Siyasî partilerin ve bir bütün olarak siyasî toplumun içinden, başta FETÖ olmak üzere tarikat ve cemaat yapılarını, etnik ayrılıkçı örgütlerin militan ve sempatizanlarını ayıklamanın artık imkânsız olduğunu görüyoruz.
Saray Rejimi iki anayasa referandumuyla (2010 ve 2017), başta yargı olmak üzere bütün Devlet teşkilatını kendi kadrolarıyla yeniden örgütlediği için ayıklama işlemini yapabilecek herhangi bir aygıt ya da kurum bulunmuyor.
2002’den bu yana ayıklama yönünde yapılan bütün girişimler yarım kaldı. Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olarak tanımlaması hiçbir etki yaratmadı mesela. FETÖ’nün “siyasî ayağı” açığa çıkarılıp mahkûm edilemedi. Diyanet, Cumhuriyet karşıtı siyasî ideolojinin en güçlü kurumu, Devlet’in ideolojik aygıtı olarak parti-Devleti’nin içinde örgütlendi. Saray bu sürece karşı duran kadroları tasfiye etti.
Son yirmi yılda dizginlerinden boşalarak serbestçe örgütlenen, giderek zenginleşen 30 tarikat ve bu tarikatların 400 kolu, holdingleşen ve vakıflaşan Cumhuriyet karşıtı cemaatler; bir yanda şeriatçı, öte yanda seküler etnik ayrılıkçılar; ve nihayet bütün bunlarla Cumhuriyet dönemi tarihine olumsuz gönderme yaparak “helalleşen” solcu ve demokrat görünümlü çapsız politika esnafı, siyasî toplumun ideolojik eğilimlerini belirledi.
Soğan patates, beslenme çantası, et ve süt fiyatları, mafyalaşmış devlet çarkını döndürenlerin görülmemiş yolsuzluk ve hırsızlıkları üzerinde odaklanarak; size ikramiye vereceğiz, sosyal yardım yapacağız, çalınan paralara el koyup size dağıtacağız vs diyerek seçmene esas olarak para vaat eden siyasî partilerin seçim şamatası, bu ideolojik eğilimleri gözlerden saklıyor.
Peki, bu seçimlerde milletin iradesi nasıl teşekkül edecek, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşen, giderek paniğe kapılan seçmen kime oy verecek, hangi dürtülerle, düşüncelerle nasıl tercihte bulunacak?
Bir kısmı, kriz koşullarında merkeze sığınma eğilimi gösterecek (bizi Saray batırdı, o çıkarır). Diğer bir kısmı, nereden nasıl geldiğini, nasıl ittifaklar kurduğunu bilmediği ya da görmezden geldiği adama “kul hakkı yemez, boğazından haram lokma geçmez” varsayımıyla oy verecek. Daha küçük bir bölüm, Atatürk vatan millet diyerek oyları bölüp Saray’a hizmet edecek şahsın cahil demagojisine kapılacak. Diğer küçük bölümler, demokratik-tik biçimde rengârenk yeşeren etnik ayrılıkçı partiyi ya da Sosyalist’in bıyığını ve fantezilerini ya da eliyle kurt işareti yaparken “Bazı operasyonları yönettiğim doğrudur, gidin MİT’e sorun” diyenleri tercih edecek. Özetle, kimin vaadine inanıyor, kimin söyleminden hoşlanıyorsa ona oy verecek.
Seçmen, podyumda boyu posu endamı edası, söylemi bakışı ve kaş çatışıyla poz veren siyasîlere, artist yarışmasında kararsız kalmış jüri üyesi gibi bakıyor. Birini seçecek mecburen.
Böylece ortaya çıkan parlamento karmasına irade-i millet denilecek. “Ne yapalım,” diyecekler, “milletin iradesi bu şekilde tecelli etti!” Hadi ya!…
Seçmen bu şekilde, korkularıyla umutlarıyla, duygularıyla hayalleriyle oy verecek.
Peki neden böyle?
