık tahsil hayatına deryaları sığdıran insan.” (Fasıldan Fasıla 1, M. Fethullah Gülen, Nil Y., 3. Baskı, Eylül 1995, s. 60.)
SAİD’DEN PAPA’YA MEKTUP
Said’le Fetullah, Papa’nın teröristleri olarak da birbirine benzerler. (Bkz. Ramazan Koyuncu, Fetöizm, ss. 215,216.)Papa’ya 1950’de ilk dinlerarası diyalog mektubunu gönderen Said deccalıdır. Çırağı Fetullah ise tam 48 yıl sonra mektupla yetinmemiş, bizzat Papa’nın ayağına gitmiş, iki diz çökmüş, ona, Said-i Deccal’in geleneği olan bağlılığını ilan etmiştir. Bu ilişki zinciri rastlantısal değil, emperyalizmin plânlı uşaklığının kanıtıdır. Bu uşaklık, bir ihanet şebekesinin dini ve milli değerlere yönelik bölücü faaliyetidir. Papa’nın teröristi ile ırkçı terörizmin Türkiye versiyonu Abdullah Öcalan teröristi arasında bu şarlatanlar için herhangi bir ayrım yoktur. Çünkü dinsel cehalet ve vatana ihanet at başı gider. Cehalet ve ihanet, terörün her türlüsüne teşne (istekli hazır) bir ahlâk ve ruh bozukluğudur.
Usta-çırak ortaklığındaki cehalet örgütünün Risaleler veya kitaplar olarak yazdıkları hezeyanlar öyle çok, öyle sayısızdır ki, neresinden tutsanız dökülür. Said-i Deccal cahilinin altı ayda tüm ilimleri bellemesi, kendine ilhamlar (dilinin altında vahiy vardır ama açık etmez) geldiğini, Risaleler’in Kur’an’ın tek tefsiri kutsal kitap olduğunu öne sürmesi bu tehlikeli zırvalardandır. Ancak bu zırvalar, salt cehaletin ürünü değil, altında ülkeye, Türk milletine ve özellikle İslâm dinine yönelik subliminal iletiler saklıdır. Örneklerini yazının ilerleyen kısmında kendi palavralarından vereceğim.
Said-i Deccal, 130 küsür mavrasından oluşan Risalelerde sürekli kendini kutsal bir kişi gibi öne sürer. Kerameti kendinden menkul birçok ifadesinde, Risalelerin doğrudan Allah tarafından kendisine yazdırıldığını söyler.
Bu teoloji diliyle:
“Bana vahiy geliyor, son Peygamber Hz. Muhammed değil, benim” demektir. İkincisi, bu tür saçmalıklar tüm Müslümanlar için şeksiz (kuşkusuz) kutsal kitap olan Kur’an’ı gölgede bırakmak, onu Risaleler karşısında ikincil duruma sokmak hatta önemsizleştirmektir. (Örneğin bkz. Risale-i Nur, Şualar, Sözler Yayınevi, s.833; s.693, s.681, s.756; Risale-i Nur Kastamonu Lahikası, Yirmiyedinci Mektuptan, Yeni Asya Neşriyat, s.29, 49.)
Daha bir yığın tezviratla ve zırvalıklarla dolu Risaleler’in Kur’an-ı Kerim’e denk tutulduğu hatta ondan bile üstün görüldüğüne ilişkin dipnotları çoğaltmaya gerek yoktur. Ancak Kur’an’ın bu ve benzeri küfre ve sapıklığa karşı verdiği birkaç yanıtı buraya alıyorum, anlayan için fazla ayet zikretmeye zaten gerek yoktur:
“Kitabı elleriyle yazıp da sonra az bir pahayla satabilmek için, bu, Allah katındandır, diyenlerin vay haline! Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!” (Bakara Suresi, 79.)
“Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (En’am Suresi, 44.)
Tüm ilimleri altı ayda kutsal ilham yoluyla elde ettiğini öne sürmesi, İslâm yerine, üstadlarının cehaletini din edinmiş sürünün, profesörlüğü, İslâm alimliğini, bilgiyi, felsefeyi, sanat, edebiyat ve hatta insaniyeti küçümseme paranoyasına tutulmasına yol açmıştır.
Onlara göre tüm ilimler altı ayda üstat tarafından elde edilirken, yıllarca süren araştırmalarla elde edilen bilimsel bilginin hiçbir kıymeti yoktur. Ayrıca, Hz. Muhammed’in 23 yılda aldığı vahyi, altı ayda kotarmıştır… Ne diyelim, zurnada peşrev olmaz.
Said-i Şarlatan gerçek bir ruh hastasıdır, zaten kendisi de bunu söyler. Ruh hastası olması onun emperyalist bir provakatör, bir hain ve yaman bir İslâm düşmanı olmasına mani değildir. Burada çelişki yoktur, çünkü terör örgütleri intihar bombacılarını ruh hastalarından ya da uyuşturucuya müptela ettikleri kişilerden seçerler.
