Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Montesquieu’ye göre bir devletin yıkılma nedenleri

Montesquieu’ye göre bir devletin yıkılma nedenleri

featured

Şahin Filiz yazdı…

Montesquieu, bir hükümetin dolayısıyla bir devletin yıkılma nedenleri üzerinde durarak bunları şöyle sıralıyor:

“Bir hükümdarın, devlet işlerinin mevcut düzenini uygulamak yerine, gücünü ve kudretini göstermek amacıyla devlet işlerinin mevcut düzenini değiştirmeye çalışması, bazı görevleri yetkili kişilerden alıp bunları keyfi olarak başkalarına dağıtması, hükümetin ülkeyi iradesiyle değil duygularıyla yönetmeye kalkarsa, özellikle hükümetin merkezinde hükümet yönetimi çöker. Hükümetin çökmesinin bir diğer nedeni de her şeyi bizzat halletmek isteyen hükümdarın, devletin merkezinde devleti, hükümetin merkezini sarayda, sarayı da kendi şahsında toplamaya çalışmasıdır. Hükümetin yıkılmasının son nedeni ise hükümdarın kendi otoritesini, durumunu, halkın sevgisini yanlış anlamasıydı.”[1]

Montesquieu’nun Siyaset Felsefesi üzerine ortaya koyduğu bu görüşünü çözümleyebiliriz.

Parçalanan Yapı: Sunulan alıntı, politik felsefesi çağdaş yönetimde yankı bulmaya devam eden Aydınlanma’nın önemli bir figürü olan Charles-Louis de Secondat Baron de Montesquieu’nun temel kaygılarını somutlaştırıyor. Bu kısa metinde, hükümetin çöküşü hayaleti ön plana çıkıyor; güç dengesizlikleri, idari işlevsizlik ve yöneten ile yönetilen arasındaki hassas ilişkinin temelden yanlış anlaşılmasıyla örülmüş uyarıcı bir hikâyenin kısa ve vurucu özetini bu şekilde veriyor. Bu analiz, Montesquieu’nün kaygılarını derinlemesine inceliyor, temel argümanlarını inceliyor ve bunların kalıcı önemini keşfediyor.

YOĞUNLAŞTIRILMIŞ GÜCÜN TEHLİKELERİ: ZORBALIĞIN REÇETESİ

Zamanının mutlakıyetçi eğilimlerinden derinden rahatsız olan Montesquieu, gücün yoğunlaşmasını özgürlüğe ve iyi yönetime yönelik en büyük tehdit olarak görüyordu. Bu korku tüm alıntı boyunca yankılanıyor. Hükümdarın, mevcut yapıları korumak yerine kendi egemenliğini savunmak için “devlet işlerinin mevcut düzenini değiştirme” girişimi, Montesquieu’nun, yerleşik normlar ve kurumlar tarafından kontrol edilmeyen keyfi gücün kaçınılmaz olarak zorbalığa yol açacağı yönündeki inancını yansıtıyor. Bu onun siyasi düşüncesinin temel taşı olan kuvvetler ayrılığı konusundaki meşhur ifadesinde yankı uyandırmaktadır.

Bu tehlikeyi, hükümdarın “yetkili kişilerin” görevlerini elinden almasına ve keyfi olarak yeniden dağıtmasına vurgu yaparak daha da açıklamaktadır. Bu yasa, etkili yönetim için hayati önem taşıyan meritokratik sistemin parçalanmasını ve onun yerine kişisel kaprislere ve kayırmacılığa dayalı bir sistemin getirilmesini temsil ediyor. Montesquieu’ya göre bu tür eylemler kaçınılmaz olarak beceriksizliği, yolsuzluğu ve nihayetinde devlet aygıtının çürümesini doğurur.

KALP VE KAFA: YÖNETİŞİMDE DUYGU VE MANTIK

Montesquieu’nun felsefesinin merkezinde, başarılı yönetimin duyguya değil akla bağlı olduğu inancı vardır. Alıntıda, iktidarın “iradesi yerine duygularıyla” yönetme girişiminin çöküşe yol açacağı belirtilirken bu vurgu yapılıyor. Bu duygu, Montesquieu’nun siyasi alandaki kontrolsüz tutkuya karşı derin güvensizliğinin altını çiziyor.

Montesquieu’ya göre, dalgalanan duygu dalgaları tarafından yönlendirilen bir hükümet doğası gereği istikrarsızdır ve keyfiliğe eğilimlidir. Adil ve kalıcı bir siyasi düzenin temeli olarak, açıkça tanımlanmış yasalarda ve tarafsız bir şekilde uygulanan adalette somutlaşan aklın önceliğine inanıyordu.

HER ŞEYİ KAPSAYAN HÜKÜMDAR: VERİMSİZLİĞİN VE ÇÜRÜMENİN REÇETESİ

Alıntı ayrıca hükümdarın “her şeyi kişisel olarak halletme” hırsını eleştiriyor ve bu arzu ile yönetimin kaçınılmaz çöküşü arasında doğrudan bir çizgi çiziyor. Burada Montesquieu aşırı merkezileşmiş bir hükümetin verimsizliğine ve uygulanamazlığına saldırıyor.