Çünkü toplum örgütlü değil. Seçmen kendi sendikasında, meslek kuruluşunda, seküler taban örgütünde tartışma ortamı içinde kanaat oluşturma, kendi iradesini ve tepkisini aynı koşulları paylaştığı insanlarla birlikte topluca gösterme imkânına sahip değil. Mensup olduğu sosyal sınıfın, meslek grubunun dayanışmasından yoksun bırakılmış, ahlakından uzaklaştırılmış, cesareti kırılmış… Böyle bir seçmene her türlü palavrayı sıkabilir, onu her konuda ikna edebilirsiniz. Paranıza ve kabiliyetinize kalmış.
Cumhuriyet’in en genel hatlarıyla 2000’li yıllara kadar muhafaza ve müdafaa ettiği Millî Misak bozulmuş, Toplum Sözleşmesi iptal edilmiş; gerici ve ayrılıkçı akımlar halk arasında uzlaşmaz çelişkiler yaratmış; kamuoyu ortadan kalkmış; merkez medya bölünüp parsellenmiş ve öz-örgütlenmesi olmayan sıradan insan yüzeysel izlenimlerle oy vermeye, vaatlerle koşullanmaya mecbur bırakılmış. İslam şeriatını kendi çevresinde daha şimdiden uygulayan gericilerin ve otuz altı etnik grubun ifade ve örgütlenme özgürlüğü yıllarca demokrasi olarak tanımlanmış ve pazarlanmış. “Yurttaş” kimliği belirsizleşmiş, sönümlenmiş.
14 Mayıs seçimlerinde ortaya çıkacak Meclis kompozisyonu Cumhuriyet tarihinde bir ilk olacak ve her bir siyasî parti kendi meşrebine göre üniter ulus-devlet yapısını sorgulayacak, etnik ve dinî örgütlenme ve ifade imkânlarını gerçek demokrasi olarak gösterecek. Merkez tamamen yok olurken Cumhuriyet karşıtı en marjinal akımların etki alanı genişleyecek. AKP’nin 2002’de başlayıp da beceremediği karşıdevrim bütün alanlarda derinleştirilecek, siyasî partiler bu yönde yarışarak emperyalist merkezlerin gözüne girmeye çalışacaklar. Yurttaşın hak ve özgürlüklerini, laikliği, üniter ulus-devleti savunmak giderek bir tür gerilik, demodelik ve nihayet son aşamada ceza gerektiren bir suç olarak kabul edilecek.
Yeni meclis iki nedenle “sıfırdan anayasa” yapamaz.
Birincisi: kurucu vasfı olmayan temsili bir meclis anayasa yapamaz. Anayasa ancak bir Kurucu Meclis tarafından yapılabilir; her zaman böyle olmuştur. Köklü burjuva demokrasilerinde yasama organları sıfırdan anayasa yapmazlar, ancak ihtiyaç duyduklarında anayasaya ek madde koyarlar. Ancak sömürgeler, yeni-sömürgeler ya da yeni kurulmuş, kimliğini bulamamış, deneyimsiz ve siyasî kültürü gelişmemiş devletler sürekli anayasa değiştirirler. En geri ilkel toplumlarda türedi siyasetçiler koltuklarının altında anayasa taslaklarıyla dolaşırlar.
İkincisi: Türk halkının büyük çoğunluğu üniter ulus-devlet anlayışına, laiklik ilkesine ve Devrim Kanunları’na bağlıdır. Kadını ve erkeğiyle Cumhuriyet düşüncesini benimsemiş ve dünyevî hayat tarzına alışmıştır. Gericinin ve ayrılıkçının anayasasına itibar etmeyecek, Atatürk’te birleşerek var gücüyle direnecektir.
Cumhuriyet değerlerini savunan halk kesimleri birkaç ay içinde Yeni Meclis’in niyetini anlayacak, başına gelecekleri görecek, elbette tesadüfen araya karışmış bilinçli parlamenterlerle ve devlet katında olup da her nasılsa tasfiye edilmemiş yurtseverlerle birlikte kentlerde ve kırlarda, fabrikalarda ve tarlalarda, meydanlarda ve sokaklarda kalpaklı genç Mustafa Kemal posterleri altında toplanarak eliyle koluyla ayağıyla ve yüreğiyle oy verecek, tarihin uğultusunu (1876, 1908, 1920, 1924, 1961) işiterek yeni bir Kurucu İrade oluşturacaktır.
