2016 yılının Nisan ayında yayımlanan bir kitap, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) sızan binlerce Fetullahçı sözde askeri endişelendirdi. Çünkü bu kitap, TSK içerisinde yıllardır yapılanan FETÖ’yü ilk defa tüm çıplaklığıyla deşifre ediyordu. Başlığı çarpıcıydı: “Ağacın Kurdu: TSK’de Şakirtlerin İşgali – Fetullah’ın Askerleri”1
Kitabın değerli yazarı emekli Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel, 10 yılını terörün yoğun olduğu bölgelerde geçirmiş, teröristlerle defalarca çatışmaya girmiş, Balyoz Davası ile hapse atılmış, yaşanılan olaylar dâhilinde hukuk katledilerek 18 yıl ceza almış ve 1300 günden fazla cezaevinde kalmış şerefli bir Türk subayıydı. Cezaevine girmesiyle birlikte mücadeleden asla geri durmadı. Üniforması ve silahı gasp edilen Önsel, bu defa da terör ile mücadelesini kâğıtlara dökerek “kelimeleriyle” ifade etmeye başladı. “Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu”, “Silivre’de Firavun Töreni” ve “Casusluk Kumpası” başlıklı kitaplarının ardından “Ağacın Kurdu” kitabını yazmaya başladı.
Kitabın ilk baskısı 304 sayfadan oluşuyor. 30 baskının ardından kitap genişletilerek, gözden geçirilerek ve güncellenerek 31. baskı ile Galeati Yayıncılık’tan çıktı ve 400 sayfaya ulaştı. “Gizlisiz, saklısız, açık isimlerle” bir döneme ışık tutmaya ve bolca okunmaya devam ediyor.
Bu noktada hemen hatırlatalım, “Ağacın Kurdu” yayımlandıktan sonra yazarına “iki yıl askeri tesislere giremez” yasağı kondu! Bu da yetmezmiş gibi Önsel, TSK içine sızdığı apaçık olan fetullahçı katillerin yönettiği sahte isimli sosyal medya hesaplarından birçok akıl ve ahlak dışı hakarete ve tehdide maruz kaldı.
Kitap güzel ve çarpıcı bir girişin ardından “TSK’nin Gövde ve Köklerindeki Fetullahçı Yapılanma”, “Askeri Doktorlar İçerisindeki Fetullahçı Yapılanma” ve “Askeri Yargı İçindeki Fetullahçı Yapılanma” olmak üzere temelde üç ana bölümden oluşuyor.
***
“Giriş” kısmında FETÖ’nün 28 Şubat sürecinden neredeyse hiç etkilenmediği, İslamcı cenahta antiemperyalist, Batı karşıtı olanların ordu eliyle sindirilirken İslamcı gözüken ama batı güdümünde olanların önünün açıldığı ifade ediliyor ve Nurculuğun felsefi temelleri açıklanıyor. FETÖ ve benzeri örgütlerin 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yollarının daha açık bir hale getirildiği gerçeği vurgulanıyor ve kanımca çok önemli bir uyarı yapılıyor: “Her fert, devletin alacağı önlemleri beklemeden bunlara karşı uyanık olmak zorundadır.”
***
“TSK’nin Gövde ve Köklerindeki Fetullahçı Yapılanma” kısmında Kara, Deniz, Hava ve Jandarma Genel Komutanlığına bağlı birlik, karargâh ve okullarda yaşananlar anlatılıyor. Burada çok çarpıcı ve göz ardı edilemeyecek bilgiler sunuluyor.
Bu bilgiler içerisinde dikkatimi çeken bir örneği paylaşmak istiyorum:
Yıl 2012’dir. Avukat, bir yakınını uğurlamak için Atatürk Havalimanına gitmiştir. O sırada halen muvazzaf olan bir devre arkadaşı ile karşılaşır.
Hoş beşten sonra ayrılmak üzere olan muvazzaf, “Bir isteğin var mı?” diye sorar avukata.
Avukatın yeğeni, Kara Kuvvetlerinin Astsubay alımı için mülakat sınavına girecektir.
Avukat da yeğeninin basit bir nedenle mülakattan elenmemesini rica eder.
O da, “Hiç merak etme, ilgilenirim.” der, ayrılırlar.
Avukatın yeğeni mülakat sınavına girer, fakat kazanamadığı bildirilir kendisine. Yapacak bir şey yoktur. Birkaç ay sonra avukatla muvazzaf devre arkadaşı yine havalimanında karşılaşır.
