Yunus, şiirleriyle yaşayan, şiirleriyle ölen bir filozoftur. Onun duyduğu, düşündüğü ve eylediği her şey, yaşam ile ölüm temaları arasına ustalıkla sıraladığı şiirlerde kimi zaman gözle görülür, çoğu zaman da saklı durur. Yaşama dair saklı duranlar, açık ettiklerinden daha çoktur. Anlamı, “dönek”, “dönmek” ve “bayağı olmak” demek olan dünya ve dünya yaşamı, her insanı olduğu gibi Yunus’u da bir oraya bir buraya savurur. Değişken ve kaygan bir dünya yaşamında her insan sabit durmak için tutunacak bir dal arar. Çoğu bulamaz; yaşam onları, nasıl istiyorsa oraya sürükler. Yunus misali çok az insan, yaşam akıntısına karşı kendine tutunacak bir dal, sabit bir mekân bulur. Hak Yunus için tutunacak sağlam tek bir daldır. Aşk, Hakk’ın gönlünü mekân etmiştir. Sabit mekân, Hakk’ın aşkla mekân tuttuğu Yunus’un gönlüdür. Hak ve aşk, yaşam ve ölüme karşılık gelir. Şiirlerinde bu gönül mekânı dahi, yaşamın rüzgârlarıyla her demde farklı kimliğe bürünür.
Ne şanstır ki Hak aşkı, yaşamın deliliğini ve savrukluğunu Hak aşkının deliliğiyle göğüslemesini bilir. Yunus, bir dem sakin, bir dem asi olan gönlünü, yaşamın getirdiği olumlu olumsuz bütün etkiler karşısında yönetmesini bilir. Ölüm gerçeği, korkulacak ya da korkulduğunda hafifletilebilecek bir olgu değildir. Onun gönlünde, yaşam gerçeği ile ölüm gerçeği sürekli çatışır; biri varken diğeri galip gelemez. Her ikisine galip gelip onları aşmak ise, aşk sayesinde mümkün olur. Eğer Yunus Hak aşığı olmasaydı, ne yaşamın savurmalarına, ne de ölümün ürperten kaygısına dayanamaz; birinden birine teslim olurdu. Bu teslimiyet ise onu, Yunus olmaktan çıkarırdı. Yunus Hak aşkıyla bedeni ile ruhunu barıştırıp Vahdet-i vücuda ermiş; bunun doğal sonucunda yaşam ve ölümü barıştırmıştır. Hak ile varlıkta barışmak, yaşam ile ölümün insan gönlünde barışıp bir olması demektir.
AŞKA ADANAN ÖMÜR
Yunus Emre’nin yaşam öyküsünü tek kelime ile anlatmak istesek, herhalde “aşka yolculuk” diye yanıt verirdik. Yunus için hayat aşktan ibarettir. Aşk her ozanın, her şairin, her yazarın dilinde pelesenk olan bir kavramdır. Her âşık, aşkın kitabına farklı yerlerden başlar. Yunus için aşk bölünmez; başı, ortası ve sonu yoktur. Çünkü hayat ona göre baştan aşağı, aşktır. Aşk, hayatta kalmaktır. Hayat onunla başlar. Canlılığın biricik temeli olan yine aşktır. Tanımı, tarifi ve sınırı yoktur. Çünkü aşk en sınırlıdan en sınırsıza; sonludan sonsuza uzanan süreçtir. Sonlu ile sonsuz arasında karşılıklı gel-gitlerin tecrübe edilmesidir. Olgunluk zirvesi, Hak aşkıyla elde edilir.
Yunus’a göre aşk, Hakk’la bütünleşmektir ama aynı zamanda hak katında halk olduğunu O’na eksikliğini arz ederek hatırlamaktır. Hak mükemmelliği halk noksanını izale eder. Bunun için aşk olmalıdır. İşte Yunus’un aşktan ibaret yaşamını terennüm eden şiirlerinin hemen her dizesinde Hak ile halk arasındaki diyalekti çoğu zaman açıkça görürüz.