Başka bir kurtuluş yolu ve mücadele yöntemi kalmamıştır. Bu saatten sonra hayatın her alanında asgariye ulaşmak için bile bir dizi devrim gerekir. yalogan@gmail.com
Kopsun kıyamet! Biz burdayız!
Tarihte bize düşen görev cumhuriyeti savunmak.
Kuruluşunda yoktuk,savunmasında varız,ne mutlu bize.
Sayın Aloğan, bu meclis (seçilecek olan) nasıl, ne yüzle, ne hakla bir Anayasa yapabilir.
Bu aday adayları arasında sapık, suçlu, hain ve insanlık düşmanı, uygarlık düşmanı gericiler var.
Bu beyinsizlerin yaptığı Anayasa’dan ne beklenir.
Evet anayasayı yaparsa sayın reis yapar.Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.
ıyi de kımle yapacaksınız. bu iş için bir lokomotıf olması gerekır. halk demeyın komık olur.
Sizin için bir lider gerek,Z kuşağı içinden çıkacak.
Bu embesil toplumdan kurucu irade falan cikmaz. FETÖ diye diye kaniksadigimiz ve esasinda CIA‘in türkiye kuyrugu olan yapi simdi hem sözde milliyetci muhafazakar hem de sözde solcu, laik ve kemalist siyasi yapiya adeta ahtapot gibi nüfuz etmis durumda. Normal toplumlarda at izi ile it izi birbirinden ayirt edilebilir. Bizdeki izlerin hepsi it izi. Yani ayirt etme zahmetine bile girmemiz gerekmiyor olan biteni anlamak icin. Ama toplum artik kivamina geldi…Suyun isindigini farketmiyor. Cünkü her seyimiz, her isimiz sadece sözde ve göstermelik. Yasadigimiz topraklari haketmiyoruz.
Uzun erimde ülkemizin toplumsal anlamda varacağı yerin Atatürk’ün tarifine ve isteğine uygun düşeceğine ben de bütün kalbimle katılıyorum. Ancak o güne dek toplum hayatımızın her bakımdan altüst oluşlara açık olacağı da gün gibi aşikar. Yaşayan görür elbet…
Aslolan;
“Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları’na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”dir!
Ortaçağ karanlığından çıkıp bugüne erişebilmek için “dumanı tutenler “olarak hazır bekliyoruz…
Onca yoksulluk..
Onca zarar..
Onca hainlikler…
Onca acılar..
Ama toplum denk duruyor..
Denk duruyor..!
Kendinde kendi önderliğinide oluşturacaktır..
Umutlu bakmalı ve dirençli…
Yine harika bir yazı. Burada en beğenerek ve merakla okuduğum yazarlar siz ve Hüseyin Vodinalı’dır. Kaleminize sağlık. Yazınızın son bölümünde belirttiğiniz gibi, Türk Halkının çok büyük bir bölümü seküler yaşam biçimini benimsemiştir ve Cumhuriyet’e bağlıdır. Sonunda ne olursa olsun bütün taşlar yerine oturacaktır.
anket sonuçları maalesef iyi değil; sinan oğan ın birkaç yılda parlayacağına, çoğunluk tarafından anlaşılacağına eminim, ayrı konu. ikinci adımda kemal k’dan fethullah tan apo dan ve takipçilerinden de kurtuluruz. yani laik bağımsız cumhuriyete tek adımda ulaşmak mümkün değil, çünkü bugünkü sıkışıklığa tek adımda gelinmedi. kafası karışıkları hiçbir işe yaramayacak şekilde oy kullanmaya itiyorsunuz. ağzınızdan düşürmediğiniz m kemal paşa da pragmatizmi her şeyin üstünde tutuyordu. cumhuriyetin yerini hilafet alırsa en iyi ihtimalde 50 yıl ama kılıçdaroğlu gelirse en kötü ihtimalde 10 yıl sürer düzlüğe çıkmak.
Sayın Aloğan,…Daha küçük bir bölüm, Atatürk vatan millet diyerek oyları bölüp Saray’a hizmet edecek şahsın cahil demagojisine kapılacak… cümlesini açabilir misiniz? Çoğunluk Atamızın adını ağzına al(a)mazken, Atatürk vatan millet demesi (altyapısı sizin beğendiğiniz gibi olmasa da) kötü müdür? Saraya nasıl hizmet etmektedir?