Avukat olan yeğeninden hiç bahsetmez ama muvazzaf olan hatırlar kendine söylenenleri:
“Yeğenin astsubay okulunda okuyor değil mi?”
“Yok, birader, mülakatta elendi.”
“Mümkün değil, ben onun ismini vermiştim, nasıl olur? Sahi senin yeğen şakirt değil miydi?”
Avukat çok şaşırır. Bu nasıl sorudur böyle. Ama hemen toparlanır. Bakalım ne olacak diye “Şakirtti.” der.
“Olamaz” der muvazzaf olan, “Dur şu yarbayı arayayım.”
Muvazzaf olan, bir telefon numarası çevirir. Karşısına çıkana avukatın yeğeninin ismini vererek ne olduğunu sorar. Konuşmanın sonu muvazzaf olanın, “Yaa, öyle mi? Tamam, anladım.” sözleriyle sona erer.
Sonra avukata döner ve “Bak kardeş, senin yeğenin iki gerekçeyle elenmiş. İlki, senin yeğen biraz içine kapanıkmış. İkinci nedenle ilgili de telefon ettiğim Yarbay, ‘Size buradan ifade edemeyeceğim bir sebep daha var.’ dedi. Bu şu demek, senin yeğen şakirt değilmiş. Şimdi, şakirt olmayan bir çocuğun askeri okula girmesi mümkün değil.” der ve konuşmasını şöyle sürdürür:
“Bak sana anlatayım. Geçtiğimiz aylarda, bizzat Fetullah Gülen Hoca efendinin yanına gittim. Yanında bir hafta kadar kaldım. Kendisine askeri okulların çok büyük oranda kontrolümüz altında olduğunu söyledim.
Bana, ‘Yüzde doksan dokuzu kabul etmem. Yüzde yüz isterim. Hepsi şakirt değilse başarılıyız demeyin. Çalışmalarınızı bu şekilde yoğunlaştırın.’ dedi.
Artık TSK’de kontrolü ele geçirdik. Yıllarca nakış gibi ördüğümüz yapılanma şu an kritik yerlere hâkim vaziyette birader. Örneğin bütün kuvvetlerin Personel Başkanlıkları tamamen bizimkilerin elinde.”
Korkunç şeylerdir anlattıkları. Avukat sessizce ve hayretle dinler bir zamanlar samimi olduğu bu muvazzaf arkadaşını. Balyoz davası kapsamında tutuklu bulunan müvekkillerini düşünür.
FETÖ’nün sözde subayı “güç zehirlenmesi” ve avukatın mutaassıp görünüşü etkisinde konuşarak gizli kalması gereken bu bilgileri açık etmiş olur.
Kitabın 31. Baskısında yukarıda geçen muvazzaf subayın 15 Temmuz ardından tutuklanan bir “askeri hâkim” olduğu, şahsın ismen bilindiği fakat olayı anlatan kişiden izin alınmadığı için isminin açıkça yazılmadığı belirtilmektedir.
***
Kara Harp Okulu’ndan 2001-2007 yılları arası ayrılan/atılan toplam öğrenci sayısı yaklaşık 150 iken, 2008-2014 yılları arasında bu sayı anormal bir artış göstererek 2000’leri aşmıştır.
Askeri okullarda FETÖ mensubu olmayan öğrencilere uygulanan “işkenceler ve kumpaslar” 2008 yılı itibariyle sistematik bir hale gelmiştir. 2008 yılından itibaren sivil liselerden Harp Okullarına öğrenci teminin önü açılarak kitleler halinde Fetullahçı bu okullara alınmıştır.
Özetle, kitabın ilk bölümünde FETÖ tarafından işkenceye, kumpasa uğrayan öğrencilerin kan donduran hikâyeleri anlatılmaktadır.
Bu hikâyelerden örnek olarak alıntıladığım kısa ifadeler şu şekildedir:
“Tuvaletten doldurulan pis suları istifra edene kadar içiriyorlardı. ‘Ben bir işe yaramam’ diye bağırtılarak eğitim alanındaki platformdan atlatılıyorduk.”
“Şok mangasındaki arkadaşlar kilometrelerce koşturulup sonra onlara zorla litrelerce su içirilip mideleri yırtılırcasına kusmaları sağlanıyordu.”
“Harbiye’ye geldiğimizden itibaren, komutanların elindeki ajandalarda yapıştırılmış fotoğraflar, yanlarında yazan isimler ve isimler hakkında yazılanlara bakılarak bir tasfiye planına girişildi.”