Miskin gönlün aşk elinden iki büküldü vücudu
Tevbe kapusundan sundum ana iman dayağını.
ÖLÜMLE TEHDİT EDİLEN YUNUS
Gönlü aşk fırtınasıyla, bedeni Şam’ı Rum’u durmadan seyahat etmekle meşgul Yunus’un bu zapt edilemez manevi yaşamı, sıradan insan yaşamında görülemeyecek, görüldüğünde ise dışarıdan yadırganacak bir tablo sunar. Gönlünde bitmez tükenmez Hak aşkı, bedensel hayatına sirayet etmeden duramaz. Dışarıdan bakan insanlar, bunu yadırgar, garipserler. Yunus halk içinde Hak’la birliktedir. Ama halk bu birliği fark edemez; hiçbir şey benzetemez. Şeriat uleması ve Molla Kasımlar Yunus’un bu yaşam tarzını küfürle tanımlarlar. Ölümle tehdit ederler, ama onu hiçbir ölümün öldüremeyeceğini, hiçbir tehdidin Yunus’u bu yaşamından caydıramayacağını anlayamazlar.
Kendisini ölümle tehdit eden cahillere Hak aşkıyla yanan gönlünden seslenerek bir gerçeği hatırlatır. Yardan kimse öldürecek olan da o’dur. Aşk, maşuk ve âşık olan Hak yaratmışken, öldürmek O’ndan başka kimin elinde olabilir? Öldürmeye niyetlenenler, gerçekte Hakk adına Hakk’ı gizleyen inkârcılar ve münafıklardır. Tanrı’ya inanan, gönlü Hak aşkıyla meşbu olan hiç, yaratma da öldürme de elinde olan Tanrı’ya rağmen, nasıl olur da öldürme hak ve yetkisini kendisine ait kılabilir? Yunus bu tehditkarlara meydan okumaktadır. Korkusuzdur, tuttuğu yaşam yolunu, aşk yolculuğu hiçbir tehdit karşısında sona erdirecek değildir. Hayatına dahil ettiği her şeyi, sonuna kadar savunur; çünkü önce kendine ve yaşadığı hayata şeksiz gümansız kendisi inanmaktadır. Buradan bize ders niteliğinde dizelerle seslenir. Önce kendini bileceksin. Bildiğine emin olduktan sonra kendine inanacaksın. İnandıktan sonra, kendini ve tuttuğun yaşam yolunu savunacaksın. Bu yüzden tehdit ve saldırı vaki olsa da vazgeçmeyeceksin. Öldürülüp külün göğe ağsa ne olur?
Hak aşığı yok edilemez. “Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değildir”. Yunus “saklı hazine”dir; Hak varlığında fenayı bulmuştur. Hakk’ın varoluşsal sonsuzluğunda gizli olan bir faniye hangi fani fenalık edebilir ki?
Münkir münafıklar beni öldürelim derler imiş
Beni yaradan öldürür yok var eden gelsin berü
Gelsin beni ol öldüren külümü göğe savuran
Ben Küntü kenz’em mahfiyem izhar eden gelsin berü.
ÖLÜM
Yunus, ölüm ile yaşamın birbirinden ayrılmaz iki gerçeklik olduğunu her fırsatta vurgular. Ölüm yaşamı, yaşam ölümü doğurur. Türk tasavvuf geleneğinde “ölmeden önce ölmek”, Yunus’un ölümü anımsatan bütün dizelerinde farklı şekillerde dile getirilir. İnsanların çoğu, geri çevrilemez bir gerçek olduğu halde, ölümü kendilerine çok uzak görür. Oysa Yunus’a göre yaşamın gizemi ancak ölümü sürekli hatırda tutarak anlaşılabilir. Yunus asıl korkulması gereken şeyin ölüm değil, ölüm kaygısını olduğunu vurgular. Ulu erenler için ölümden korkuya mahal yoktur. Onlar zaten ölümü yaşamın içinde sürekli tecrübe ederler. Hatta ölüm onlar için hak’ta fena ile tüm ürkünçlüğünü yitirir.