Hükümdarın “devleti hükümetin merkezinde, hükümetin merkezini sarayda ve sarayı kendi şahsında” toplamaya çalışması imgesi, böyle bir çabanın saçmalığını canlı bir şekilde tasvir ediyor. Montesquieu, yönetimin her yönünü mikro düzeyde yönetme girişiminin yalnızca sürdürülemez olmakla kalmayıp aynı zamanda nihayetinde kendi kendini yenilgiye uğrattığını savunuyor. İnisiyatifi engelliyor, uzmanlığı caydırıyor ve nihayetinde devletin halkına etkili bir şekilde hizmet etme yeteneğini sakatlıyor.

YANLIŞ ANLAŞILAN PAKT: OTORİTE, MEŞRUİYET VE HALKIN SEVGİSİ

Alıntıya göre, bu çökmekte olan hükümetin tabutuna çakılan son çivi, hükümdarın “yanlış anlaşılan… kendi otoritesi, durumu ve halkın sevgisi”dir. Bu ifade, Montesquieu’nun siyasi felsefesinin önemli bir yönünü ortaya koyuyor: Hükümdar ile yönetilen arasındaki ilişki. Montesquieu’ya göre, bir yöneticinin otoritesi ilahi haktan veya kaba kuvvetten değil, yönetilenlerle yapılan zımni bir anlaşmadan kaynaklanır. Algıladığı güç tarafından kör edilen bir yönetici, meşruiyetinin kaynağını ve halkın sevgisinin önemini anlayamadığında, otoritesinin temelini zayıflatır. Bu da nihayetinde hoşnutsuzluğa, istikrarsızlığa ve isyana yol açar.

MONTESQUİEU’NUN KALICI MİRASI: İYİ YÖNETİM İÇİN BİR PLAN

Alıntı, kısa olsa da Montesquieu’nun siyasi felsefesinin en önemli ilkelerinden bazılarını özetliyor. Güçler ayrılığına, yönetimde aklın önemine, merkezi gücün tehlikelerine ve bir yöneticinin meşruiyetinin kaynağını anlaması ve ona saygı duyması gerekliliğine yaptığı vurgu, iyi yönetim hakkındaki çağdaş tartışmalarda yankı bulmaya devam ediyor.

Montesquieu, 18. yüzyıl Fransa’sı bağlamında yazmış olsa da içgörüleri 21. yüzyılda da dikkate değer ölçüde geçerliliğini koruyor. Denetimsiz gücün yozlaştırıcı etkisi, denge ve denetleme mekanizmalarının önemi ve halkının refahını ön planda tutan bir hükümete duyulan ihtiyaç hakkındaki uyarıları, siyasi düzenin kırılgan doğası ve herkes için özgürlük ve adaleti korumak için gereken sürekli teyakkuz konusunda zamansız hatırlatıcılar olarak hizmet eder.

Filozof, 18. Yüzyıl Fransa’sı bağlamında bugünün diliyle Cumhuriyet rejiminin önemini ve vazgeçilmezliğini açıkça ortaya koyuyor. Türkiye Cumhuriyeti rejiminde yönetim erki bir sınıf, bir zümre, aile ya da kişide toplanamaz. Güçler ayrılığı, aynı zamanda adalet, liyakat ve hakkaniyetin uygulanabilmesi için temel koşuldur. Düşüncesi, inancı ya da ideolojisi ne olursa olsun, bütün gücü kişiliğinde toplayan herhangi bir yöneticinin adalet ve liyakatin gereklerine göre davranmada hata yapmaması düşünülemez. Halkın yöneticiye olan ilgi ve sevgisi, onunla yaptığı temel hak ve özgürlükler konusundaki zımni anlaşmayla sınırlıdır. Yönetici gücünü, olağanüstü veya insanüstü bir kaynaktan değil doğrudan halktan alır. Halk, ona verdiği bu gücü, kendi aleyhine gelişen süreç karşısında geri alır. Bunun yolu elbette demokratik kural ve uygulamalardır. Şu hâlde hiçbir yönetici halka rağmen halk tarafından sevilme garantisine sahip değildir. Montesquieu’nün dediği gibi hiçbir yönetici gücünü ilahi bir kaynaktan veya kaba kuvvetten alarak yönetimini sürekli kılamaz.

Atatürk Türkiye’si, Cumhuriyet rejimi sayesinde yönetici ile halk arasındaki sözleşme ve anlaşmayı eşitlik, adalet, hakkaniyet, laiklik, sosyal hukuk devleti esaslarına dayanan çağdaş bir siyaset felsefesine bağlı olarak kurmuştur. Anayasamızın ilk dört ve 66. Maddeleri Cumhuriyetimizin vazgeçilemez temelleridir ve bu temeller ruhunu Türklük’ten, Türk kimliğinden alır. Çünkü bu kimlik dışında hiçbir tanımlama Cumhuriyetin söz konusu esas ilkelerini içeremez, taşıyamaz.

Türklük, bu yüzden herhangi bir ırktan olmaktan çok daha fazlasıdır.

 

[1] Bkz. Kanunların Ruhu Üzerine I, Çev. Fehmi Baldaş, MEB., İstanbul 1963, s. 234.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!