Şahin Filiz yazdı…
“Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayanlara Türk milleti denir”. Atatürk’ün bu tarihsel, kültürel ve siyasal tespitini yeniden düşüneceğimiz ve aklımızdan hiç çıkarmayacağımız kaotik bir dönem yaşıyoruz. Sınırlarımızdan adeta sel gibi akan Suriyeli ve Afgan göçmenler, çok farklı yönlerden tartışılıyor. Türk milleti olarak hiçbir millete ya da topluma düşmanlık beslemediğimizi, Türk düşmanlığı yapan sıra dışı sesler ya da kişiler çok iyi bilirler. Türk milleti egemen olduğu topraklara oldum olası sığınmacı, göçmen, kaçkın adına ne derseniz deyin, kabul edip himaye etmekten çekinmemiş; onlara geldikleri yerlerdeki yaşamlarından daha iyisini sağlamak için hiç bir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Bunca tarihsel gerçeklik ortada iken, Türk milletini “önceden gelenler”, göçmenleri “sonradan gelenler” diye basit, akıl dışı, tarih dışı nitelendirmelerle tanımlamak, ya derin cehaletten ya da kurnazca hamakattan kaynaklansa gerektir.
Özellikle bazı siyasi ağızlardan, “önce gelenler gitsin” mealinde açıklamalar yapılması, “sınırlarımızı korumak ve göçleri engellemek için her türlü tedbiri aldık” açıklamalarıyla taban tabana çelişkili bir ortam oluşturmaktadır. Düzensiz ve “tep tip” sel gibi akan Afgan göçmenlerine dair görüntüler ile bu açıklamalar arasında, Türk halkının zihnini berraklaştıracak bir sonuca gitmek olası görünmemektedir. Bu konuda sorulan onlarca soru halkımızın her kesiminin kafasında ortak bir kaygıyı büyütecek yargıların oluşmasına meydan vermektedir. Yetkililer bu sorun karşısında açık, anlaşılır ve gerekçeli açıklamalar ve bilgilendirmeler yapmakla yükümlüdür.
Anadolu, Türklerin 1000 yıllık değil, binlerce yıllık vatanıdır, yurdudur. Bu milletin tarihini, 9.-10. Yüzyıllarda, yaklaşık 300 yıl süren “Müslümanlaşma” ile başlatmak, tarih bilmemek olduğu kadar, tarihsel gerçekleri saptırmak demektir. Bu tarihsel olgudan “Türk-İslam sentezi” çıkaranlarla, Türk kimliğini tarihten, Anadolu’dan silmek için İslam’ı paravan olarak kullanan radikal dincilik arasında, paradoks gibi görünse de, ilginç bir ittifak ortaya çıkmıştır. İlki, “Türkleri İslam’ın kılıcı” safsatası ile en zorlu, en ölümcül, en netameli sorunların önüne sürmekten “kahramanlık” destanları yaratırken; ikincisi de, fırsattan istifade, “aslında Türklüğün olmadığını, varsa bile Müslümanlık sayesinde kimlik sahibi olunduğunu öne sürerek, öncekilerin Türk ile İslam arasında kurduğu sentezi, “Arap-İslam sentezi”ne dönüştürmenin manivelası olarak kullanmışlar ve hala kullanmaktadırlar. Bu sentezcilikten, Fetö ve selefi dincilik, “İslam uğruna ölen ve öldüren militanlar”ı devşirmiştir.
Harun Reşid’in kendisinden sonra Abbasi hükümdarları olan oğullarından özellikle el-Mutasım, Türklerden özel bir koruma birliği kurmuş; İslamlaşma tarihi boyunca da cepheye sürülenler genellikle Türkler olmuştur. Türkler, “dinin askerliğini yapmak, şehitlik payesiyle taltif edilmek ve dini korumak” la anılırken, gayrısı bilim, sanat, uygarlıkla anılmıştır. Sonra da dönüp aynı çevreler, “Türkler göçebedir; bilim, sanat ve uygarlık, yerleşik toplumlara özgüdür” diyerek bu tarihsel ve kültürel hileyi Türkler aleyhine kullanmaktan geri durmamışlardır. Hatta Farabi, İbn Sina, Hallac-ı Mansur’un Türk olduklarını söylemek, ırkçılıkla eşdeğer tutulmuştur. Üstelik Türk oldukları tüm dünyaca bilinen Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Şeyh Bedreddin, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal gibi şair, filozof ve düşünürler, bu kez de mezhepçilik yapılarak , ya görmezden gelinmeye ya da “dinsiz” olarak damgalanmaya maruz bırakılmışlardır.
Hangi etnik kökenden gelirse gelsin “Türk Milleti” bütününün doğal ve onurlu bir parçası olan her Türk bireyi, Türk vatanının ve mensubu olduğu Türk milletinin “kılıcı”, “hamisi” ve “hizmetçi”sidir. Anadolu’ya gelişin “zamansal öncelikle” değil, varoluşsal öncelikle” açıklanabileceğinin ayırdındadır. Binlerce yıldır Anadolu’ya gelenler, zamansal olarak sonra gelenlerdir ve tapu sahibinin koşullarına behemehal uymak zorundadır. Önce gelmek Türkler için kullanılamaz. Kanıyla, canıyla, ölümcül mücadelelerle bu toprakta yaşamayı hak etmek, önce-sonra gibi yüzeysel yaklaşımla geçiştirilemez.