Ancak bu, intihar bombacıları gibi kendini de patlatacak kadar aptal değil, kurnazdır. Öldürüleceği paranoyasını, Risalelerinde zaman zaman dillendirerek etrafına tabilerinden koruma duvarı örer. Ülkemizin en nadide yerlerinde bir eli yağda, bir eli balda yaşar bu cehalet bombacısı. Ülkeyi cehalet bombasıyla patlatırken, cehalet ve hıyanetinin kölelerini her çağda yaratır.
‘HADİS UYDURMACISIDIR’
Said-i Naşerif, hadisleri, ayetleri kullanarak kendince müptezel çıkarımlar yapar. Eğer saçmalığına dayanak olabilecek bir nass (kutsal kanıt) bulmazsa, hemen bir hadis uydurur. Yeter ki kirli ve hastalıklı sayıklamalarına medar olabilsin.
Bununla da kalmaz, uydurduğu hadislerden ve kendi ruhsal saplantılarından ve dahi emperyalizmin ona yüklediği ihanet misyonundan yola çıkarak, işi din üstüne din uydurmaya kadar vardırır. Evet, Nurculuk aynen Batınilik, Hurufilik, Bahailik gibi, İslâm’a karşı kurulmuş proje bir dindir. Nasıl ki bu kökten türeyen Fetullahçılar Müslüman değillerse, bu dini kuranlar ve ona uyanlar, hayli hayli Müslüman değildir. Çünkü cemaat ve tarikatlar, İslâm’ı sahih nass ve ruhundan saptırmada ortak bir yol izler.
DİYANET: “NURCULUK BİR İLHAD HAREKETİDİR”
Diyanet’in Said’in kurduğu Nurculuk adlı emperyalist örgüt ve Risaleleri hakkında tuttuğu rapor, bu kurumun bir zamanlar Cumhuriyet kurumuna yakışır tarzda nasıl işlev gördüğünü gözler önüne sermektedir. Raporda ebcet hesabıyla ve ruhsal dalgalanmalara göre nasslara anlam verildiği, bunların ise dini ve ilmi değeri olmadığı, Said’in kendisine manevi rütbe verdiği ve ona muhalefetin Allah’ın rızasına uygun düşmeyeceği, duayı sırf Nurcular için isteyip Müslümanlar arasında tefrika yarattığı, Risalelere olağanüstü kutsallık atfedildiği, hatta bunların Kur’an’ın manevi mucizesi olduğu gibi daha pek çok karanlık tarafı ifşa edilmekte; Türk halkı bu şeytanlığa ve ilhada karşı Diyanet tarafından uyarılmaktadır.
Diyanet’in 1964’teki bu raporunda Nurculuk, dini ve hukuki yönden zararlı olarak tescillenmekte, devamı olan Fetullahçılığın 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini adeta haber vermektedir.
Nurculuğun ve Fetullahçılığın felsefeye, pozitif bilimlere, İslamiyet’e, Türk milleti ve vatanına, insanlığa, barış ve kardeşliğe olan kinleri, 15 Temmuz darbesiyle ülkenin üstüne kustukları ölüm ateşiyle izah edilmezse, neyle izah edilebilir?
Şarlatanlığın sonu deccalliktir. Said-i Deccal, öğrencisi Fethullah’ı kendisi gibi şarlatan olarak yetiştirmiş ve bombalar yağdıran bir deccali Türk milletinin başına sarmıştır.
Aynı kökten türeyen deccallerin birbirinden farkı yoktur. Said deccalini aklayanlar, onun devamını da aklamış, meşru görmüş olur. Türkiye Cumhuriyeti, kendine yönelik hiçbir tehlike arasında tercih yapma mecburiyetinde değildir.
Türk milleti hiçbir şarlatana ve deccale de mahkûm değildir.
Cehaletle, ihanetle, bölücülükle helalleşilmez. Hesaplaşılır.
Asıl demokrasi, bunlarla hesaplaşarak yaşatılır.
“Hiç mi öğüt alıp düşünmüyorsunuz?” (Saffat, 37)
Dönme dolap, aynı yere getirir.
Atatürk’ün kurduğu partinin genel başkanı nasıl böyle düşüncesizce açıklamalar yapabiliyor anlamıyorum . Seçim tarihi yaklaştıkça güçlenmesi gereken ana muhalefet çaresizce zayıflıyor, bu çok ilginç ve kabullenmesi zor bir durum.
Gelelim helalleşmeye, helalleşme yerine ‘hesaplaşacağız, ülkeye verdiğiniz zararın hesabını soracağız ‘ demesi gerekliydi.
Çok güzel. Hiç başka söze gerek yok. Aklımızın ve gönlümüzün tercümanı olmuş. Kendinize dikkat edin sayın hocam.
Ne yararlı bir yazı ,varolunuz, işbirlikçiler,mankurtlaştırılmışlar için değil , geniş kitle için dilerim yaralı olur.
Tesekkurler.
Seçim dönemi yaklaştıkça, Kılıçdaroğlu’ndaki “Türk, Türkiye ve ATATÜRK düşmanlığı” belirginleşmektedir!!!
Gerçek inanan bir aydınsınız, cesursunuz. Allah’tan başkasından korkmayanı Allah esirger, eminim. Bu yazınızın ne kadar büyük bir şecaatle yazıldığını herkes anlayacak ve doğrular karşısında tüm mülhidler eriyecek gidecektir, eminim. Varolun Hocam!