“Bir gün Üsteğmen Ersin Yılmaz ve Özkan Özgenç geldiler ve önüme ip attılar, ‘Hadi bakalım intihar et! Ki senden bir an önce kurtulalım’ dediler. Bölük Komutanı Serkan Polat, ‘Senin ailen de bizden değil. Dışarı çıkınca da bizden kurtulamazsın, aileni de bitiririz.’ dedi.”
“Bir arkadaşımız, yapılanlar nedeniyle öldü. Yaz sıcağında, öğle vakti tepelerde çukur kazıyorduk. Bunu yapanlar sadece şok mangasında olanlardı.”
***
“Askeri Doktorlar İçindeki Fetullahçı Yapılanma” kısmında FETÖ’nün kendilerine mensup olan doktorların diğer bireylere karşı yaptığı kumpaslar dile getiriliyor. Kendilerinden olmayanlara verilen “sahte sağlık raporları” ile TSK’den atılanların hikâyesi okunuyor. Öyleki alanında çok başarılı bir “beyin cerrahının” FETÖ tarafından hedef alınıp “veteriner” yapılış hikâyesi, FETÖ’nün doktor yapılanmasına verdiği önemi açıkça ifade ediyor.
“Doktorlar içindeki Fetullahçı örgüt elemanları birer casus gibi çalışıyor. Bütün kliniklerde doktor olarak bunlardan çok sayıda adam var. Her halde etkin oldukları en önemli kliniklerden biri: Psikiyatri.”
***
“Askeri Yargı İçindeki Fetullahçı Yapılanma” kısmında “TSK’de Fetullah’ın Hâkimleri”, “Necdet Özel Casusluktan Yargılanır mı?” ve “Bir Aile, Binbir İftira” gibi başlıklar altında yargıya sızan FETÖ elemanlarının çeşitli “insafsız operasyonları” anlatılıyor.
***
Bir ağacı öldürmek için yapraklarını kesmeniz yetmez, kökünü kurutmanız gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri açısından bu kök, askeri okullardır.
1980’li yıllardan itibaren ordumuza sızan “FETÖ” ve arkasındaki “emperyalist güçler”, vakti geldiğinde tüm milli insanlarımızı avlamak, bütün değerlerimizi sömürmek ve bizleri eli kolu bağlı çaresiz bir hale getirmek için harekete geçtiler.
Tüm Türkiye adına 2000’li yıllar çok sancılı geçti.
“Ağacın Kurdu” kitabı, bu sancılı yılları anlamak ve geçmiş yıllarda yapılan hatalara tekrar düşmemek adına yazılmış bir şaheserdir. Milletimizin bu gibi zulümlere maruz kaldığında “sessiz, çaresiz, bilgisiz” kalmaması için tarihe düşülmüş değerli bir nottur.
Hiç şüphesiz milletimiz adına önemli bilgiler sunan bu kitap çok uzun yıllar okunmaya ve değerlendirilmeye devam edecektir.
1 Mustafa Önsel, Ağacın Kurdu: TSK’de Şakirtlerin İşgali – Fetullah’ın Askerleri, 31. Baskı, Galeati Yayıncılık, Ankara.
Aydın doğru söylüyorsun fakat, akıl edemediğin bir şey var ülkemizde halen daha cemaatleri pazarlayanlar var ülkemiz dini kurallara göre değil, liyakatli bir şekilde hukukun üstünlüğüne göre yönetilmesi gerekir. Yasalar adam kayırmadan uygulanırsa dini ritüellere ve cemaatlere hiç ihtiyacımız olmaz zaten hukukun içinde din vardır yeterki görevli insanlar işini doğru yapsın. Bugün Türkiye’de ve İslam ülkelerinde anlatılan ve dayatma yoluyla inandırılmaya çalışılan kutsal kitapların çoğu(bu kutsal kitaplara İncil ve Tevrat da dahil) cahilce yazılan ve insanları birbirine düşman eden yazılar ile doldurulmuş masalımsı görüşlerdir. Bir zamanlar gazetelerin yazdığına göre gerçek Kur’an İngiltere tarafından gizlenmiş ve bugün dünya milletlerine dayatılan kutsal kitaplar hükümranlığını devam ettirmek isteyen liderlerin birilerine zorla yazdırdığı saçmalıklar dan ibarettir. “Tanrı Türkleri Korusun” Bu sözleri söylerken diğer ırklara asla bir düşmanlığım olamaz. Allah yar ve yardımcımız olsun.
O feto yu toprak kabul etmez.o çeker kolay olmez .diye dusunuyom.bu kadar kahpe bir örgüt dünyaya gelmismis