Suriye ve Afganistan halkı Türklerin dostudur. Tarihsel, inançsal ve kültürel bağlarımız yadsınamaz. Ancak bu insanları yerinden eden emperyalist oyunların cezasını ne ülkemiz ne de bu göçmenler çekmek zorunda değildir. Nereden ne kadar göçmen alınabileceği devlet planlaması ile olmalıdır. Dünyada gelişmiş her ülke göçmen kabul ederken kılı kırk yarmakta; milli çıkarlarını her şeyden öncelikli yere koymaktadır. Kaldı ki göçmenlik doğal ve insani durumdur. Ama bizim göçmenler başka göçmenlere hiç benzememektedir.
Bazıları, “göçmenlerin Türk halkına entegrasyonu”ndan söz ediyor. Entegre edilecek bu milletin adını, ismini, cismini, Cumhuriyetini, bu Cumhuriyet’in felsefesine ruh veren Atatürk İlke ve Devrimlerini, hatta T.C. ibaresini Fetö’nün ve PKK yandaşı yapıların etkisiyle tartışma konusu yapmış iken, bu göçmenler, hangi millete entegre edileceklerdir? Düzensiz ve rastgele göçmenlik başlı başına milli bir beka sorunudur. “Onlar bizim konuğumuz” ise, konukluğun süresi ne kadardır? Bu süreçte, tanımlamaktan kaçınılan Türk milletine ve kimliğine onları nasıl dahil edeceğiz?
Göçmenleri nasıl kontrol edip de kaynaştıracağız? Onlara ne diyeceğiz? “Biz Müslüman’ız, İslam’da birleşelim” mi diyeceğiz? Diyemeyiz. Çünkü onlar bizim İslamlığı meşru görmezler. Taliban ve Suriye İslamlığı birbirinden farklı olsa da, her ikisi de Türk Müslümanlığını geçerli kabul etmez. İslam’da birleşemeyeceğimize göre, onları hangi ilkelerde bütünleşmeye, entegre olmaya çağıracağız? Bizden de birileri sürekli “biz Müslüman’ız, Türklük de nedir” derken, onlara, “gelin, bizim “öncekilerle kaynaşın” dediğimizde, “hangi konuda ve niçin?” karşılığı verilirse, ne yapacağız?
Bu kafa ve ruh karışıklığının tek çıkış yolu vardır: Düzensiz göçü tamamen engellemek. Ülkemizin her isteyenin gelip kontrolsüzce yerleştiği topraklar olmadığını hem Türk milletine hem de dünyaya göstermektir. Türk milleti kimliği olmadan her gelen göçmen kendi kimliğini egemen kılmaya kalkacaktır. Değişen yalnız demografik yapı olmayacaktır. Anadolu’nun binlerce yıllık tarihsel ve kültürel kimyası bozguna uğrayacaktır.
Öyleyse şu tarihsel gerçekliği unutmayacağız: Türk milleti dünyadaki en kadim milletlerin başında gelir. Onun Anadolu’daki önceliği “etle tırnak” gibi, varoluşsaldır. Başkaları gibi “zamansal” değildir. Düzenli ya da düzensiz hangi tür göçmenlik olursa olsun, hatta hiç göçmen olmasın, bu toprakların sahibi yüce Türk milletidir. Anadolu’ya sahip olmanın en son ve en mucizevi bedelini, Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşı ile ödedik. Anadolu’yu işgal için “Sonradan gelen emperyalistler”, geldikleri gibi gittiler. Aynı emperyalistler, şimdi Anadolu’ya kendileri gelmiyor; yerinden yurdundan, ekmeğinden ettikleri masum Suriyeli ve Afganlı Müslüman göçmenleri gönderiyorlar. Türk milleti, “sonradan gelenleri” gönderen emperyalistleri yenecek gerekli azim ve kararlılığa binlerce yıldır sahiptir.
Bu azim ve kararlılığını, Cumhuriyet ilkeleri ve tecrübesinden alacaktır.
Teşekkürler Şahin hocam.Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayanlara Türk Milleti denir.bitti.Bunu tartışmak isteyenler defolup gitsin.Buna yönelik kafasından farklı şeyler geçenler varsa bilsin ki bunun tartışması bile olmaz.mülteci meselesi de buna dahil.Kimse vatanımıza ortak aramayı,ortak olmayı aklından bile geçirmesin.
Kutlarım hocam.
Kaleminize sağlık, sizin gibi aydınların sesleri daha gür çıkmalı ama ne yazık ki sizlerin emekleri görmezden geliniyor. Daha büyük kitlerelere ulaşmanız özelikle engelleniyor. Anadoludaki Türk varlığının binlerce yıl öncesine dayandığı kazılarla ispatlandığı halde bizi yönetenler okullarda bunu insanlara öğretmiyorlar. Bizim Roma yada Doğu Roma’dan da (Bizans) önce burada olduğumuzu inkar ediyorlar ve çocuklarıma emperyal güçlerin yazdığı tarihi dayatıyorlar. Türk Milletine “Serv”i dayatılyorlar. Beni en çok üzen de bu yerli işbirlikçileri…
Emeğinize ve kaleminize sağlık sevgi ve saygılarla.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi 14.000 yıldır buradayız ve Malazgirt Türklerin Anadolu’ya ilk değil son gelişidir. Ve nasıl ki emperyalistler geldikleri gibi gittiler, siz arap seviciler, siz yunan seviciler, siz mandacılar, geldiğiniz gibi gideceksiniz.
Bu kafa işte AKP’nin sosyoloji kafası. Siirtli bir ‘sosyolog’ Türk Milleti’ne önceden gelenler diyor. Bu kafa akp siyasetini belirliyor, Afgan Arap ne bulursa vatanı onlarla işgal edecek ve Türklüğü Anadolu’dan silmeye çalışacaklar. Yasin Aktay’ın sözleri Tayyip Bey’in fikriyatıdır da, ya da en azından Emine Hanım’ın. Açıkça söylemiş Prof. Aktay işte, daha nasıl açık anlatsın partisinin görüşünü.