Yaşarken Hak aşkının sırrına erildiğinde, manalar alemine gark olunduğunda varlığın sırrı insan açılmış olur. Varlığın sırrı, ancak manaları idrak edince açılır. Yaşarken ölmek, esasen asıl ve gerçek yaşama gözlerini açmak, fani aleme gözlerini yummaktır.
Gafil olma aç gözünü haline bak öleni gör
Kürelik etme dünyada yazıklarun dileni gör
Yanar içim gönye özüm ben ölümümi anıcak
Ölüm endişesi ne hoş ululara danışıcak
AŞK VE DİN
Yunus Emre için din, bir insanı tanımlayan, belirleyen ve kendini bilmesini sağlayan biricik ölçüt değildir. Aşkın olduğu yerde dinden söz edilmez. Aşk birleştirici, din ayrıştırıcıdır. Din ve millet âşıklara sorulmaz. Çünkü aşk evrenseldir; herhangi bir farklılaşmaya, ayrıma ve bölünmeye izin vermez. Dinler, aşk karşısında birbirinden farksız olur. Zaten dinlerin amacı da insanı Hak aşkına kılavuzlamak değil midir? Âşık kişi Yunus’a göre harap olmuş; kendinden geçmiştir. Sorumluluk alanı, dinden aşka intikal etmiştir. O artık aşk duyduğu Hakk’a karşı doğrudur, yoksa mensubu bulunduğu din ya da diyanete karşı herhangi bir bağ ya da sorumluluk içinde değildir. Âşıklar bütün gözü ve gönülleriyle Maşuklarına yönelmiş, onda erimişlerdir. Varlıkta birliğe ermişlerdir. Artık Uçmak da Tamu da birdir. Ayrımlar ortadan kalkmıştır. İlle de bir dinden söz etmek gerekirse, mutlaka âşık için bir din varsa, o da aşk dinidir. Bu dinde kitap, peygamber, cennet ve cehennem yoktur. Aşk namazın, imamın, mihrabın yerini tutar. Kıbleye karşı namaz kılınacaksa, kıble dost yüzüdür, dost yüzüne bakmak da namaz demektir. Yunus din şeraiti yerine aşk şeriatını kurmaktadır.
Din ü millet sorarsan âşıklara din ne hacet
Âşık kişi harab olur âşık bilmez din diyanet
Işk imamdır bize gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzi daimdür salat
YAŞAM VE ÖLÜM, VAHDET-İ VÜCUD
Yunus’un içindeki sultan “Hak”tır; gönlü onunla dopdoludur. Yalnız gönlü mü? Aslında bütün evren O’nunladır. Varlık birliktir. Ayrı ve farklı görünen tüm varlıklar, Hak’ta birleşir. Hak’tan başka varlık yoktur. Her şey “La” yani yoktur’un içindedir. Var olan sadece Tanrı’dır. Tüm varlıklar O’nun tecellisidir. Kesret görüntüdedir. Vahdet asıl olandır. “O’ndan başka hiçbir şey yoktur”. Bu varlıkta birlik, vahdet-i vücuddur. Türk filzofu Hallac-ı Mansur’un yolu, Yunus Emre’nin yoludur.
Bu vücudum şehrine bir dem giresüm gelür
İçindeki sultanun yüzin göresüm gelür
Maşuka halvetinin yidi kapusı vardur
Ol kapudan içerü seyran kılasum gelür
Miskin Yunus nefsi dört tabiat içinde
Işkıla can sırrına pinhan varasum gelür
Miskin Yunus gözün aç bak iki cihan toptolu Hak
Sıdk odına gümanı yak ol eşkere
Bunda “Beli” diyen kişi anda tamam olur işi
Bizden nişan isteyene ol Hallac-ı Mansur nedür.
YAŞAMLA SAVRULAN GÖNÜL
Yaşamı boyunca insanoğlu sürekli savrulur. Bu savrulma bütün insan tekleri için geçerlidir. Hele Yunus gibi bir gönle sahip olan bir insan için, yaşam tüm karmaşıklığı ile yüzünü gösterir. Gönül yaşam süresinde bin bir renge, kimliğe ve tavra bürünür. Tek bir gönüldür ama tek bir çizgi olmayan yaşamın dalgaları karşısında sürekli yön değiştirebilir. Yunus esasen insanın o karmaşık doğasını gönül aracılığıyla anlatmaktadır.
Hakk bir gönül verdi bana
Ha demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur
Bir dem gelir giryân olur
Bir dem sanasın kış gibi
Şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşâretden doğar
Hoş bağ ile bostân olur
Bir dem gelir söyleyemez
Bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker
Dertlilere dermân olur
Bir dem çıkar arş üzere
Bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir
Bir dem taşar ummân olur
Bir dem gelir Îsâ gibi
Ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine
Fir’avn ile Hâmân olur
Bir dem döner Cebrâil’e
Rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur
Miskin Yunus hayrân olur
Yunus hayata gerçekçi yaklaşır. Yaşadığı Anadolu toprağı, kültürü, tarihi ve zorlukları ile barışıktır. Hakk’ın verdiği Yunus’un gönlü de, tıpkı Anadolu toprakları gibi dalgalıdır, karmaşıktır ve gel-git içindedir. Bunca çokluk ve çeşitlilik nasıl tek bir gönlün farklı görünümleri ise, varlık da “O’ndan başka varlık olmayanın” farklı görünümleridir. Aslında gönül de Hak da tektir, çokluğa yer yoktur. Mutsuzluk, çokluğu ve çeşitliliği gerçek sanmaktan kaynaklanır. Türk felsefesi Yunus’un yaşam anlayışında, insanlık sevgisi üzerinde yükselir.
Türk düşüncesinin evrenselliği Yunus’un yaşam sanatını yorumlayışında ortaya çıkar. Türk, herkese, her dine, her insana tek bir nazarla bakar; tarih boyunca bu evrensel yaklaşımına ve hoşgörüsüne rağmen Türk, en çok zulme, katliama ve soykırımlara uğratılmış, ancak düşmanlarının bu kötülükleri onu yine de onlar gibi kötüleştirememiştir. Düşmanlarına sabır ve metanetini koruyarak davranması, bazen onu, düşmanlarının yanmış tanımasına neden olabilmektedir. Ancak uyanışındaki gecikme, duyarsızlığından değil, düşmanı olanların bu evrensel yaklaşıma olumlu yanıt verme ihtimalini hep önde tutmasından kaynaklanır. Türk’ün asaleti ve yaşama bakışı işte Yunus’un yaşam sanatını bir Türk filozofu olarak yaratmış olmasıyla somutlaşmaktadır.
Sahin Bey, cok sagolun. Abi, malum matbaa bosuna gec gelmedi, okuyamiyoruz, artik harfler ucusuyor, benlik bir sey, lutfen ustunuze almayin. Seslendirseniz ayrica, hem daha cok ulasir, hem daha zihnimizi isliyor abi, hele de sizin gibi karizma sese sahipseniz, cayimizi demler hifz bile eder herkes. Oyle duz sesli makalesi, efekt intro su bu gerekmez. Hepsi olmasa da, boylesi zamansiz yazilariniza, nacizane, guzel olur.
Münkir münafıklar beni öldürelim derler imiş
Beni yaradan öldürür yok var eden gelsin berü
Gelsin beni ol öldüren külümü göğe savuran
Ben Küntü kenz’em mahfiyem izhar eden gelsin berü.
muhteşem, paylaşım ve yorumlar için çok teşekkürler.
Ne desek zor!
Sözü Yunus’a bırakmak en doğrusu!
“Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı.
Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı.”
Buyugumuz Yunus’un duygu ve dusuncelerini bilgece yazan sayin Filiz ne mutlu ki varsiniz.
Ne güzel anlatmışsınız, hiç son paragraftaki gibi düşünmemiştim, ufkumu açtınız, teşekkür ederim.